HDP’nin başında sallandırılan kılıç; KAPATMA DAVASI

HDP üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi salladıkları kapatma davası yeniden gündemde. Daha önce Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) reddettiği iddianame, Bahçeli’nin AYM’ye dönük tehditleri sonrasında kabul edildi. Şimdi bu davanın nasıl sonuçlanacağı ve bu durumun Türkiye’deki siyasal gelişmeleri nasıl etkileyeceği tartışılıyor.

Bu davanın hukuki hiçbir dayanağının olmadığı, tamamen siyasal hesaplara göre açıldığı herkesin gördüğü bir gerçektir. Davanın açılmasında başrol oynayan Bahçeli’nin sözleri bile, hiçbir demagojiyle gizlenmeyecek kadar açıktır ve buna gerek de duymayan bir saldırganlıkla hareket edildiğini göstermektedir.

 

AKP’nin içine düştüğü zor durum

AKP-MHP bloku kitle desteğini yitirdikçe, milliyetçi-şoven söylemler ve saldırılar yeniden tırmanmaya başladı. HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için meclise sunulan fezlekeler, gözaltı ve tutuklamalar, HDP’nin kapatılmasına dönük girişimler ve ensonu HDP’nin İzmir il binasına silahlı saldırı, Deniz Poyraz cinayeti…

Tam da bu saldırının ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianamesi AYM tarafından kabul edildi. Oysa aynı AYM, sözkonusu iddianameyi, “CMK’nın ‘yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır’ hükmüne aykırı” bularak, 31 Mart 2021 tarihinde iade etmişti.

Bunun üzerine Bahçeli, “HDP’nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması, artık ertelenemez bir hedef olmalıdır” diyerek, adeta AYM’nin ölüm fermanını okudu. Bahçeli daha önce de AYM’nin “yeni sisteme uygun hale getirilmesi”ni istemişti. HDP iddianamesini kabul etmediği noktada ise, Bahçeli’nin saldırı oklarının hedefi haline geldi. Bahçeli, AYM’yi “Türkiye’nin terör ve bölücülükle mücadelesine duyarsız, ilgisiz” olmakla suçladı.

Bahçeli’nin AYM üzerinden esasında AKP’ye dönük tehditleri sonuç verdi. AYM, birkaç ay önce reddettiği iddianameyi -üstelik değişen hiçbir şey olmadığı halde- kabul etmek zorunda kaldı. Yaklaşık 850 sayfalık iddianamede, 500 civarında HDP’li hakkında siyasi yasak istenirken, partinin banka hesabına da tedbir konulması talebi de bulunuyor.

Bilindiği gibi HDP’yi kapatma davası yaklaşık bir yıldır ısıtılan bir konu. Başını Vatan Partisi’nin çektiği bu girişim, Bahçeli’nin dahil olmasıyla ve doğrudan Yargıtay’ı göreve çağırmasıyla somut bir hal aldı. AKP’nin buna mesafeli durduğunu bilen Bahçeli, HDP’nin kapatılmasına karşı olan herkese, “suçu ve suçluyu övmek”ten “yardım ve yataklığa” kadar suçlamalar yaparak, aba altından sopa gösterdi. Bu “sopa” sadece muhalif partilere değil, AKP’ye de sallanıyordu.

Çünkü HDP’yi kapatma çağrılarına AKP’den olumlu yanıt gelmemişti. AKP, HDP’yi kapattığında oluşacak tepkileri, ayrıca AB ve ABD’yle zaten sorunlu olan ilişkilerinin daha da bozulma ihtimalini göze alamıyordu. HDP’nin Hazine’den aldığı yardımın kesilmesiyle yetinilmesini istiyordu. Fakat Bahçeli, Erdoğan’ın yeniden HDP ile ittifak yapabilme ihtimalini tümden ortadan kaldırabilmek, dolayısıyla kendisine mahkum oluşunu sürdürebilmek için, bu kozu sonuna dek kullanmaya devam etti.

AKP açısından bir diğer handikap da iddianamenin içeriğiyle ilgilidir. Anayasa Mahkemesi’nin kabul ettiği iddianamede, HDP’nin kapatılması istemine en önemli gerekçe olarak “çözüm süreci”ndeki faaliyetleri gösteriliyor. Bu süreçte yapılan konuşmalar, temaslar, diyaloglar, HDP heyetinin İmralı’da Abdullah Öcalan’la devletin katılımı ve gözetiminde yaptığı görüşmeler, Kandil ziyaretleri sıralanıyor ve bunlar, HDP’nin PKK ve KCK ile “iltisaklı” olduğunun “kanıtları” olarak sunuluyor.

İddianame bu haliyle kabul görürse, bu durumda davanın AKP’yle ilişkilendirilmesi kaçınılmaz olacak. AKP, HDP’yi kapatma davasının kapsama alanına girecek. Çünkü “çözüm süreci”ni HDP tek başına başlatmadı. Aksine süreci başlatan, HDP heyetini İmralı’da Öcalan’la görüştüren ve görüşmenin sonuçlarını Kandil’e iletmesini isteyen, en azından bu duruma onay veren AKP hükümetiydi.

Mahkemelerin bugünkü durumu, AKP’yi bu sürecin bir parçası olarak yargılamaya imkan tanımayabilir. Ancak bunun yolu açılmış olacaktır ve koşullar değiştiği anda böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalacaktır.

 

HDP’nin oyları üzerine hesaplar tutmaz

HDP’nin kapatılması için düzenlenen iddianamenin AYM tarafından kabul edilmesi, HDP’nin oyları üzerinden yapılan hesapları arttırdı. Düzen partileri, HDP daha kapatılmadan akbabalar gibi HDP oylarının üzerine üşüşmeye başladılar.

Kimileri HDP’nin kapatılmasının AKP’ye yarayacağını, bölgede “ikinci parti” durumunda olan AKP’nin otomatikman “birinci parti” durumuna geleceğini savundu. Kimileri ise, HDP’nin kapatılmasına duyulan tepkiyle AKP’nin bugüne dek aldığı Kürt oylarını da alamaz hale geleceğini söyleyerek, AKP’nin bu işten zararlı çıkacağını söyledi. AKP içinde bir kesim, özellikle Kürt kökenli AKP’liler, MHP’nin AKP’yi böyle bir girişimin içine dahil etmesinden rahatsızlar ve bunu açıkça belirtiyorlar. HDP’nin kapatılmasının faturası AKP’ye çıktığında, AKP’ye tepki duyan Kürtlerin CHP’ye kayacağı, böylece CHP oylarının artacağına dair endişelerini ekleyenler de var. Keza CHP içinde de HDP’den doğacak boşluğa oynamak isteyen kesimler bulunuyor.

Kısacası her parti, daha HDP kapatılmadan, “kapatılırsa” hesaplarını yapıyor. Oysa bu hesapların tutmayacağı çok açık. Çünkü HDP kitlesi, partisi kapatılınca başka partilere akacak bir kitle değil. Kürt ulusal mücadelesinin yükseldiği ‘80’li yılların ortalarından itibaren Kürt halkı, ağırlıklı olarak Kürt hareketinin kurduğu partilere yöneldi. Bu partilerin önlerinin kesildiği dönemlerde ya bağımsız adaylarla ya ittifaklarla engelleri aşmayı başardı. Bu kez de öyle olacaktır. Kürt halkının ulusal mücadelesi sürdüğü müddetçe kendisini yasal alanda ifade edecek bir biçim mutlaka bulacak ve kendi vekillerini meclise gönderecektir.

Fakat bu durum HDP’nin kapatılmasına karşı mücadeleyi tavsatmamalıdır. HDP’nin kapatılmasına karşı olan herkes (ki şoven-milliyetçiler dışında geniş bir kesimdir) bu doğrultuda harekete geçirilmelidir. Ne var ki, HDP açıklama yapmak dışında eylemli bir tavır geliştirmiş değil. Dahası İzmir saldırısı sonrasında oluşan tepkiyi ve eylemleri de devam ettirmedi. Oysa kitlelerin eylemli gücüne dayanan bir karşı atak başlatılmadığı sürece, bu saldırıları püskürtebilmek mümkün değildir.

Diğer yandan bazı HDP’lilerin (son olarak Erol Katırcıoğlu’nun) AKP ile yeniden ittifak edilebileceği yönündeki sözleri, kitlelerde HDP’ye karşı güvensizliği arttıran bir rol oynuyor. HDP yönetimi bu sözleri yalanlamış olsa dahi, endişeler bitmiş değil. Örneğin Sırrı Süreyya Önder, “mevcut iktidar gidecek de, gelecek olan kör bıçağıyla bekliyor gibiyken neyle umutlanacağız” diyor. Umudu halkta, halkın birleşik-örgütlü gücünde değil de, şu ya da bu düzen partisinde arayanların çaresizliğidir bu. Daha kötüsü, “gelen gidenden daha beter olacak” diyerek varolanla yetinme, somut durumda AKP’yle devam etme istemidir.

Mesele “cumhur ittifakı” mı “millet ittifakı” mı, AKP mi CHP mi meselesi değildir. Ya da “AKP gitsin de kim gelirse gelsin” değildir. Mesele, AKP-MHP blokunun saldırıları altında boğulan halkın, ona karşı biriken öfkesine önderlik edebilmektir. Bu gerici-faşist blokun kitle hareketiyle yıkılmasıdır. Gelecek olanın kim ya da kimler olacağını ve hangi koşullar altında geleceğini bu hareketin gücü belirleyecektir. Kimin geleceğinden daha önemli olan, “nasıl” geldiğidir. Herkesin ayağını denk aldıracak önemli bir kriterdir bu.

* * *

HDP yönetimi kitlelere güvensizliğin, her daim iktidar odakları tarafından “muhatap alınma” arzusunun, bütün politikalarını buna göre belirlemenin sonuçlarını yaşıyor. Öyle ki, Sırrı Süreyya Önder başta olmak üzere HDP heyetinde yeralan vekiller, AKP ile yapılan ortaklıktan dolayı “bizimle birlikte AKP de yanar” diyerek, kendilerine dokunulmayacağını sandılar. Fakat öyle olmadı. Buna karşın AKP’yi hedefe çakan, onu yargılayan, yıkılması için kitleleri seferber eden bir çizgi izlemediler. Bugün hala AKP’ye göz kırpan, ondan medet umanlar varsa, bundan dolayıdır.

HDP’nin kapatılması dahil, HDP’ye ve Kürt halkına dönük tüm saldırılardan birinci derecede sorumlusu AKP’dir. Bugün AKP-MHP blokunu birlikte hedefe çakmayan bir hareket, demokrat bile olamaz. Mızrağın sivri ucu bu bloka çevrilmelidir.

“Gelecek” olandan korkup varolana teslim olmayacağımız gibi, “kırk katır mı kırk satır mı”  tercihine de mahkum değiliz. Herşey bizim mücadele gücümüze bağlıdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …