Gare fiyaskosu

Şubat ayının ikinci haftasında devletin gerçekleştirdiği Gare operasyonu, tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Bu operasyonla şov yapmaya hazırlanan Erdoğan ve çevresi büyük bir şok yaşadılar. Katıldığı AKP il kongresinde “Çarşamba günü size güzel haberler vereceğim” diyerek, operasyonun başarıyla tamamlanacağından emin bir şekilde müjdeler veren Erdoğan’ın sevinci kursağında kaldı.

Operasyon başarısız olunca, açıklamayı yapmak Savunma Bakanı Hulusi Akar’a düştü. Asık suratıyla Akar, “13 sivil vatandaşımızı kaybettik” dedi. Ölenlerin “sivil” değil, 5-6 yıl önce PKK tarafından kaçırılan asker-polis vb. kamu görevlisi olduğunu sakladı. Bunu itiraf etmek Malatya Valisi’ne kaldı. Açıklamanın Erdoğan’dan Malatya Valisi’ne kadar düşmesi bile, operasyonun fiyaskoyla sonuçlandığının kanıtıydı.

Çok açık ki, en küçük bir başarı sözkonusu olsaydı, Erdoğan tarafından büyük bir tantanayla açıklanacak ve günlerce allayıp pullanacaktı. Operasyonun tam da Öcalan’ın tutsak alınıp Türkiye’ye getirildiği günlerle çakıştırılması bile tesadüf değildi. Öcalan yakalandığında yaptıkları gibi büyük bir şova hazırlandılar. Böylece kitle desteği sürekli eriyen AKP-MHP bloku canlanacak, ona kan taşıyan bir “başarı öyküsü” yaratılacaktı. Belki bu “zafer” üzerinden “erken seçim” kararı alacaklar, bir kez daha “sandıktan biz çıktık” diyeceklerdi. (Hatırlanacaktır; Öcalan yakalandıktan sonraki seçimlerde MHP siyasi hayatının en yüksek oyunu almış, Ecevit’in küçük partisi DSP birinci konumuna yükselmiş ve MHP’yle koalisyon hükümeti kurmuşlardı.)

Fakat bütün bu hayaller suya düştü. Şimdi onun hırçınlığıyla her yana saldırıyorlar. HDP’nin neredeyse tüm il ve ilçe binalarını basıp 700’ü aşkın yöneticisini gözaltına aldılar. Pervin Buldan’ın da içinde bulunduğu 9 HDP milletvekilinin daha dokunulmazlıklarını kaldırmak için harekete geçtiler. Bahçeli’nin “HDP kapatılsın” çığırtkanlığı daha da yükseldi. Sadece HDP’yi değil CHP’yi de hedefe çakıp düzeniçi muhalefeti bile sindirmeye, yoketmeye çalışıyorlar.

* * *

Gare operasyonu ile yeniden şahlanmak isteyen Erdoğan yönetimi, hem askeri hem siyasi olarak büyük bir bozgun yaşamış durumdadır.

Bu operasyonun amacının ne olduğu bile hala belirsizliğini koruyor: Rehine kurtarmak mı, PKK’nin yöneticilerini öldürmek veya esir almak mı, Gare’de hakimiyet kurmak mı? Operasyonun yapılış biçimi bunların hiçbirine uygun düşmediği gibi, bu konudaki açıklamalar da tatmin edici olmuyor.

Yandaş basında günler öncesinden Gare’ye operasyon yapılacağının yazılması, Erdoğan’ın “güzel haberlerim olacak” diyerek işaret çakması, adeta davul-zurna çalarak operasyonun duyurulması, askeri olarak baştan falsolu bir durumdur ve bunu bilmek için “askeri uzman” olmaya da gerek yoktur. Diğer yandan istihbaratın da doğru yapılmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü operasyona hava harekatıyla başlıyorlar, sonra kara harekatına dönüşüyor. Gare’deki mağarada esirlerin olduğu biliniyorsa, hava harekatıyla “geliyoruz” diye bağırarak “rehine kurtarma” operasyonunun yapılmayacağı aşikar.

Zaten sonrasında Genelkurmay Başkanı, elinde değneğiyle mağaranın fotoğrafı önünde yaptığı açıklamada, mağaraya dair bilgileri hayretler içinde verirken, ne denli habersiz olduklarını açık ediyordu. Keza operasyon sırasında ele geçirdikleri PKK’li militanlardan mağarada esir tutulanların öldürüldüğünü öğrendiklerini, bu bilgi üzerine mağaraya girdiklerini resmi açıklamalarında belirtiyorlar. Mağaraya girerken de söylediklerinin üzerinde bir kayıp veriyorlar aslında. Ve operasyonu bitirmek zorunda kalıyorlar.

