Rojava, Kürtçe “Batı” demek. Dört parçaya ayrılmış olan “Kürdistan’ın Batısı” anlamına geliyor. Bu da Suriye’nin kuzeyine denk düşüyor. Kürtler, bu bölgeye kendi dilleriyle Rojava diyorlar, orada gerçekleşen devrime de “Rojava Devrimi” dediler. (Suriye savaşının başladığı dönemde, Kürt nüfusun Suriye’de 3.5 milyon olduğu söyleniyor.)
Suriye’de ABD emperyalizminin kışkırttığı gerici iç savaş, 2011 yılında başladı. Kürt nüfusunun yoğun olduğu Rojava’da ise, 19 Temmuz 2012 tarihinde bir devrim gerçekleşti. Lenin’in “ya devrimler savaşları önler, ya da savaşlar devrimlere yol açar” öngörüsü, yeni emperyalist savaşta Rojava Devrimi’yle bir kez daha doğrulandı.
* * *
Rojava Devrimi, ilk andan itibaren birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. En başta bunun bir devrim olup olmadığı üzerine sert tartışmalar yaşandı. Sonrasında devrimin niteliği, özellikleri, geleceği tartışma konusu oldu. Kürt hareketi ve onun kuyruğundan gidenler, Rojava Devrimi’ni Ekim Devrimi’nden bile üstün görerek abartılı değerlendirmeler yaptılar; devrimi sadece “sosyalist devrim”den ibaret gören ve o kıstaslara vuran bir kesim ise, -Suriye yönetiminin bu duruma gözyummak zorunda kalmasını da kullanarak- Rojava’da bir devrim olmadığını ileri sürdü.
Biz başından itibaren ML devrim teorisine sadık kalarak değerlendirmeyi esas aldık. Çünkü devrim, son yıllarda içi en fazla boşaltılan, çarpıtılan kavramlardan biri olmuştu. O yüzden önce “devrim” kavramını yerli yerine oturtmak, nesnel verileri ortaya koymak ve nereye denk düştüğünü belirlemek gerekiyordu. Öyle de yaptık.
En özet haliyle devrim, egemen sınıfların ve devletinin yıkılması, “ezilen” halkın veya sınıfın iktidarı ele geçirmesiydi. Buna bağlı olarak eski sosyo-ekonomik sistemin yerine yeni sosyo-ekonomik sistemin geçmesi, yeni bir yönetim şeklinin, kültürün, ideolojinin hakim olmasıydı. Dolayısıyla niteliksel bir değişimi ifade ediyordu. Rojava’da Baas rejimi yıkılmış, yeni bir yönetim kurulmuştu. Fakat üstyapıdaki değişim, ekonomik-sosyal tüm alanları kaplamış değildi. Dolayısıyla devrimin niteliği ve geleceği konusunda belirsizlikler sürüyordu. Onun için Rojava Devrimi’ni “tamamlanmamış bir devrim” olarak tanımladık.
Suriye yönetimi altında ezilen bir ulus olan Kürt ulusu, kendi yaşadığı bir bölgede iktidarı ele geçirmişti. Bu onun “ulusal” özelliğini oluşturuyordu. Diğer yandan başta kadınlara getirdiği haklar olmak üzere, dinci-gericiliğe karşı laik uygulamaları, halkın iradesini yansıtan meclislerle yönetime geçilmesi gibi birçok yenilik de, demokratik yanını oluşturuyordu.
Ne var ki, devrimin önderliğini üstlenen PYD (Demokratik Birlik Partisi) emperyalistlerin ve işbirlikçilerin hışmını üzerine çekmemek için, gerçekleşen devrimi resmileştirmekte ve ilerletmekte tutuk davrandı. Daha önemlisi, hazırlanan anayasada “özel mülkiyete dokunulmayacağı” sözünü verdi. Esad yönetiminin el koyduğu topraklar kamulaştırılmayıp eski sahiplerine iade edilerek, bir demokratik devrimin en önemli yanını oluşturan toprak devrimi yapılmadı. Devrimin kapitalizmin sınırları içinde kalacağı ve emperyalistlerle ilişkilerin süreceği baştan ilan edilmiş oldu.
* * *
Diğer yandan başlangıçta bölgenin ve devrimin ismi, Rojava olarak tüm dünyaya duyurulmuş ve öyle anılır olmuştu. Fakat sonrasında ABD ile artan ilişkilerin etkisiyle isim değişikliğine gidildi. Rojava ismiyle, yani Kürtçe adıyla anılmasına ABD işbirlikçileri karşı çıkınca, ABD de onları yatıştırmak için -özellikle de Türkiye’yi kaybetmemek adına- ismi dahil birçok alana müdahalelerde bulundu. Rojava, önce “Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu” oldu, sonra “Kuzeydoğu Suriye Demokratik Federasyonu* adını aldı. PYD-YPG’nin PKK ile bağını gizlemek için de “Demokratik Suriye Güçleri” içinde kaybolmasını sağladı.
Elbette bunlar basit bir isim değişikliği olarak görülemez. Rojava Devrimi’ni unutturma, yok sayma, eritme girişimidir. “Kuzeydoğu Suriye Demokratik Federasyonu” ismiyle, Suriye devleti sınırları içinde ve savaşın sonucunda kurulacak yönetime tabi kalacağı baştan kabullenmiş, bu konuda güvence verilmiştir. Çünkü “federatif” de olsa, bir devletin sınırları içinde kalındığı sürece, -yerelde bazı biçimsel farklar dışında- öz olarak o devletin yönetimi altında ve onun kurallarına uygun biçimde yaşanır.
Özcesi isimsel görünen bu değişiklikle, devrime damgasını vuran Kürt ulusal yönü silinmekle kalmıyor, devrimci-demokratik içeriği de törpüleniyor; kurulacak yeni yönetime uyumlu hale getiriliyordu.
Bütün bunlar, emperyalistleri ve işbirlikçilerini rahatsız etmeden, hatta onların kabul edeceği sınırlar içinde bir değişim-dönüşüm yaratma çabasıydı. Tabi bu kaygılar devrimi sürekli gerileten bir unsur oldu. Afrin gibi önemli bir kantonun kaybedilmesine yol açtı mesela. Türkiye Afrin işgalini, ABD ve Rusya’nın onayıyla gerçekleştirmişti, Kürt hareketi de ABD’nin baskısıyla Afrin’den çekildi. Diğer yandan yine ABD’nin ittirmesiyle Arap toprakları olan Rakka ve Der-yzor’a girdi.
Böylece Suriye’nin kuzeyini kapsayan Rojava, “Fırat’ın batısı”ndaki topraklarını kaybederken, petrol yataklarıyla zengin Doğu Suriye’ye, yani Arapların topraklarına uzandı. “Kuzey-Doğu Suriye Federasyonu” adını alması, bunun üzerine oldu.
* * *
Kürt hareketi bu gelişmeleri, Öcalan’ın “özyönetim” tarzının bir gereğiymiş gibi göstermeye çalışıyor. (Özyönetimi ve uygulayan ülkelerin durumunu önceki bölümde işlemiştik.) Keza isim değişikliğini ve federasyon modelini, “ulus devlet”e karşı olmakla açıklıyor. Arapların topraklarına girişini ise, “IŞİD’e karşı mücadele” şeklinde sunuyor. -IŞİD’i yaratan ABD’yi de “IŞİD’le mücadele eden” bir emperyalistmiş gibi gösteriyor böylece.
Kürt hareketi başlangıçta “Rojava Devrimi” diyerek -ki gerçek adı buydu- onun “ulusal” niteliğine özellikle vurgu yapıyordu. “Kuzey Suriye” denilmesine karşı çıkıyor, hatta bunu şovenizmle suçluyordu. Fakat sonrasında “Kuzey Suriye”, hatta “Kuzey-Doğu Suriye” olarak anılmasını sorun etmedi. ABD’nin bu dayatmasını kabullendi.
Bağımsız bir devlet ilanından vazgeçip “federasyon” şeklini benimsemesi de ayrı sorunları barındırıyor. “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” kapsamında federasyon, bir ülkenin bütününde devrim gerçekleştiğinde gündeme gelecek biçimlerden biridir. Kaldı ki o zaman bile özerk, otonom, bağımsız vb. farklı biçimler alabilir. Oysa Suriye’nin bütününde gerçekleşen bir devrim sözkonusu değildir. Emperyalist bir müdahaleyle gerici bir iç savaş başlatılmış, Esad rejiminin yerine İhvan (Müslüman Kardeşler) ağırlıklı dinci-gerici bir rejim inşa edilmek istenmiştir. ABD’nin bu planı tutmamıştır, fakat Esat’ın kalması veya gitmesinden bağımsız olarak Suriye’de halklar ayağa kalkmadıkça, demokratik bir devrimin olmayacağı da aşikardır. Bu durumda “federasyon”dan yana olmak, tıpkı Irak’ta olduğu gibi emperyalist müdahalelerle kurulmuş bir devlet yönetimine razı gelmek, o yönetim altında yaşamayı kabullenmek demektir ki, bu “UKKTH” değil, emperyalist bir çözümdür.
Rojava Devrimi’nin en büyük handikapı ABD başta olmak üzere emperyalizme karşı olmaması, aksine ilişkilerini geliştirmesidir. Bu, devrimin geleceğini de tehdit eden bir zafiyettir.
* * *
Bütün bunlar Rojava Devrimi’ni “tamamlanmamış bir devrim” olarak nitelememizi doğrulayan gelişmelerdir. Devrimin ilk yıllarında birer kaygı unsuru olarak belirttiğimiz noktalar, bugün kesinleşen gerçekler halini almıştır. Ve bunlar ne yazık ki, devrimi ileriye doğru değil, geriye doğru çekmektedir.
Elbette süreç hala tamamlanmış değildir. Daha pek çok gelişme yaşanacak ve Rojava’nın geleceğine etkide bulunacaktır. Fakat 19 Temmuz 2012 tarihinde Rojava’da bir devrim olduğu gerçeğini değiştirmez. Sonuçta Rojava’da bir devrim olmuş ve tarihteki yerini almıştır.