Selam olsun 43. kavga yılına!

Bir sınıfa veya ulusa mensup bir kişi için, sınıfının/ulusunun tarihini bilmek ne kadar önemliyse, bir komünist için de kendi tarihini bilmek, en az onun kadar önemlidir. Fakat tarihi bir masal gibi dinlemediği taktirde…

Zaten “tarih bilinci”nden anlaşılması gereken de, sadece geçmişi, geçmişte yaşananları bilmek değil; onun bugünle ve gelecekle bağlarını doğru bir şekilde kurabilmektir. Ancak o zaman, nereden nasıl gelindiği, nelerle mücadele edilerek ne büyük bedeller ödenerek bugünlere ulaşıldığı anlaşılacak; ‘dün-bugün-yarın’ ilişkisi diyalektik bir tarzda kurulacaktır.

Köksüzlük, esen rüzgara göre sağa-sola yalpalamayı, sonunda tümden savrulup yok olmayı getirir. Köklerini, temsil ettiği sınıfın ve halkın derinliklerine nüfuz ettirenler ise, kolay kolay yıkılmazlar. Tıpkı bir ağacın, yüzlerce damarıyla toprağın altına yayılıp tutunması gibi…

* * *

Bizler onurlu bir tarihe sahip olmanın gurunu yaşadık hep. O bizim “güç ve onur kaynağımız”dı. Çünkü baskın olan olumluluklarıydı, başarılarıydı, sürekli ileriye gidişiydi. Küçük-burjuva bir gruptan ML örgüte, tasfiyecilik döneminden bolşevik ‘yeniden doğuşa’ geçebilmesi, onun güçlülüğünün bir sonucuydu. Bunu, ideolojik-siyasal sağlamlığına, sınıfsal dayanaklarına, örgüt kültürüne, en sert mücadelelerde pişmiş önder ve kadrolarına borçludur.

19-21 Şubat 1979 tarihinde Türkiye Devrimci Hareketi içinde ideolojik-siyasal bir çığır açarak girmiştir siyaset sahnesine. Dönemin en rağbet edilen anti-ML görüşleriyle kıran kırana bir mücadele içinde doğmuştur. ML teoriye hakimiyet ve üstünlüğünü, güncel politika ve taktikler belirlemeyle birleştirerek, sınıf mücadelesinde kısa sayılacak bir zaman diliminde büyük mesafeler kateder. Kuruluşundan bir buçuk yıl sonra gerçekleşen 12 Eylül askeri faşist cuntaya karşı yürüttüğü büyük mücadelenin altında da, bu ideolojik-politik üstünlük vardır. Bu üstünlüğünü örgüt ve kadro yapısını sağlamlaştırmayla birleştirdiği için, 12 Eylül yıllarına damgasını vurabilmiştir.

Onun adı, direnişle özdeşleşmiştir. Faşizmi sadece sokaklarda değil, kendi ininde, işkencede-mahkemede-zindanda yenmiş, direniş destanları yazmıştır. Osman Yaşar Yoldaşcan’ın “hücum” şiarıyla saldırıya geçen, her yerde ‘ilk kurşun’ olan, direniş manifestosu yazandır. Mehmet Fatih Öktülmüş’le işkencehanelerde ‘dilsizler ordusu’ yaratan, zindanlarda ölüm oruçlarına yatandır. İsmail Cüneyt komutasında Sefaköy’ü “granitten kale” yapandır. Sezai Ekinci’nin ihtiyaçlar doğrultusunda kendini yenileme, boşlukları doldurma ruhunu kuşanandır. “Geri çekilme” adı altında kaçışın ve mülteciliğin kol gezdiği bir dönemde, devrimin yüz akı; tasfiyeciliğe karşı mücadelenin bayraktarıdır.

Fakat ‘90’ların ortalarından itibaren tarihinin en kötü dönemini yaşayacaktır. Her yönden tasfiyeye girişildiği ve eritildiği bu dönemde, başlatılan iç mücadele ile, yeniden Leninist temelde örgütlenir ve yürüyüşüne devam eder.

* * *

Bir “yeniden doğuş”tur bu. Gelenek ve değerlere yeniden sarılıştır. Şehitlerini sahipleniş, onların izlerinden yürüyüştür. “Dalgaları karşılayan gemiler gibi/karanlıkları yara yara” ilerler. Köklerinden kopmadan, onun özsuyu ile beslenerek…

Nerede bir direniş varsa, bolşevikler oradadır. Çatışmalı Taksim 1 Mayıs’larında, 8 Mart’larda, SEKA’dan TEKEL’e işçi eylemlerinde, İstanbul’dan Antakya’ya görkemli Haziran ayaklanmasında, işçi-emekçi-öğrenci direnişlerinde… Mücadeleyi hep daha ileriye taşımaya, yön vermeye çalışır.

OHAL’den pandemi’ye yasaklı-zor günlerde de faaliyetlerini kesintisiz sürdürür. Onlar zor dönemlerin devrimcileridir. Bir kez daha kendisine inanan, güvenen hiç kimseyi mahcup etmez, yalnız bırakmaz…

Ateşi de görmüştür, ihaneti de. Ama karanlığın en koyusunda bile, ‘kutup yıldızı’nın yol göstericiliğinde ilerlemesini bilmiştir. Emperyalizme, faşizme olduğu kadar, reformizme, oportünizme ve onun yenilgi yıllarındaki tezahürü tasfiyeciliğe karşı da en önde dövüşerek, ML’nin yılmaz savunucusu olmuştur. Nice zorluklardan, badirelerden, yengi ve yenilgilerden geçerek gelinmiştir bugüne… Yılmadan, korkmadan, doğru bildiği yoldan şaşmadan… Tarihinin iyi ve güçlü yanlarını alarak, umudu hep diri tutarak yürümüştür geleceğe…

Stalin’in Yunan mitolojisinden verdiği örnekte olduğu gibi yenilmezliğin sırrı, ayaklarının kendi toprağına basmasıdır. Bu toprak; geleneklerdir, şehitlerdir, işçi sınıfıdır, emekçi halktır. Onlardan kopmamak, sürekli beslenmek ve beslemektir.

* * *

Tarihini bilmek, ondan güç almak önemlidir. Hele ki bu tarih, zorlukları yene yene oluşan görkemli bir tarih ise… Böyle bir tarihe sahip olmak, güç ve gurur verdiği kadar, büyük bir sorumluluk da yükler. Ona layık bir mücadele hattını ve bu hattı kesintisiz sürdürmeyi gerektirir. 42 yıl böyle bir bilinç ve kararlılıkla yürünmüştür.

42 yıllık bir tarihten sözediyoruz, ama köklerimiz çok daha derindedir. Spartaküs önderliğindeki köle isyanından, köylü ayaklanmalarına kadar ezilen, sömürülen tüm insanlığın tarihini sırtlamıştır. İşçi sınıfının iki yüzyılı aşkın mücadelesinin birikimini damıtmıştır. Marks ve Engels’in ‘bilimsel sosyalizmi’ni Ekim Devrimi ile somut bir gerçeklik haline getiren Lenin ve Stalin’in görüşlerini kuşanmıştır. Mustafa Suphilerden Denizlere, bu toprakların yarattığı değerleri sahiplenerek oluşmuştur.

Bu görkemli tarihin oluşumunda, her bir şehidimizin, ona kanını-terini akıtan her yoldaşımızın ve en kötü dönemde bile destek ve yardımlarını esirgemeyen emekçi halkımızın emeği vardır. Onca acıya, işkenceye, baskı ve zulme göğüs gererek, geleceği ilmek ilmek ören büyük sabırları ve inançları vardır. Yüreklerinde hep diri tutmayı başardıkları güzel günlere olan umutları vardır…

Bu emeğe, sabra ve inanca gösterilecek saygının ve bağlılığın biricik kriteri; haklı davamızı sonuna dek sürdürmek, zafere giden yolu her ne pahasına olursa olsun açmaktır.

Selam olsun bu tarihi yaratanlara!

Selam olsun bu geleneğin izinden yürüyen ve her şart altında mücadeleyi sürdürenlere!

Ve ant olsun ki; bu davaya kanını-terini akıtanların emeği boşa gitmeyecek!  Aynı inanç ve coşkuyla, enginleri fethetme ruhuyla yürünecek yine komünarca… Kırılma pahasına ama asla eğilip bükülmeden…

 

Yarının muştulayıcısı, habercisi

Direnç çiçeklerinin öncüsü

Adana’nın ATAMAN’ları

Bağcılar yokuşunun OSMAN’ları

Ölümün koynunda biten açlıkların FATİH’leri

Ser verip sır olmanın dilsizliği

17’lik SELMA AYBAL’ın inançlı yüreği

Kesilse de dili, inecek REMZİ BASALAK’ın 

Teşhir masasına tekmesi…

Değiştirse de kimliklerini hainler

Elbet vardır hesap soracak

OSMAN AKGÜN gibi komünistler…

“Askere gitme / Kardeş halkın kanına girme” şiarını

Dört bir yana yayacak

GENÇ KOMÜNAR NİLGÜN GÖK!

HÜCUM RUH’lu genç YUNUS ve NURETTİN’ler

Yine açlığa duran HİCABİ’ler

Ve adlarını sayamadığımız daha niceler…

(…)

Yine kavganın ortasında

Proletaryanın çekirdek öncüsü

Baş eğmez bir onurla

Proleter Devrimci Duruş’la

İşçinin-emekçinin omuzbaşında…

Daha ileri taşınacak

Orak Çekiç’li kızılbayraklar

Dillerde devrim şarkısı

Yürünecek Bolşeviklerin önderliğinde

Yürünecek zafer gününe ulaşana dek…

Bir PDD okuru

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …