MAFYA-DEVLET-SERMAYE

Temmuz ayı başında PDD tarafından düzenlenen

“Mafya-devlet-sermaye ilişkisi”

başlıklı seminerin notlarından hazırlanan yazıyı yayınlıyoruz.

Mafya lideri Sedat Peker’in konuşmaya başlamasından bugüne yaklaşık 2 ay geçti. Bu dönemde sayısız isim, sayısız olay ortaya döküldü. Marinaya çöken Mehmet Ağar’dan dolandırıcı “Tosuncuk”un devletle olan bağlantılarına, Binali Yıldırım’ın oğlunun uyuşturucu gemilerinden FETÖ borsasına, şirketlere çöken Sezgin Baran Korkmaz’dan Paramount Otel’de tatil yapan Veyis Ateş’e kadar sayısız isim, bilgi, karmaşık ilişki döküldü ortalığa. ABD hazinesinin dolandırılmasından Venezüella ile uyuşturucu ticaretine, MOSSAD’ın elindeki WhatsApp iletişimini takip programının çalınarak MİT’e satılmasından Türkiye vatandaşlığı verilen Azerbaycanlı, Özbekistanlı patronlara kadar pek çok uluslararası suç da vardı dökülen bilgilerin arasında.

Tüm bu skandal bilgilerin odağında Süleyman Soylu duruyordu ve Peker perde gerisindeki Erdoğan’ın da bu yaşananlarla bağlantılı olduğunu ima ediyordu.

Anlatan kişi, akademisyenlere “kanlarında duş alacağız” tehdidini savuran bir mafya lideridir; ancak bu durum, söylediklerinin inkar edilemeyen gerçekler olduğunu değiştirmiyor. Tam tersine, geçmişte bu suçları birlikte işlemiş, bugün gözden düşünce konuşmaya başlamış “içeriden” birinin itirafları, anlatılanları daha da çarpıcı hale getiriyor.

Ortaya çıkan gerçeklerin herbiri, çok daha karmaşık, daha derin bir ilişkiler ağının küçük bir parçası. Bunları adeta “magazin seyircisi” gibi izlemekten çıkmanın en önemli yolu ise, görünenin ötesine bakmaktan; mafya olgusunu, mafya ile devletin ve sermayenin ilişkilerini daha detaylı olarak incelemekten ve ona karşı mücadeleyi yükseltmekten geçiyor.

Mafyanın tarihi, gelişim evreleri, kapitalist devlet ve kapitalist sermaye ile olan bağları, bugün yaşadıklarımızın altında yatanları anlatıyor.

 

Mafya nasıl doğdu

Mafyanın ilk olarak Sicilya’da doğduğu anlatılıyor çeşitli kaynaklarda. Akdeniz’in çok stratejik bir bölgesinde bulunan ve bu özelliğinden dolayı tarihi boyunca sıkça başka ülkelerin işgallerine maruz kalan bu küçük adada, 1300’lerin başlarından itibaren işgale karşı direniş örgütlenmeleri olarak başlıyor mafyanın tarihi. Yetersiz devlet yapısı, derin bir yoksulluk, köklü feodal ilişkiler biraraya gelerek; işgale karşı direnişin içinde, farklı türden örgütlenmeler oluşmaya başlamış. Belli bir hiyerarşiye dayanan, “kahramanlık” unsurlarını öne çıkaran, kolektif hareket etme yeteneğine ve disiplinine sahip, askeri-otoriter bu örgütler, aynı zamanda yoksul halka yardım mekanizmaları da oluşturmuşlar.

Aslında dünyanın başka bölgelerinde de, sömürünün ortaya çıktığı tarihten buyana, sömürücü egemen sınıflara başkaldıran ve yoksul halk ile belli bağlar kuran, kendi iç hiyerarşisi ve bağlılığı olan, bir lider etrafında şekillenen küçük “askeri” gruplar yaygın biçimde ortaya çıkıyor. Yoksulluk ve sömürü ne kadar büyük ise, haydutluk, eşkıyalık, yağmacılık o kadar yaygın ve etkili biçimde görülebiliyor. Bolu Beyi’ne başkaldıran Köroğlu’ndan, mülksüzleştirilmiş İngiliz asilzadesi Robin Hood’a kadar tarih, iyi ya da kötü yasadışı liderlerin hikayeleri ile doludur.

Sicilya’nın diğer bölgelere göre öne çıkmasının iki nedeni var. Birincisi bu küçük ada üzerinde, işgalci düşmana karşı güçlerini birleştirme ihtiyacı daha yakıcı hale gelmiş. İkincisi, coğrafi nedenlerle dış dünya ile sosyal bağları zayıf olan, içe kapalı toplumlarda görülen temel özellikler (kendi adalet sistemini oluşturmak, geleneklere aşırı bağlılık, ekonomik olarak içiçelik vb) burada daha yoğun olarak yaşanmış.

Her halükarda kapitalizm öncesi bu türden örgütlenmeler, asıl olarak “sistemin dışına” düşmüş, devletler karşısında varlık mücadelesi veren, içinden geldiği halkın bir parçası olarak konumlanan örgütlenmeler. Ve devletler, bu örgütlenmeleri yoketmek için askeri-ekonomik bütün güçlerini seferber ediyorlar.

Kapitalizm döneminde ise bu yasadışı örgütlenmeler özsel bir değişim geçiriyor. Artık “sistem”in bir parçası haline geliyor; devletler onların ekonomik ve askeri güçlerinden yararlanırken, örgütler de faaliyetlerini devletin bilgisi ve güvencesi altında yürütme rahatlığına kavuşuyor. Böylece “mafya”, bugünkü halini bulmuş oluyor.

 

Mafya devletin bir parçasıdır

Dünyanın en büyük ve bilinen mafya liderlerinden ABD’li Al Capone, “Kapitalizm, egemen sınıf tarafından kanunileştirilmiş (yasalara bağlanmış) bir kanunsuzluktur” diyor. Mafya böylesi, yasadışılığın yasal hale getirildiği vahşi sömürü ortamının kurumsal halidir. Devletin bir taraftan dil ucuyla “yasadışı” ilan ettiği mafya, devlete vergi verir, rantını paylaşır, devlet mafyanın servetine çeşitli biçimlerde ortak olur; yanısıra, mafyanın yasadışı tetikçileri, devletin muhaliflerini bastırmak, halk üzerinde korku ve terör ortamı oluşturmak istediği durumlarda devreye sokulur. Devletin “elini kirletmek” istemediği her türden olayda, mafyanın tecrübesi, kadrosu, mali gücü harekete geçirilir.

Sayısız örneği vardır bunun. ABD’de ya da Türkiye’de, Kolombiya’da ya da Suudi Arabistan’da isimler, tarihler değişir, mafyanın rolü değişmez. Grevdeki işçilere saldırılar, sendikacıların tehdit edilmesi ya da satın alınması, gazetecilerin dövülmesi ya da öldürülmesi, devrimcilerin faili belli cinayetlerle katledilmesi ya da bilinmeyen yerlerde işkence görmesi, kitlenin toplu bulunduğu alanlarda bomba patlaması… Bütün bu suçlar ya “faili meçhul” kalır, ya da kitle baskısı sonucunda faili “yakalamak” zorunda kaldıklarında ise dava hızla örtbas, fail derhal “yalnız kurt” (Hrant Dink’i vuran Ogün Samast, HDP İzmir il binasına katliam için giden Onur Gencer gibi) ilan edilir; olaya ilişkin deliller birden ortadan kaybolur. Özellikle ülkemizde, kontrgerilla faaliyeti ile mafya öylesine içiçe geçmiştir ki, nerede ayrıştıkları belirsizleşmiştir. Mafya liderleri ya da tetikçilerinden kimilerinin, aynı zamanda kontrgerilla kadrosu olduğuna dair sayısız örnek vardır. 

Yanısıra her türden gelir getirecek yasadışı işleri (kumar, uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, insan ticareti, kara para aklama vb.) devletin “görmezden gelmesi” ya da açıkça yol açması ile kolayca yapılır. Venezüella’dan uyuşturucu taşıyan gemilerin sahibi, eski başbakanın oğludur mesela. Avrupa’ya insan kaçakçılığı, doğrudan AKP’li belediyeler üzerinden yapılmaktadır. Yurtdışına kaçan Thodex patronu, Sedat Peker ya da Sezgin Baran Korkmaz, önce bakanlığa çağrılıp ülkeden kaçması konusuna bilgilendirilmiştir.

Mafyanın işlediği her tür suçta, devletin bilgisi ve onayı, çoğu zaman dahli sözkonusudur. Gerçekte her ikisi de egemen sınıfların hizmetinde olan, egemen sınıfların karını ve sömürücü sistemini korumakla yükümlü olan kurumlardır.

Devlet ile mafya arasında simbiyotik bir ilişki olduğu söylenir; daha doğru bir ifade, bir bütünün parçaları olduklarıdır. Çünkü simbiyotik ilişki, birbirine bağlı olarak yaşamak zorunda olan canlıları ifade eder. Devlet ve mafya sadece birbirleri için değil, sermayenin yaşaması için birlikte hareket ederler. Dönemin gerekleri ve ihtiyaçlarına uygun olarak, bazen birisi daha fazla görünür, bazen diğeri. Bunu belirleyen unsur, egemen sınıfların o dönemde hangisine daha çok ihtiyaç duyduklarıdır.

Kürt kentlerinde “1992 konsepti” adı verilen vahşi saldırganlığın kol gezdiği, ülke genelinde faşist saldırganlığın ve devlet baskısının yükseltildiği 1990’ların ilk yarısında, bir valiliğin ithal ettiği silahlar Hizbullah adlı vahşi terör örgütünün deposunda ortaya çıkmıştı. Büyük tepki alan bu olay üzerine dönemin cumhurbaşkanı Demirel, “Devlet gerektiğinde rutinin dışına çıkar” açıklamasını yapmıştı. Tıpkı Demirel’in ifade ettiği gibi; mafya, “rutin dışına çıkan” devlettir! Mafyanın en özlü tanımı budur.

 

Mafya ekonomik krizden beslenir

Devletin zayıfladığı koşullarda mafyanın güçlendiği söylenir. Ancak bu, aradaki ilişkiyi ters-yüz eden bir söylemdir. Gerçekte, mafyanın güçlenmesi için devletin geri çekilmesi sözkonusudur. Bazı dönemlerde devletin geride durması, mafyanın daha çok görev üstlenmesi, burjuvazinin çıkarları gereğidir.

Mafya genel olarak ekonomik kriz dönemlerinde daha fazla güçlenir. Bunun üç nedeni vardır.

Birincisi, ekonomik kriz dönemlerinde sermayenin karı azalır. Kendisine yeni kar alanları arar. Ekonomik krizlerde, üretim ekonomisi darbe alır. Depolarda stoklar beklerken, sermaye kar elde etmek için üretim dışı alanlara kayar. Burada mafya ekonomisi, kaçakçılık, yasadışı işler, en büyük kar alanı olarak ortaya çıkar. Yasalara uyma yükümlülüğü olmadan vurgunlar vurarak yükselme dönemidir ekonomik kriz dönemleri.

Mülk sahibi kimi kesimleri mülksüzleştirme, en önemli vurgun yöntemidir. İki türlü yapılır bu mülksüzleştirme; birincisi mülke “çökme” yöntemiyle (Paramount Otel’e ya da Borajet’e çöküldüğü gibi), ikincisi kitlelerde birden zenginleşme hayallerini körükleyip, yatırdıkları paraya el koyarak (kumar en basit ve bilinen yoludur; yanısıra Çiftlikbank ya da Thodex türü “saadet zinciri” örnekleri bugün çok yaygın kullanılmaktadır).

Elbette herhangi bir büyük patron, bu çökme ya da soyma yöntemlerini kendi başına ve doğrudan kullanmaz. Onun aracıları mafya ve mafyalaşan devlettir. Devlet yasal boşlukları yaratmıştır, mafya da o alanda para toplayan, malı ele geçiren kurumları oluşturmuştur. Çiftlikbank’ın Tosuncuk’u, 1 milyar liradan fazla parayı toplarken devletin bürokratları yanıbaşında fotoğraf vermektedir; parayı yurtdışına kaçırmaya başladığında konuya müdahale eden bir hukuk sistemi, bir savcı-polis ortada yoktur; hakkında soruşturmalar başlamışken yurtdışına çıkış yasağı konmamıştır; “kırmızı bültenle aranıyor” olmasına rağmen Türkiye’deki mülklerine el konulmamıştır, vb… Elbette topladığı parayı da “tek başına yemediği” bellidir. Bugün benzer bir tablo, faizsiz ev vaadiyle insanlardan para toplamakta olan “…evim” kurumları için de aynen yaşanmaktadır.

Mafya eli ile gerçekleştirilen vurgunlar, kriz nedeniyle çökmüş olan ekonomiye bir “can suyu” olarak da kullanılır. Kriz dönemlerinde ülke kara para ile yönetilir. Bu nedenle mafyanın “eli serbest bırakılır”; dizginsiz ve pervasız bir kara para çarkının dönmesi sağlanır. Örneğin 2008 yılında AKP hükümeti “vergi barışı” adı altında her tür yasadışı gelirin aklanmasının yolunu açtı. Ve bu düzenleme, geçtiğmiz günlerde 7. kez uzatıldı.

Ekonomik kriz dönemlerini mafya için çok avantajlı kılan ikinci unsur, yoksul gençlerin mafyaya katılmaya hazır hale gelmesidir. Açlık, işsizlik gibi unsurlar, gençlerin mafyanın pençesine düşmesine uygun zemin hazırlar. Cesaret, aile, sadakat, erkeklik kavramlarıyla başları döndürülür. Bol para ve lüks yaşama alıştırılırlar. Ve en insanlıkdışı işleri yapmaya hazır tetikçiler haline getirilirler. Mafya için en büyük kadrosal genişleme, ekonomik kriz dönemlerinde ortaya çıkar.

Benzer biçimde bu dönemler, gençler içinde uyuşturucu kullanımının en fazla yaygınlaştığı dönemlerdir. Uyuşturucu batağına düşen gençler, mafya çukuruna düşmeye çok daha fazla meyillidirler.

Mafyanın ekonomik krizde büyümesini sağlayan üçüncü unsur ise, kendisini yoksulluğa çare olarak göstermesidir. Devletin “sosyal devlet” olmaktan çekildiği dönemlerdir bu dönemlerde mafya devreye girer. Yoksul mahallelere yardım paketleri götüren mafya, böylece prestijini yükseltir ve kitleler nezdindeki kirli imajını temizleme olanağına kavuşur. Aslında yaptığı, kapitalist sömürünün yeniden üretiminden başka bir şey değildir. “Sadakacılık”, kapitalizmin bir parçasıdır ve genel olarak devletler eliyle yaygın biçimde yapılmaktadır. Kriz dönemlerinde ise devlet, mafyaya kendini aklama-kitlelerin sempatisini kazanma olanağı vermek için bu görevini devreder. Sezgin Baran Korkmaz’ın yoksul mahallelerde bakkal defterini kapatma, yoksul evlere para zarfları bırakma yöntemleri, kendi propaganda çalışmasının bir parçasıdır. Zaten verilen paralar, kendi servetleri içinde “devede kulak” niteliğindedir. Kırıntılar dağıtarak, kendilerine kitle desteği oluştururlar. Ülkemizde mafya genel olarak “faşist” kimliğe sahiptir. Ancak bu gerçek, onların kendilerini “yoksul dostu” olarak göstermelerinin önünde engel değildir. Her birinin yardım dağıttığı, beslediği yoksul kesimler mutlaka vardır.

Benzer bir tutumu korona döneminde farklı ülkelerde de görüyoruz. İtalya’da mafya kitlelere para dağıttı mesela. Meksika’da gıda kolisi verdi. Brezilya’da korona nedeniyle devlet sokağa çıkma yasağı ilan etmeyince, mafya sokağa çıkma yasağı ilan etti ve yasağa uymayanları vurdu. Kolombiya’da evlerinin çatısına kırmızı bayrak asarak “açlıktan ölmek üzereyiz” mesajı veren insanlara gıda yardımı yaptı. Hindistan’da suyu olmayan bölgelerde mafya temiz içme suyu kuyuları açtı; ve bu suyu fahiş fiyatla sattı. Her ülkenin mafyasının “halka hizmet” yöntemi farklı oluyor elbette.

Kapitalizmin tarihinde, dünya genelinde mafyanın çok güçlendiği iki dönem sözkonusudur.

Birincisi, ABD’de 1920’lerde başlayan ‘30’ların sonlarına kadar uzanan dönemdir. Amerikan hükümetinin “içki yasağı” ilan ettiği bu dönem, mafyanın en fazla palazlandığı, her alana el attığı dönemdir. Yasadışı içki satışı ile elde ettikleri devasa paralar, mafyanın yaşamın ve devletin her alanına kol salmasını sağladı.

Mafyanın yükseldiği ikinci dönem ise, 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki dönemdir. Aslında bu dönem 1970’lerde petrol krizi ile canlanmış, 1980’lerde neoliberal dalga ile yayılmaya başlamış, 2000’lerde Amerikan hegemonyasının zayıflaması ile yaşamın her alanını kontrol altına alan devasa bir büyüklüğe ulaşmıştır.

 

Bozulan düzenin bozuk çarkları

Sovyetler Birliği’nin dağılması, dünya genelinde kurulmuş her türden dengeyi sarsan bir etki yarattı. Gerçekte sosyalist olmasa bile, adı “sosyalist” olan bir ülkenin, bir kampın varlığı, tüm dünyada kitleleri etkileyen bir unsurdu. Bu ismin bile literatürden silinmesi, öncelikle pervasız bir “beyaz terör” dalgası başlattı. Üstelik bu, dünya genelinde devrimci-komünist hareketlerin yenildiği bir döneme denk gelmişti.

1970’lerde yükseltilen mafya-kontra faaliyeti, devrimci örgütlere ve kitle hareketine karşı mücadele aracı olarak kullanılıyordu; ancak hareketin büyüklüğü, dünya genelinde yaygınlığı gibi etkenler nedeniyle fazla etkili olamıyordu. 1980’lerde neoliberal saldırı dalgası, mafya ve kontrgerillayı da kullanarak, kitle hareketini bastırdı. ‘80’lerde yaşanan askeri darbelerin en önemli “yardımcısı”, kontra faaliyetleriydi. 1990’lar ise yeni bir dönem başladı. “Elveda proletarya” sloganlarıyla kapitalizm ve kapitalizmin bütün pislikleri kutsandı. ABD “küresel dünya”da hegemonyasını ilan ederken, ulusal sınırları kaldırdı; tüm dünyada mafyaya sınırsız bir faaliyet alanı oluşturuldu.

ABD’nin “saadet dönemi” kısa sürdü. Dünyada Çin etkisinin yükselmesi ve Rusya’nın kendisini toplayıp yeniden hegemonya sahnesine dönmesiyle birlikte ABD hegemonyası zayıfladı. Eski düzen bozulmuştu; ancak yeni düzen de kurulmamıştı. Bir imparator zayıflayıp tahtını kaybetmiş; ancak henüz başkası o tahta oturamamıştı. Emperyalist kurumlar ya parçalanmış ya da otorite kaybetmişlerdi.

Böylesi bir düzensizlik ortamı, otorite boşluğu, mafyanın güç ve etkisini daha da büyüttü. Sadece kitlelere karşı değil, devletler arası ilişkilerde de mafya yöntemlerinin kullanımı arttı, yaygınlaştı. Mesela teknoloji hırsızlığı, en yaygın kullanılan yöntemlerden biri oldu. Başka ülkelerin iç pazarına açıkça giremediklerinde, yasadışı ticareti kullandılar. Devletlerin döviz ihtiyacı mafya tarafından karşılandı. Kontra güçlerin silahlandırılması için mafyanın olanakları kullanıldı.

 

Mafya-sermaye ilişkisi

Mafya kapitalist sistemden beslenmektedir dedik. Tıpkı kapitalist devlet gibi, mafya da burjuvazinin-sermayenin hizmetindedir ve sermayenin çıkarlarını korumakla-büyütmekle yükümlüdür.

