Yıkalım mafya-sermaye düzenini; KURALIM EMEĞİN İKTİDARINI!

Tüm engellere rağmen dünyada ve ülkemizde 1 Mayıs büyük bir kararlılıkla kutlandı. Pandemiyi fırsata çeviren egemen sınıflar, emperyalist-kapitalist ülkeler dahil her yerde işçi ve emekçiler üzerindeki sömürü ve baskıyı arttırdılar. Daha kötüsü, yalnızlık ve çaresizlik duygusunu yaydılar. Her tür hastalığın, salgının müsebbibi kendileri olduğu halde, yükü emekçi halkın sırtına bindirdiler. Salgından en çok ölenler yoksullar oldu. Yaşayanlar ise, hastalık-açlık-işsizlik kıskacında sadece nefes almaya çalışıyor…

Tüm dünyada yoksulluk ve işsizlik artarken, tekeller kar rekorları kırıyor. En çok da ilaç tekelleri ve tabi ki, korona aşısı üretenler. Alman Pfizer-BioNTech firmasının korona döneminde elde ettiği gelir 20 milyar doların üzerinde. 2021’de ise 30 milyar dolara çıkacağı söyleniyor. ABD’li Moderna firmasının 2020’de kazandığı 18,4 milyar dolar, onun da 2021 beklentisi 19,6 milyar dolar. Aşı üreten diğer ilaç tekelleri de yüksek karlar elde etmiş durumda. Buna karşın hala “patent” kavgası yapıyorlar. Aşı üretim teknolojisini diğer ülkelerle paylaşmak istemiyorlar. Üstelik aşı üretimini devletlerin parasal desteğiyle, yani halkın vergileriyle gerçekleştirdikleri halde…

Dünyada 4 milyon insan koronadan can verdi. En fazla aşı üreten ülke olan Hindistan’da yoksul halk salgından kırılıyor; ünlü Ganj nehrinde cesetler yüzüyor. Kapitalizmin varlık içinde yokluk çektiren paradoksunu bu kez aşı üzerinden yaşıyoruz. Her yerde ilk önce zenginler aşılanıyor; zaten korunaklı bir hayata ve her tür tedavi olanaklarına sahipler. Onun için korona “işçi-emekçi hastalığı” oldu.

Bunu ülkemizde net biçimde görüyoruz. Salgın dönemi varolan çelişkileri ve ayrıcalıkları daha fazla su yüzüne çıkardı. Her aşamada “çifte standart”la karşılaşıldı. “Tam kapanma” döneminde, 18 gün boyunca halk “katıksız hücre cezası” çekerken, zenginler lüks otellerde tatil yaptılar. Küçük esnafın dükkanı aylardır kapalıydı ve hiç bir destek alamadı, ama geçilmeyen köprüler için hazineden milyonlar akıtıldı. İşçiler yine tıklım tıklım toplu taşıtlarla işe gitmek ve sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda kaldı ve üstelik tek bayramı 1 Mayıs’ı kutlaması yasaktı!

* * *

İşte bu ikiyüzlü ve keyfi uygulamalara karşı 1 Mayıs’ta alanları doldurmak ve sınıfın gücünü göstermek gerekiyordu. İşçi ve emekçiler bu yıl pandemi koşullarında ikinci 1 Mayısı yaşadılar. İlkindeki şaşkınlık yerini öfkeye bırakmıştı. Örneğin Fransa’da geçen yıl içinde yoldaşlarımızın da olduğu sadece bir grup, 1 Mayıs’ı meydanlarda kutlamayı zorlarken, bu yıl onbinlerce kişi başta Paris olmak üzere caddeleri doldurdu. Aynı durum diğer Avrupa ülkeleri için de geçerliydi.

Bizde de geçen yıl bazı devrimci kurumlar bile “bu koşullarda 1 Mayıs kutlanamaz” diyordu, internet ve balkonlardan kutlamaya teslim olmuşlardı. DİSK başta olmak üzere sendikalar ve meslek örgütleri, tam bir edilgenlik ve sessizlik içindeydiler. Bizim ve birkaç devrimci kurumun çabalarıyla ancak harekete geçtiler, ama ruhlarına sinmiş uzlaşmacılık ve icazet duygusuyla, daha 1 Mayıs şehitlerini anma törenlerinde devrimci kurumları ortada bıraktılar. Bunlara rağmen 1 Mayıs günü küçük gruplar şeklinde de olsa Taksim hedefli gösteriler yapabilmişti.

Bu yıl ise 1 Mayıs’a geçen yılın dersleriyle girildi. Devrimci kurumların çağrısıyla “1 Mayıs Platformu” oluşturuldu. 1 Mayıs faaliyetlerine hem daha erken başlandı, hem de sendikaların 1 Mayıs üzerindeki tahakkümü kırılabildi. “Aynılar aynı yerde, ayrılar aynı yerde” saflaştı; ki bu, mücadeleyi ileriye taşıyan bir yol ayrımıydı. DİSK, KESK, TTB, TMMOB’tan oluşan grup, geçen yıldan daha geri bir profil sergilediler. Türk-İş gibi Kazancı Yokuşu’na karanfil bırakıp, Taksim’e çelenk koymakla yetindiler. 1 Mayıs Platformu bileşenleri ise, 1 Mayıs öncesi işçi havzalarında, merkezi yerlerde toplu bildiri dağıtımı, direnişçi işçileri ziyaretler, yaygın 1 Mayıs pankartları ile geniş kitlelere seslendiler. 1 Mayıs günü yasaklara-kapatmalara rağmen gruplar halinde Taksim ve çevresinde yürüyüşler yaptılar; emekçi semtlerde sokaklara çıkıp 1 Mayıs’ı kutladılar. Tüm engellerin aşılabileceğini, 1 Mayıs’ın yasak tanımayacağını dosta-düşmana gösterdiler. Ayrıca AKP’nin işçi ve emekçilere dönük ikiyüzlü politikalarını da somut biçimde teşhir etmiş oldular.

Bu yönüyle 2021 1 Mayısı, egemen sınıfların pandemi bahanesiyle artırdığı baskı ve sömürüye, yasakçı politikalarına karşı, devrim cephesinin anlamlı bir yanıtı oldu.

* * *

Kriz ve salgın, burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki çelişkiyi derinleştirmekle kalmıyor; egemen sınıfların iç çelişkilerini ve çıkar kavgalarını da büyütüyor. Salgın döneminde kitlelerin tepkisini daha fazla çeken ve her geçen gün kitle desteğini yitiren AKP-MHP bloku bu kez mafya liderlerinin atışmalarıyla sarsılıyor. Yıllardır mafyatik yöntemlerle varlıklarını sürdürmeye kalkmanın sonuçlarını yaşıyorlar.

AKP Sedat Peker, MHP Alaattin Çakıcı üzerinden hem rakip partilere, hem halka karşı yıllarca terör estirdi. Önce Peker AKP mitinglerinde boy gösterdi; sonra Çakıcı Bahçeli ile pozlar verdi ve bir af yasasıyla tahliye edildi. Ardından Çakıcı’nın dönemi başladı; Mehmet Ağar, Korkut Eken gibi geçmişin kontrgerilla şefleriyle fotoğraflarını yayınladılar. Susurluk, o fotoğraf üzerinden yeniden hatırlandı.

Şimdi Sedat Peker, çektiği videolarla AKP’yi sallıyor ve ‘90’lı yılarda “mafya-devlet” içiçeliğinin sembolü haline gelen Susurluk daha fazla konuşuluyor. Fakat bugün ne yazık ki, Susurluk’u aşan bir tablo ile karşı karşıyayız. Hiç bir dönem mafya liderleri bu kadar açıktan sahiplenilmemiş ve hiç bir dönem bu kadar pervasız olmamışlardı. Hükümet ortağı Bahçeli, Çakıcı’ya “dava arkadaşım” diyerek sahip çıktı; AKP’liler Sedat Peker”e “hayırsever iş adamı” ödülü verdi, İçişleri Bakanı “koruma polisi” tahsis etmişti. Kısacası devlet-mafya içiçeliğinde ‘90’lardan bu yana epey bir yol almışlardı. Dolayısıyla çürüme ve çöküş de daha şiddetli yaşanıyordu.

Ama Susurluk döneminde olduğu gibi halk sokaklara çıkıp tepkisini eylemli bir şekilde ortaya koymadıkça, hükümet değişikliği bile olmaz. Daha önemlisi, mafyayı büyütüp besleyen sermaye düzeni yıkılmadan mafyadan kurtulunmaz. Köklü çözüm, mafya-sermaye düzeninin yıkılması ve emeğin iktidarının kurulmasıdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …