HDP eski Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile HDP yöneticilerinin yargılandığı Kobane davası, 26 Nisan günü Ankara’da başladı. İlk duruşma, mahkeme heyetinin hukuk dışı davranışlarına dönük olarak avukatların ve yargılanan HDP’lilerin protestolarına sahne oldu.
Duruşma öncesinde, Sincan Cezaevi kampüsündeki duruşma salonu önünde HDP yöneticileri basın açıklaması yapmak istedi. Polis HDP’lilerle basın mensupları arasında kalkanları kaldırarak görüntü alınmasını engellemeye çalıştı. Engellemelere karşın HDP Eş Başkanı Mithat Sancar kısa bir açıklama yaptı.
Avrupa Parlamentosu başta olmak üzere çok sayıda Avrupalı heyet davayı izlemek üzere mahkeme salonundaydı. 1200 avukat ve 10 baro başkanı davaya müdahil olmak istedi. İlk gerginlik, pandemi bahanesiyle bu avukatların mahkeme salonuna alınmaması üzerine yaşandı. İçerideki avukatlar da salonu terketti.
Avukatların bulunduğu salona SEBGİS ile bağlanan sanıklar, savunma hakkının gaspedildiğini belirterek avukatları olmadan soruları cevaplamayacaklarını söylediler. Figen Yüksekdağ ve Sebahat Tuncel durumu protesto edince mahkeme heyeti onların mikrofonlarını kapattı; onlar da mahkemeye sırtlarını dönerek durumu protesto etti. Selahattin Demirtaş da “susmaya değil konuşmaya, yargılanmaya değil yargılamaya geldik” dedi. Gülser Yıldırım, Kürtçe konuşarak hukuk dışı tutumları teşhir etti. Bu protestolar üzerine, salona alınmayan avukatlar dahil tüm avukatlar salona alındı.
Selahattin Demirtaş mikrofonu kapatılınca, yazdığı kağıtları mahkemeye göstermeye başladı. Önce “söz istiyorum” yazılı bir kağıt gösterdi, ardından “128 milyar dolar nerede” diye yazdı.
Avukatların “reddi hakim” talebi heyet tarafından reddedildi. İddianamenin okunmasının ardından bir sonraki duruşma için 3 Mayıs tarihi belirlendi.
Kobane direnişine AKP’nin öfkesi
Suriye’de savaşın başlamasının ardından Kürt hareketi bazı bölgelerde yönetimi ele geçirmiş ve kanton işleyişi kurmuştu. Kobane kasabası da PYD’nin kontrolü altında bulunan kantonlardan biriydi. 2014 yılı Eylül ayında Kobane’ye IŞİD saldırısı başladı, buna karşı görkemli bir direniş yaşandı. Erdoğan’ın “Kobane düştü, düşecek” sözleriyle sevincini belli ettiği günlerde, tüm dünyada Kobane’ye destek eylemleri yapılıyordu. 6-8 Ekim günlerinde de Türkiye’de kitlesel gösterilerle Kobane direnişine destek verildi. Bu eylemlere polis sert biçimde saldırdı, bazı bölgelerde gerçek mermi kullandı; bazı kentlerde Hüda-Par adlı tarikat da kitlelere saldırdı. Üç gün devam eden eylemler sırasında, 35 il ve 96 ilçede, toplam 37 kişi yaşamını yitirdi.
Bu dönemde HDP’nin AKP hükümetinden talebi, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden gelecek askeri yardımın Türkiye üzerinden Kobane’ye ulaştırılmasıydı. 20 Ekim 2014 günü Iraklı Peşmerge güçlerinin Türkiye üzerinden Kobane’ye geçmesine izin verildi. Sonrasında Erdoğan yönetimi, hem Kürt kentlerine dönük pervasız bir yıkım saldırısı başlattı; hem Suriye’deki Kürt hareketine karşı daha saldırgan bir tutum geliştirdi. 6-8 Ekim olaylarının hesabını sormak için HDP’lileri tutuklattı.
Özellikle Demirtaş’ın tutuklanması, adeta bir “rehin politikası”ydı. Onunla ilgili çeşitli suçlamalarla açılan davaların bir kısmı düştü, bir kısmı beraatla sonuçlandı; ancak tahliye edilmemesi için yeni davalar ya da yeniden açılan davalarla tutukluluk hali sürdürüldü. AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) 20 Kasım 2018 tarihli kararıyla Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması gerektiğini belirtti; ancak Erdoğan “AİHM kararı bizi bağlamaz” sözleriyle uluslararası anlaşmaları da tanımayacağını belirtmiş oldu. Hiçbir hukuksal dayanağı olmayan kararlarla Demirtaş bugüne kadar hapiste tutuldu.
Kobane’de PYD’nin IŞİD gericiliği karşısındaki zaferi, Erdoğan’ın Suriye politikasının yenilgisinin önemli ayaklarından birisiydi. Bugün başlayan dava da, bu yenilgi karşısında duyulan öfkenin ve intikam çabasının göstergesidir.