Askeri açıdan her yönüyle başarısız olduğu apaçık ortada. Bunu Erdoğan’ın kendisi de itiraf etmek zorunda kaldı. Fakat “Gare düştü” diyerek bu başarısızlığı örtbas etmeye kalktı. Akıllara “Kobane düştü, düşecek” sözünü getiren bu açıklama, Kobane gibi Gare’ye de hakim olamadıklarını gösteriyordu. Erdoğan’ın operasyon sonrası ilk açıklamasında ölen 13 görevli için “esir” diyerek gerçeği itiraf etmesi de, içine düştüğü aczin bir başka göstergesiydi.

Operasyon sırasında ölen 13 kişi, bundan 5-6 yıl önce PKK tarafından kaçırılıp esir tutulan asker-polis vb. kamu görevlileriydi. AKP hükümeti yıllardır bu esirleri kurtarma konusunda hiçbir adım atmadığı gibi, onların durumunun öğrenilmesini de engelledi. Sadece yandaş medya değil, bir bütün olarak burjuva medya bu konuda “üç maymun”u oynadılar. HDP binası önünde açlık grevi yapan anneleri bayrak edip her gün haberlerini yapanlar, en az 5 yıldır PKK’nin elinde olan bu kişilerle ilgili tek bir haber yapmadılar. Onların ailelerinin seslerini duyurmadılar. Oysa o aileler defalarca meclise gitmişler, yetkililerle görüşmüşler, insan hakları kuruluşlarına başvurmuşlar vb. ama haber bile olamamışlardı. Yetkililerin onlara tek söyledikleri, “sabredin, bekleyin” olmuştu. Onlar da yıllardır sabretmiş ve beklemişler… Kimi zaman bir mektup, bir haber alarak sevinmiş, umutlanmışlar…

Ve yıllar sonra devletin yaptığı operasyon yüzünden çocuklarının cesetleriyle karşılaştılar. Bu operasyon olmasaydı, çocukları hala sağ olacaktı. PKK yaptığı açıklamada, esirlerin bombardıman sonucu öldüğünü söylüyor. Ama PKK tarafından öldürülmüş olsalar bile, bunun nedeni devletin operasyonudur. Sonuçta esirlerin ölümünden, doğrudan devlet sorumludur.

Hal böyleyken Erdoğan, AKP kongresinde oğlunun cenazesindeki anneyle telefon görüşmesi yapıyor ve o anneye “şehitlik” üzerinden nutuk atıyordu. Çocuklarının ölümüne sebep olmaları yetmezmiş gibi, bunu siyasi şova dönüştürmeleri, tepkileri iyice arttırdı.

Erdoğan yönetimi gerek operasyon sırasında, gerekse sonrasında yaptıkları gaflarla siyasi olarak da bozgun yaşadılar. Saldırganlıkla kapatma gayretleri, bu gerçeği ortadan kaldırmıyor.

* * *

Erdoğan’ın operasyon sonrası zıvanadan çıkan saldırganlığında, muhalefetin bu sefer farklı bir duruş içinde olması önemli bir etkendir. Daha önce “terörle mücadele” adına AKP’nin yaptığı her şeyi onaylayan, onunla birlikte davranan başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, bu kez operasyona dönük eleştirilerini açıkça ifade ettiler. Kılıçdaroğlu, yaşanan ölümlerden Erdoğan’ı sorumlu tuttu ve sorular sorarak sıkıştırdı.

Oysa Erdoğan, muhalefeti bir kez daha arkasına alabilmek için, İçişleri Bakanı Soylu ile Savunma Bakanı Akar’ı Kılıçdaroğlu ve Akşener’e göndermiş, operasyon hakkında bilgilendirmişti. Fakat her iki muhalefet liderinin buna rağmen eleştirilerini geri çekmemeleri, Erdoğan yönetiminde hem şaşkınlık hem öfke yarattı. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu hedefleyerek “ben sana bakanlarımı göndermişim, sen buna değmezmişsin… terbiyesiz herif” gibi aşağılayıcı sözlerle saldırmasında, bu şaşkınlığı ve kızgınlığı görüyoruz.

