İşçi ve emekçiler açısından son derece sıkıntılı ve zorlu geçen bir yılı geride bırakıyoruz. Bir yandan dünyanın pek çok yerinde emperyalist-gerici savaşlar sürüyor; diğer yanda ekonomik kriz ve onun yarattığı ağır sonuçlar devam ediyor. Tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs salgını, bunların üzerine adeta tüy dikti. Geçen yılın Aralık ayında Çin’de tespit edilen salgın, kısa sürede tüm dünyaya yayıldı ve 2020 yılına damgasını vurdu.
Pandemiyle birlikte ekonomik kriz daha da derinleşti; işsizlik devasa boyutlara ulaştı, açlık ve yoksulluk kitlesel bir hal aldı, iflaslar çoğaldı; üstüne üstlük ölüm ve ölüm korkusu her yerde kol gezmeye başladı. Hastane önlerinde uzayan kuyruklar, kamyonlara doldurulan cesetler, toplu mezarlar, en gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkelerde görülüyordu. Başta ABD olmak üzere bu ülkelerde en önce sağlık sistemi çöktü. Paralı hale getirilen sağlığa ulaşamayan geniş halk kesimleri ölüme terk edildi. Ve emperyalist sistemin yaldızları birer birer döküldü.
Pandemiye çözüm olarak başvurulan “kısıtlama-kapanma-karantina” uygulamaları ise, devletlerin halk üzerindeki baskı ve şiddetini arttırdığı, denetim ve gözetleme ağını geliştirdiği, üstelik bunları gönüllü hale getirdiği bir mekanizmaya dönüştü. Pandemi öncesi birçok yerde yükselen halk hareketleri, direniş ve grevler, bu sayede kesintiye uğradı. Fakat pandemiyle birlikte artan baskılar ve zorlaşan hayat koşulları, kitleleri yeniden sokaklara çıkmaya, taleplerini daha güçlü haykırmaya itti. ABD’de bir siyahinin polis tarafından öldürülmesi, biriken öfkeyi patlattı. Amerika’dan Avrupa’ya yayılan ve aylar süren protestolara yol açtı. Köleliği simgeleyen tüm anıtlar bir bir yıkılırken, ABD’nin Seattle bölgesinde halk yönetimi ele geçirdi ve özerklik ilan etti.
ABD’den Lübnan’a, Fransa’dan Şili’ye dünyanın dört bir yanında halk ayaklanmaları yeniden başladı, hatta gelecek adına umut verici örnekler yaratıldı. Bu yanıyla 2020 yılı, devletlerin baskı ve denetimini arttırdığı, ağır sömürü koşullarını dayattığı bir yıl olmakla birlikte; işçi ve emekçilerin mücadele gücünü büyüttüğü, yeni örnekler yarattığı bir yıl da oldu.
* * *
Pandeminin en çok vurduğu ülkelerden biri Türkiye’ydi. Ölüm oranlarıyla dünyada en üst sıralarda yer alırken Sağlık Bakanlığı vaka ve ölümleri sürekli düşük göstermeye çalıştı, hatta Türkiye’nin pandemiyle mücadelede en başarılı ülke olduğu yalanını yaydı.
Mart ayından itibaren son 10 ay; AVM’lerin açık parkların-sahillerin kapalı olduğu, haftanın 5 günü serbest, hafta sonunun yasaklandığı, ama her halükarda 65 yaş üstünün tecrit edildiği akla ziyan uygulamalarla geçti. Ve bu kısıtlamaların hepsinde işçiler “muaf” tutuldu. Yine tıkış tıkış toplu taşıma araçları veya servislerle işyerlerine gittiler, “fiziki mesafe”nin olmadığı koşullarda çalıştılar, yemek yediler. Ve doğal olarak en çok onlar öldü. Koronavirüs adeta bir “işçi hastalığı” halini aldı. Keza iş cinayetleri, bu dönemde yüzde 40 daha arttı.
Burjuva ideologlar ve reformistler, onyıllardır işçi sınıfının bittiğini, yerini robotların aldığını söyleyip durdular. Ancak pandemi koşuları işçi sınıfının hem niceliksel hem niteliksel önemini bir kez daha gösterdi. İşçiler bir gün bile çalışmazsa hayat duruyor ve insanlar ekmek dahi bulamaz hale geliyordu. Sadece kentlerde değil, tarımsal alanda da bu hayatiyeti ortaya çıktı. “Gıda tedarik zinciri”nin ilk halkası olan tarım işçileri için, bütün devletler özel yasalar çıkardılar. Çoğu göçmen olan tarım işçileri gelmediği koşulda ne hasat kaldırılabiliyor, ne de ekim yapılabiliyordu. Ve elbette tarımın önemi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildi. Gümrük duvarları yükselip ülkelerarası trafik kesilince, “ithal ürün”e bağımlı hale getirilen ülkeler açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Kısacası pandemi, varolan çelişkileri ve açmazları daha görünür hale getirdi; yalan ve demagojilerin perdesini yırttı. Bunlardan biri de zengin-yoksul arasındaki servet uçurumunun geldiği boyuttur. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu uçurumun derinliği dehşet vericidir. Örneğin şu anda Türkiye’deki bankalarda bulunan mevduatın yüzde 46’sı (yaklaşık yarısı) nüfusun yüzde 1’ine ait. Ki buna yurtdışındaki-gizli kasalardaki paraları dahil değildir. “Pandemi döneminde herkes fakirleşti” klişesi de tam bir yalandır. Ağırlıklı olarak küçük ve orta ölçekli şirketler iflas ederken, kimi büyük şirketler kar rekorları kırmıştır.
Türkiye açısından AKP-MHP gerici-faşist yönetimi altında pandemiye yakalanmak ayrı bir talihsizlikti. Bu yönetim, kitleler üzerindeki baskıyı, patronların ise karını arttırarak pandemiyi fırsata çevirdi. Kendini güvenceye almak için silahlı güçlerini arttırdı, mafyanın-kontrgerillanın önünü açtı. İşçinin-emekçinin en küçük eylemini pandemi bahanesiyle engellemeye, polis zoruyla dağıtmaya kalktı. “Açız” diye bağıranların üzerine “al bir keyif çayı iç” diyerek çay atıldı. “Kuru ekmek yiyorlarsa aç değillerdir” sözüyle, “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diyen Fransız imparatoriçesi hatırlattılar, onun gibi tarihe geçtiler.
* * *
2021 yılına pandeminin “ikinci dalgası”yla ve aşı tartışmalarıyla giriyoruz. Koronavirüse karşı en etkili yöntem olarak piyasaya sürülen aşılar, emperyalistler arası rekabetin, tekellerin kar hırsının, en temel insan hakkı olan sağlığın nasıl paraya havale edildiğinin yeni bir göstergesi oldu.
Zaten pandemi, sınıfsal ayrımları çok keskin ve net biçimde ortaya koydu. Yaşamanın da ölümün de sınıfsal karakterini gözler önüne serdi. Aynı şekilde emperyalist-kapitalist sistemin çürümüşlüğünü, insanlığa vereceği hiçbir şeyi olmadığını; aksine işsizlik, açlık ve ölüm kustuğunu gösterdi.
Emperyalist sistem, 21. yüzyıla zafer çığlıklarıyla girmişti. Sosyalist sistemin çöküşünü “tarihin sonu” ilan etmiş, kurulacak “yeni dünya düzeni”yle refah ve mutluluğun artacağını söylemişti! Ama daha ilk 20 yılında bu demagojiler çöktü. İşçi ve emekçiler, ezilen halklar yeniden ayağa kalktılar. Son on yıldır ise halk ayaklanmalarıyla dünyayı sarsıyorlar. Pandemiyle kısa bir kesinti yaşandıysa da, daha güçlü bir şekilde sokakları zaptediyorlar.
2021, halk ayaklanmalarının devrimlere sıçradığı bir yıl olsun! Roma İmparatorluğu’na ilk yenilgisini yaşatan Anibal gibi, işçi sınıfının öncüleri de “ya bir yol bulacak, ya bir yol açacak” ama mutlaka insanlık ve doğa düşmanı bu sistemi yerle bir edecektir! Tüm insanlığın, hatta doğanın kurtuluşu bile, devrim ve sosyalizmi zorunlu hale getirmiştir!
Yeni kavga yılında devrim ve sosyalizm bayrağını daha da yükseltelim! İnsanlığın artan özlemi olan “savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya” mücadelesini büyütelim!