Geride bıraktığımız 1 Mayıs, sınıf mücadelesinin iki yüzünü çarpıcı bir biçimde göz önüne serdi. Bir tarafta kitlelerin yakıcı ihtiyaçlarına sahip çıkan militan ve karalı bir 1 Mayıs vardı; diğer tarafta ise DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’un işbirlikçi sendikaların saflarına yuvarlanışı…
1 Mayıs kavga günüdür
1 Mayıs, iki düşman sınıfın, burjuvazi ile proletaryanın karşı karşıya geldiği en önemli gündür. Proletarya, çok büyük mücadeleler sonucunda elde etmiştir bu günü; tarihsel olarak sömürüye ve sömürücülere karşı verdiği savaşın en önemli kazanımlarından biri olmuştur. Burjuvazi için ise, kendi varlığını, gücünü ve sömürüsünü sürdürebilmenin tek yolu, proletaryanın kazanımlarını yoketmektir.
Bu nedenle, iki düşman sınıfın gövde gösterisidir 1 Mayıs. Bu nedenle burjuvazi tüm gücüyle saldırır 1 Mayıs öncesinde ve 1 Mayıs gününde; proletaryanın bu büyük bayramını hakkıyla kutlamasını, meydanlarda bütün görkemiyle yer almasını engellemek ister. Ve bu nedenle proletarya bütün gücüyle çıkmalıdır alanlara; burjuvazinin içine korku salmalı, sömürüye ve baskıya boyun eğmeyeceğini haykırmalıdır. Sadece bir bayram değil; asıl olarak bir kavga günü, bir mücadele günü, burjuvaziye karşı sınıf mücadelesini yükseltme günüdür 1 Mayıs.
Ve her kesimin 1 Mayıs’ı nasıl geçirdiği, hangi sınıftan olduğu, sınıf mücadelesinin neresinde durduğu ile doğrudan ilgilidir.
1 Mayıs Platformu hazırlıklara erken başladı
29 devrimci-demokrat kurum ve direnişçi sendika tarafından oluşturulan, PDD’nin de bileşeni olduğu 1 Mayıs Platformu, 9 Nisan günü Kadıköy-Rıhtım’da yaptığı eylem ile 1 Mayıs çalışmalarına başladığını duyurdu. Platformun öncelikli kararı, pandemi yasaklarına rağmen 1 Mayıs günü Taksim’de temsili değil, kitlesel kutlama yapılmasıydı. Bu doğrultuda 20 Nisan’dan itibaren yaygın ve etkili bir 1 Mayıs çalışması yürüttü. Özellikle 20 Nisan günü Kadıköy-Rıhtım’da başlayan ve polisin engelleme çabalarına rağmen Kadıköy caddelerinde, sokaklarında devam eden bildiri dağıtımı, militan ve kararlı bir duruş ifadesiydi. 20-29 Nisan arasındaki süre boyunca, merkezi yerlerde, metrobüs duraklarında ve işçi havzalarında bildiri dağıtımları, direnişçi işçilerle birlikte Bakırköy Meydanı’nda basın açıklaması, yaygın biçimde pankart asılması gibi çok yönlü bir eylem pratiği içinde oldu platform.
DİSK, KESK, TTB ve TMMOB 1 Mayıs günü Taksim’de “temsili” kutlama yapacağını açıkladığında, yayınladığı bir bildiri ile tutumunu şu sözlerle netleştirdi.
“Bizler 1 Mayıs Platformu olarak; yasaklara, baskılara rağmen İstanbul’un her yerine taşıdığımız 1 Mayıs irademizi, taleplerimizi 1 Mayıs gününde de göstereceğiz.
Virüsün kol gezdiği işyerlerinde dahi işçiler nasıl ki “temsili” çalıştırılmıyorsa, salgın boyunca çarkların durması bir yana üretimin artan hızıyla övünülüyorsa, işçilerin iradesi de “temsili” gösterilemez.
Bu açıdan, temsili yapılacak hiçbir kutlamada olmayacağız.
Bu sene 1 Mayıs’ı, işçi sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma gününü, başta Taksim olmak üzere, platformumuz bileşenlerinin olduğu her yerde, sokaklarda, meydanlarda tüm coşkumuzla kutlayacağız.
Virüse, açlığa, yok sayılmaya, aşağılanmaya karşı bu 1 Mayıs’ta direnişin sesini ortak mücadelemizle daha da yükselteceğiz.”
Platformun 1 Mayıs tutumu buydu. Ve bu karar, 1 Mayıs günü hayata geçirildi. Pek çok noktadan gruplar halinde Taksim zorlandı; polisin azgın saldırısı sonucunda 300’e yakın kişi gözaltına alındı. Ayrıca birçok emekçi semtte sabah saatlerinden itibaren 1 Mayıs kutlamaları gerçekleştirildi. 1 Mayıs, pandemi yasaklarına ve polisin saldırılarına rağmen işçi ve emekçilerin öfkesini ve mücadele coşkusunu alanlara yansıttı.
Diğer taraftan 2021 1 Mayısı, çok önemli bir ayrım noktasında olduğumuzu gösterdi.
1 Mayıs, 1 Mayıs günü kutlanır
İlk ayrım, 1 Mayıs’ın kutlanacağı gün konusunda, devletin sokağa çıkma yasaklarına uyum sağlamaya çalışanlarla ortaya çıktı.
1 Mayıs, tüm dünyada işçi sınıfının ortak biçimde kutladığı tek gündür. Tam da bu nedenle, başka bir gün kutlanması mümkün değildir. 1 Mayıs, tüm dünya işçi sınıfı ile birlikte, aynı günde kutlanmalıdır. Üstelik bu, akşam saatlerine, balkonlara, evlere hapsedilecek bir kutlama da değildir; gün, 1 Mayıs ile başlamalı, sabah saatlerinden itibaren kitleler sokaklara, meydanlara çıkmalıdır.
Bazı kurumlar bu temel gerçeği unutarak ya da unutturmaya çalışarak, 1 Mayıs’ın “tam kapanma” adı verilen “sokağa çıkma yasakları başlamadan önce”, yani 29 Nisan günü kutlanması için ısrar ettiler. Bu ısrarlarını “işçi sınıfının kitlesel ve güçlü bir mitinge ihtiyacı var” benzeri sözlerle gerekçelendirmeye çalışanlar da oldu elbette. Oysa işçi sınıfının ihtiyacı olan tek şey, saldırılar ve hak gasplarına karşı militan ve kararlı bir mücadeledir. Devletin çizdiği sınırlara uyan, egemenlerin dayatmalarını kabul eden bir 1 Mayıs’ın, işçi sınıfına verebileceği hiçbir şey yoktur.
İcazetle 1 Mayıs kutlanmaz
İkinci ayrım noktası ise DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’un 1 Mayıs günü Taksim’deki icazetçi 1 Mayısı ile, devrimci-demokrat kurumların mücadeleci 1 Mayısı arasında ortaya çıktı. 4 Konfederasyon devletten izin alarak, tek tek isim bildirerek, tıpkı Türk-iş ya da Hak-iş gibi 1 Mayıs günü Taksim anıtına çelenk bırakmayı “1 Mayıs kutlaması” diye lanse etmeye çalıştılar.
Elbette DİSK başta olmak üzere bu sendika-meslek örgütlerinin her biri, işledikleri suçun, sınıfa dönük ihanetlerinin ne kadar büyük olduğunun farkındalar. Ancak bir kere düşmeye başlayınca, tutunmak pek mümkün olmuyor.
2020 1 Mayısı’nda yaşananlar, bugünlerin habercisiydi aslında. Geçtiğimiz yıl ilk falso, 1 Mayıs’tan bir gün önce Kazancı Yokuşu’nda yapılan anma sırasında ortaya çıktı. DİSK başta olmak üzere 4 konfederasyon, anma için devletin bariyerlerle ayırdığı alana girdi ve anmaya katılmak üzere kortej oluşturmuş olan devrimci-demokrat kurumları bariyerin dışında bıraktı. Üstelik bu konu baştan konuşulmuş, böyle bir dayatma olursa kabul edilmeyeceği karara bağlanmıştı. Buna rağmen devletin belirlediği çerçevede anmayı yapmayı kabul ettiler. Bu yapılan yanlışa karşı gün içinde tepkiler yükselince, KESK, TTB ve TMMOB hata yaptıklarını kabul ettiler; DİSK ise yaptığı hatayı bir adım daha ileri götürdü ve kendi başına 1 Mayıs kutlama kararını açıkladı. Tam da devletin istediği biçimde, diğer üç konfederasyon da dahil olmak üzere tüm kurumları dışlamış ve tıpkı Türk-iş gibi tek başına Taksim anıtına çelenk bırakma kararı almıştı. Son dakikada kararını “sendika binasından Taksim’e kadar yürüme”ye çevirince devletin saldırısı ile gözaltına alındılar; ancak bu sonuç, onların nasıl bir uzlaşmacılık çıkmazına girdiği gerçeğini değiştirmedi.
Zaten bu yıl yaşananlar, geçen yıl tartışılan konuların tesadüfi olmadığını, başlayan bir uzlaşmacılık çizgisinin doğal devamı olduğunu gösterdi.
DİSK bu yıl, devrimci-demokrat kurumların da katıldığı geniş 1 Mayıs bileşenleri toplantısına bile katılmadı. Dahası 1 Mayıs’a günler kala Süleyman Soylu ile birlikte fotoğraf çektirerek işbirlikçi tutumlarını resmileştirdiler. Üstelik insanların 1 Mayıs hazırlık eylemlerinde sokaklarda polisten dayak yediği günlerde… Üstelik İçişleri Bakanlığı’nın polis saldırılarını cep telefonu ile kaydetmeyi yasakladığı, böylece 1 Mayıs günü eylemcilere pervasızca saldıracağını ilan ettiği günlerde…
İşçi sınıfının temsilcisi olduğunu iddia eden DİSK, burjuvazinin temsilcilerinin safında durduğunu bu görüntülerle ilan etti. 1 Mayıs günü diğer 3 konfederasyonla birlikte Taksim anıtına bıraktıkları çelenk ile, 1 Mayıs’ı değil, işçi sınıfına ihanetlerini kutluyorlardı.
“Pandemi sınavı”nı geçemeyen sendikalar
Koronavirüs salgını, devlet için “Allah’ın bir lütfu” oldu. Son bir yıldır her tür hak gaspı için pandemi bahanesi ileri sürüldü. İşçi kıyımları, işçilerin çalışma koşullarının ağırlaştırılması, eylem yasakları, hatta kitlelerin sokakta dolaşma hakkının bile gaspedilmesi için salgın bahanesi kullanıldı.
Sınıfsal fark, salgında çok daha çarpıcı biçimde ortaya çıktı. Egemen sınıflar ilaca, tedaviye, aşıya rahatlıkla ulaşabilirken, işçi sınıfının payına ağır çalışma ve yaşam koşulları düştü. Yasaklar burjuvaziyi de, burjuvazinin temsilcisi AKP’yi de bağlamadı. Lüks otellerde tatiller yaptılar, tıka basa dolu salonlarda kongreler gerçekleştirdiler, “tam kapanma” günlerinde camide toplu namaz kılmayı yasaklamadılar… Pandemi bahanesiyle alınan bütün yasaklama kararlarının keyfi, pervasız ve kuralsız olduğu, her biçimde ortaya çıktı.
İşçilerin çıkarlarını koruduğunu iddia eden DİSK, bu yasakları zorlayacak tek bir adım atmadı. TTB, “kapan-ma”nın salgına hiçbir faydasının olmadığını bile bile, “yaygın aşılama”, “toplu taşımanın rahatlatılması” gibi hayati önemdeki talepleri ikinci plana atarak, “bizi kapatın” çağrıları yapmaya devam etti. DİSK ve TTB, son bir yılda işçilerin yaşadığı derin yoksullaşmada, hak gasplarında, salgına karşı doğru yöntemlerle mücadele edilememesinde sorumluluk sahibidirler. En son 1 Mayıs’ı geçiştirme tutumları, bunun en açık ifadesidir.
İşçi ve emekçilerin ihtiyacı olan şey “tam kapanma” değil, mücadele ve eylem gücünü açığa çıkarmaktır. Salgını kontrol altına alacak yöntemleri uygulatacak olan da, yaşadığı yoksulluğu-açlığı çözecek olan da, çalışma koşullarını iyileştirecek olan da budur. İşçilerin fabrikalara, kitlelerin evlere kapatılmasına, dolayısıyla mücadele güçlerini kaybetmelerine ortak olan kurumlar, bugün yaşanan acıların da sorumlusudurlar.
Sendika ve meslek örgütleri, önemli bir yol ayrımındadır; ve girdikleri yoldan dönmelidir. Bunun bir yolu, bu konfederasyonlara bağlı direnişçi sendika ve odaların kendi merkezlerindeki uzlaşmacılığa karşı da mücadele etmeleri ve yönetimler üzerinde baskı kurmalarıdır; diğer yolu ise devrimci kurumların daha etkin bir mücadeleyi yükseltmesidir. Aksi durumda bugün yaşanan acıların, kaybedilen mevzilerin, hak gasplarının yarattığı etki, kitleler üzerinde ağır tahribatlar yaratmaya devam edecektir.