Son aylarda muhalefet partileri, artan ekonomik kriz üzerinden AKP-MHP blokuna eleştirilerini yoğunlaştırdılar. Eskiye kıyasla eleştiri dozlarının artmasının asıl sebebi, kitlelerdeki hoşnutsuzluğun bir patlamaya dönüşmesi korkusudur. Kendi tabanlarından bile, AKP’ye karşı doğru-düzgün muhalefet yapmadıkları için tepkiler yükselmektedir. Biriken öfkeyi düzeniçinde tutabilmelerinin yegane yolu, kendilerini bir alternatif, bir umut olarak gösterebilmektir. Bunun için de hükümete yönelik daha sert söylemler geliştirmeleri, seçim talebini yükseltmeleri ve bir kez daha sandığı çare olarak göstermeleri gereklidir. Kısacası düzen muhalefeti, kendi üzerine düşeni, -kitleleri düzen içinde tutma görevini- yerine getirmekle karşı karşıyadır. Kaldı ki bunu bile hakkıyla yerine getirdikleri söylenemez.

Buna rağmen Erdoğan yönetimi eleştirilerden fazlasıyla rahatsızdır. Erdoğan “milli ve yerli muhalefet yaratacağını” söyleyerek, bu partilerin içini karıştırmaya, bölmeye çalışıyor. Pandemi sonrası iyice düşmeye başlayan kitle desteğini yeniden kazanabilmek için, bir yandan “yeni anayasa”, “hukuk reformu” gibi iyileştirmeler vaadediyor, bir yandan da tüm muhalefeti ezmeye dönük saldırılarını arttırıyor.

Gelinen aşamada AKP-MHP blokunun kendini yenileme şansının kalmadığı ortadadır. Vaatlerin hiçbiri kitlelerde karşılık bulmuyor, inandırıcı olmuyor. Elinde tek silah olarak saldırganlık kalıyor. En küçük bir hak arayışını copla-gazla, gözaltı ve tutuklamayla bastırmaya kalkıyor. Direnen işçilere, öğrencilere, öğretim görevlilerine saldırıyor. Dahası sokak ortasında çetelerle saldırma, kaçırma gibi yöntemlerle geçmişin kontrgerilla hareketini yeniden canlandırıyor. Fakat direnişler sürüyor ve eriyişleri hızlanarak devam ediyor.

* * *

Gare operasyonu bütün bunların üzerine adeta tüy dikti. Sadece ekonomik, siyasi, diplomatik olarak değil, askeri olarak da ne kadar pespaye durumda oldukları görüldü. Her yerlerinden dökülüyorlar ve hiçbir yama artık tutmuyor.

Operasyona dair kuşkuları gideremiyor, sorulara doyurucu yanıtlar veremiyorlar. Ölenlerin otopsi raporları açıklanmıyor örneğin. Bazı aileler çocuklarının sadece yüzlerini gördüklerini, vücutlarının gösterilmediğini söylüyor. Belli ki, bombardımanın etkisiyle vücut bütünlüğü bozulanlar olmuş. ABD’nin Dışişleri Bakanı bile “söylenenler doğruysa” gibi şüpheli bir açıklama yapıyor. Bu durum, AKP’nin uluslararası ilişkilerde de yaşadığı sıkıntıların artacağını gösteriyor. Ayrıca PKK’nin elinde başka esirlerin de olduğu söylenmesine rağmen bu konuda da herhangi bir açıklama yapılmış değil.

Operasyonun sorumluluğunu Akar’ın üzerine yıkma ihtimali vardır. Soylu’nun, başarısızlığı Akar’ın üzerine attığına dair söylentiler dolaşmaktadır. Sıkıştıkları noktada tıpkı Damat’a yaptıkları gibi bir “günah keçisi” bulacaklardır. Kendi içlerinde çelişkilerin keskinleştiği ve iç çöküntünün başladığı bir gerçektir. AKP’nin il kongreleri bile bunun verileriyle doludur. Erdoğan’ın bu kongrelere bizzat katılması, iç dağınıklığı giderme çabasıdır.

Ne var ki, kitlelerin talebi şu ya da bu bakanın değil, bir bütün olarak Erdoğan yönetiminin gitmesidir. Ancak bu yönetimin gitmemek için elinden gelen her şeyi yapacağı bilinmeli, ona göre hazırlanılmalıdır. AKP-MHP bloku bugün tüm şimşekleri HDP üzerine göndermekte, onu yalnızlaştırmaya ve yoketmeye çalışmaktadır. CHP, barikatı buradan kurmazsa, kendisine sıra geleceğini farketmiştir.

Daha da önemlisi, bugün Boğaziçi öğrencilerinden pandemide yok oluşa sürüklenen esnafa kadar, öfkeli tüm kesimler, gerici-faşist blokun saldırısı altındadır. Burjuva muhalefete, hatta kendi içindeki muhaliflere bile tahammülü olmayan bu gerici-faşist blok yerle bir edilmedikçe, kimseye yaşam hakkı yoktur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …