MİGROS, PTT, SML, SİNBO, BALDUR, EKMEKÇİOĞLU METAL, LÖGEL MAKİNA… Son aylara damgasını vuran ve bir kısmı hala devam eden bu direnişlerin ortak özelliği, işçilerin Kod-29’dan işten atılmalarıdır. Bir diğer ortak özelliği ise, sendikalaşma mücadelesi yürütmeleri, sendikaya üye olmaları…
Sendikalaşmak, işçi sınıfının militan mücadelesiyle kazandığı bir haktır. Bu öylesine büyük bir mücadeledir ki, devletler “anayasal hak” olarak kayıtlara geçirmek zorunda kalmışlardır. Buna rağmen, işçi sınıfı mücadelesinin zayıfladığını farkettikleri her dönemde bu hakkı gaspetmek için harekete geçerler. Yüzyıllara dayanan mücadelenin kazanımlarını korumak için, günümüzde de tekrar tekrar mücadele etmek gerekir. Bu nedenle sendikalaşma mücadelesi, kapitalist sistemin kendisine karşı mücadeleye dönüşür her defasında.
Koronavirüs salgınının oluşturduğu koşullar, bir kere daha burjuvazinin, kazanılmış haklarımızı gaspetmek için harekete geçmesine olanak sağladı.
Patronların pandemi fırsatçılığı
Pandemi, işçi ve emekçiler için açlıktan ya da salgından ölmek anlamına geliyor; patronlara ise daha fazla kar etme olanağı…
“Koronavirüs bir işçi hastalığıdır” diyoruz. Aynı zamanda bir “işçi kıyımı”dır. Hem işçilerin hastalıktan kırılmaları, hem de sömürünün ve işten atmaların pervasızlaşması anlamında böyledir. Devletin yaptığı her düzenleme, yayınladığı her kararname, bu durumu daha da vahim hale getirdi.
Pandemi, patronlar için “Allah’ın bir lütfu” olurken, milyonlarca işçi için “kırk satır mı kırk katır mı” misali, “ölümlerden ölüm beğen” oldu. Hastalık, açlık ve işsizlik kıskacında can çekişir hale geldi. İşsizlik Türkiye tarihinin zirvesini gördü. Kısa çalışma ödeneğinin süresi bittiğinde yeni bir işçi kıyımı dalgası daha yükselecek.
Pandemi döneminde sendikalaşma
Düşük ücret politikası, ağır çalışma koşulları, idari baskılar ve kadın işçilere yapılan tacizler işçileri sendikalaşmaya yöneltiyor. Ama en başa düşük ücreti yazabiliriz. Çünkü enflasyon yüksek, temel tüketim ve hizmet ürünleri her gün zamlanıyor; işçilerin ücretleri yetmiyor, yoksullaşma derinleşiyor.
Sendikalaşmak “anayasal hak” olarak yasalara geçirilmiş olsa da, sendikalaşmanın önü çeşitli engellerle kesilmiş durumda. Önce yüzde 10 işkolu barajını geçmek gerekir. Bu barajı aştığında, işyerindeki yüzde 50+1 işyeri barajına takılırsın. Bunları geçmeden işyerinde yetkiyi alamazsın. Hepsini aşıp örgütlenmeni gerçekleştirdiğinde, bu defa da patronun mahkemeye itirazı ile karşılaşırsın. Kimi zaman yıllarca süren davalar, işçiyi sendikalı olmaktan bezdirir; bu arada patron işçilerin bir kısmını kandırarak sendikadan istifa ettirir. Tüm bu yasal engeller aşıldıktan sonra bu kez de işten atılma, gözaltılar, polisin-jandarma saldırısıyla karşılaşırsın. Buna karşı greve çıktığında, patronların lokavtı ya da grev kırıcıları kullanmasıyla grev etkisiz hale getirilir vb…
Sendikalaşmak, TİS ve grev hakkı, toplumsal olarak kazanılmış bir haktır; ancak bu bir güvence değildir, her işyeri için tekrardan kazanılması gerekir.
Sendikalaşma mücadelesi, patronlar için en önemli işten atma sebebidir. Ancak bunu her defasında farklı biçimlerde perdeler, bahaneler üretirler. Bu kimi zaman ekonomik daralma olur, kimi zaman işçilere dönük iftiralar… Salgın günlerinde en büyük bahaneleri ise, Kod-29 oldu. İşçiler “ahlaksızlık”la suçlanarak kapının önüne kondu. Son bir yılda yaşanan direnişlerin neredeyse tamamı Kod-29’la işten atılan işçiler tarafından gerçekleştirildi. Bunların büyük çoğunluğu, sendikalaştıkları için işten atılan işçilerdi; içlerinde sendika yöneticileri de bulunuyor.
Hak gaspının yeni adı: Kod 29
Günümüzde Kod-29, sendikalaşmanın ve hak aramanın en büyük engelidir. Pandemi döneminde işçilere dönük en büyük saldırıdır aynı zamanda. Kod-29’la işçiler sadece işten atılmakla kalmıyor; siciline “ahlaksızlık” lekesi işleniyor, tazminatlarını alamıyor, işsizlik ödeneğinden yararlanamıyor, işe geri iade davası açamıyor, ömürleri boyunca bu bu lekeyi üzerlerinde taşıyorlar ve kayıtdışı çalışmaya zorlanıyorlar.
Bütün bunlar işçiler için çok büyük bir tehdittir. Patronlar sendikalaşma mücadelesinin karşısına Kod-29’u koyarak, işçileri sendikalardan uzak tutmak istiyorlar. Ancak işçiler hem Kod-29’a karşı mücadele ediyor, hem de bu ağır çalışma ve yaşam koşullarında tek kurtuluşun sendikalaşmak olduğunu daha iyi görüyorlar.
Onların mücadelesi sonucunda devlet “Kod-29” uygulamasına bir kılıf geçirmek zorunda kaldı. Geçtiğimiz Nisan ayında SGK’nın yaptığı bir açıklama ile “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı” hallerinin her biri için ayrı kodlar belirlendi. Mesela şimdi sendikalaşan işçiler en çok Kod-46 ile (işçinin, patronun güvenini kötüye kullanması, hırsızlık yapması, patronun meslek sırlarını deşifre etmesi vb.) işten atılıyorlar. Ancak bu Kod’ların herbirinde, tıpkı Kod-29’da olduğu gibi tazminat, işsizlik ödeneği, işe geri dönme davası gibi haklar yine gaspediliyor. Yani işçilerin uğradığı hak gaspında bir değişiklik yok. Sadece “ahlaksızlık” yerine “hırsızlık”tan işten atılmış oluyorlar.
Pandemide ücretsiz izin uygulaması da sendikalaşmayı engellemenin bir başka yolu oldu. Sendikalaşan işçiler ücretsiz izne çıkartıldığı zaman, mücadele kesintiye uğruyor. Bugün direnen işçilerin bir kısmı önce ücretsiz izne çıkarılmış, buna tepki gösteren-direnen işçiler Kod-29’dan işten atılmışlardı. Tıpkı Migros, Sinbo işçileri gibi…
Patronlar işçilerin e-Devlet şifrelerini alarak da sendikalaşma mücadelesini engellemeye çalışıyorlar. Eskiden sendikalı olmak için noter şartı vardı. Yapılan düzenlemeyle noter şartı kaldırıldı; işçiler e-Devlet üzerinden sendikaya üye olmaya başladılar. İşbirlikçi sendikacılar da bu düzenlemeyi desteklediler. Ancak patronlar işçiler üzerinde baskı kurarak e-Devlet şifrelerini alabiliyor, böylece sendikaya üye olanları öğrenebiliyorlar.
Pandemi koşullarında bunun kolay bir yolunu daha buldular. En son “tam kapanma” adı verilen dönemde, izin belgesinin e-Devlet’ten alınması zorunluluğu getirildi. İşçiler bunu kendi başlarına yapabilecekken, patronlar işçilere izin belgesi hazırlamak için e-Devlet şifrelerini almaya çalıştı; hatta işçileri buna zorladı.
Bursa-Kestel’de faaliyet gösteren Atılım Desen fabrikasında çalışan işçilerin durumu buna çarpıcı bir örnektir. Patron “çalışma izin belgesi çıkaracağız” bahanesiyle işçilerin e-Devlet şifrelerini topladı ve sendikaya üye olduğunu öğrendiği işçileri işten çıkardı. Bunun üzerine diğer işçiler şalteri indirerek arkadaşlarına destek oldular.
Son sözü direnenler söyler
“Tam kapanma” adı verilen dönem, işçiler için “tam sömürü” dönemi oldu. Neredeyse işçilerin tamamına yakını “kapanma”dan “muaf” tutuldu; hafta sonları da dahil “tam çalışma”ya mahkum edildi. Bu arada örgütlenme, sendikalaşma, TİS, grev gibi tüm haklar fiilen yasaklandı.
Saldırılara karşı direnişler de artarak devam ediyor. Direnişler büyük ve kitlesel olmasa da yaygın ve militan eylem biçimleriyle devam ediyor. Özellikle patronların evlerinin, şirket merkezlerinin önünde eylem yapmak, satış mağazalarında kasa kilitlemek, AVM önü ve içlerinde ajitasyon çekmek gibi eylemler patronları ve devleti oldukça rahatsız ediyor. Öyle ki, Migros, SML gibi Kod-29’la işçi çıkaran yerlerde, direnen işçilere tazminatlarını ve diğer haklarını fazlasıyla vermeyi teklif ediyorlar.
Fakat işçilerin talebi, Kod-29 ve türevlerinin kaldırılması, sendikalı olarak işlerine geri dönmektir. Yapılması gereken, mücadeleyi büyük bir kararlılıkla sürdürmek, fiili mücadele yöntemlerini çoğaltmaktır. Son sözü direnenler söyler. Şimdi örgütlü-militan mücadeleyi yükseltme zamanı!