Mafya ile ilgili yapılan değerlendirmelerde, onun medya-devlet-siyaset ilişkileri üzerine çokça yazılıp çiziliyor; ancak sermaye ile, büyük burjuvazi ile olan bağları özenle gözlerden gizleniyor.

Sedat Peker’in ortaya saçtığı bilgilerden, Koç grubunun damadı İnan Kıraç’ın, mafya ile birlikte iş çevirdiğini öğrendik. Bu buzdağının sadece çok küçük bir bölümü. Gerçekte mafyanın attığı her adımda, kazandığı her kuruşta mutlaka sermayenin de payı ve eli vardır. Yeraltı ekonomisi, adına “kar” denemeyecek çok büyük vurgunlar vurma olanağı sunmaktadır. Bu kadar büyük bir kar ve rant alanında, büyük sermayenin rolünün ve payının olmaması düşünülemez.

Marks, Kapital’in I. Cildinde şu sözleri söylüyor:

“Sermaye, kar olmaması ya da çok küçük bir kar olması halinde dehşete kapılır. Yeterli bir kar olsun aslan kesilir. Yüzde 10’luk emin bir karla her yere gider, her işe girişir. Yüzde 20 ile canlanır. Yüzde 50 küstahlaştırır. Yüzde 100 ile bütün insanal yasaları ayaklar altına alır. Yüzde 300 için işlemeyeceği cinayet yoktur.” (sf. 223, Sol Yayınları)

Bugün çok derin bir ekonomik kriz ülkeyi sarmış durumda. Görülmemiş bir işsizlik, görülmemiş bir yoksulluk yaşanıyor. “Derin yoksulluk” kavramı, sefaletin boyutunu anlatmaya yetmiyor. Zengin ile yoksul arasındaki uçurum, bugüne kadar ki en yüksek seviyeye ulaşmış durumda. Açlık intiharları, özellikle koronavirüs salgınının yükseldiği günlerde hızla arttı. Çöpten yemek arayan insanların sayısı, yaşanan ağır krizi gözler önüne seriyor.

Kitleler bu durumdayken, devlet müthiş bir karapara çarkının içinde savruluyor. Kolombiya’dan Türkiye’ye gelecek olan bir gemide 4.9 ton kokain bulunuyor. Türkiye dünyadaki uyuşturucu ticaretinin merkez ülkesi haline geliyor. Hazineye ait 128 milyar dolar buharlaşıp birilerinin cebine doluyor. “Garanti ödemeleri” adı altında, bazı şirketlere milyarlarca dolar para akıtılıyor.

Kitleler açlıktan kırılırken, Soma madencileri tazminatlarını alamazken, tütün-çay üreticileri kotalarla ve yasalarla iflas ettirilirken, mafya-devlet-sermaye üçgeni içinde milyarlarca dolar dönüyor, bir avuç azınlığın lüks ve sefahat içinde yaşaması sağlanıyor.

 

Mafya ile nasıl mücadele edilir

Devletler genel olarak mafyaya karşı mücadele etmezler. Zaten mafyanın sömürücü devletin bir parçası, “yasadışı” yanı olduğunu belirtmiştik. Bu nedenle mafya, devlet ile birlikte yaşar.

Ancak bazı dönemlerde, “mafya”ya değil, ama “bazı mafya grupları”na operasyon çekildiği olur. Burada hedef, bir mafya örgütlenmesinin lehine, diğerinin tasfiyesidir. Çünkü mafya gruplarının da kendi içlerinde rekabetleri, pazar kavgaları sözkonusudur ve devletin polisi-mahkemesi aracılığıyla bir grup diğerini tasfiye etmek için düğmeye basabilir.

Gerçekten mafya temizliğinin tek yolu, kitle hareketinin yükselmesidir.

Ancak bu yükseliş, basitçe “mafyaya karşı mücadele” üzerinden gerçekleşmez. Mahalledeki üç-beş torbacının, çevremizdeki birkaç mafyöz tipin “cezalandırılması”, dünya çapında bir ahtapot gibi kollarını açmış olan mafya örgütlenmesine karşı mücadele aracı değildir; bir faydası da yoktur.

Elbette ki yakın çevremizde, mahallemizde mafyanın devrimcileri hedef alması, mücadeleyi engellemeye çalışması sözkonusu olduğunda sessiz-tavırsız kalmak doğru değildir; mümkün de değildir.

Ancak mafyaya karşı en etkili mücadele, mafyayı üreten ve palazlandıran kapitalist sömürü sistemine karşı mücadeledir. Öncelikle işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullandığı; yanısıra yaşam alanlarımızda, mahallemizde, okulumuzda, işyerlerimizde yerel ve genel sorunlara karşı kitlelerin harekete geçirildiği bir mücadele yükseltilmelidir. Mafya, devletin operasyonuyla değil, kitlelerin gücüyle durdurulabilir.

Kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyi belirleyici önemdedir. Keza reformcu bir bakış açısından kurtulup, devrimci içerikte bir mücadelenin yükseltilmesi en önemli unsurdur. Dünyada devrim dalgası geri çekildiği için mafya güçlenmiş, güçlendirilmiştir. Yeniden devrimci mücadelenin yükseltilmesi, mafyanın yaşam alanını daraltacak, kitle bağlarını zayıflatacak, işsiz-çaresiz gençlerin mafyadan çare beklemesini ortadan kaldıracaktır.

* * *

3 Kasım 1986’da Susurluk’ta mafya-devlet ilişkisi patladığında kitleler sokaklara dökülmüş, aylar süren eylemler yapılmış; mafya ile kurulan ilişkiler kitleler nezdinde lanetlenmişti.

Bir taraftan teşhir olan mafya kadroları göz önünden uzaklaştırılırken, diğer taraftan “mafya dizileri” furyası patladı. “Deli Yürek” gibi dizilerle sol-muhalif kesimlere de mafya sevdirildi, “Kurtlar Vadisi” ile meşrulaştırıldı. Sonrasında mafya dizileri televizyondan hiç eksik olmadı, giderek dizilerin ezici çoğunluğu mafya ya da kontrgerilla içerikli olmaya başladı. Bu dizilerde çokça sarfedilen, “onur”, “şeref”, “namus” gibi kavramlar, halkçılık, “delikanlılık” alameti olarak dillere yerleştirildi, mafya kültürü kitleler içinde yaygınlaştırıldı.

En başta mafyanın meşrulaştırılmasına karşı koymak gerekiyor. Nasıl bir sosa bulanırsa bulansın mafya, sermayenin uşağı, devletin işbirlikçisi, uyuşturucu ya da silah taciri bir suç örgütüdür.

Yanısıra, “şeref”, “namus” gibi kavramların ne kadar bireysel ve göreceli olduğunu görmek gerekir. Boşandığı karısını yol ortasında bıçaklayan adam “ben şerefim için yaşıyorum”, “namusumu korudum” diyebiliyor mesela. Bu jargon, lümpen mafya jargonudur.

Proletaryanın dili ise bireysel değil toplumsal ifadeler içerir. “Onur” değil “insanlık onuru” kavramını kullanır mesela… “Namus” değil “proleter ahlak” üzerinden ilişkileri değerlendirir.

Mafyanın işlediği suçlara, kullandığı jargona, gerçekleştirdiği sömürüye, devletle olan işbirliğine… Mafyaya ait her unsura karşı mücadeleyi yükseltelim. Bu sömürü çarkını kıralım. Mafya sermayenin pisliğidir ve bu pisliği devrim temizler!

Bunlara da bakabilirsiniz

Metal’de -yasağa rağmen- grevler sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) 5 işletmede TİS görüşmelerine 9 Ağustos’ta başlamıştı. Bunlardan 1’i hariç 4’ü …

ASGARİ ÜCRET ve BİZ EMEKLİLER…

17 bin 2 TL olan asgari ücrete yapılacak zam, günümüzde en temel gündem maddelerinden birisi. …

İEB, savaş bütçesine karşı mücadeleye çağırıyor

Mecliste görüşülmekte olan yağma ve savaş bütçesine, işçilere layık görülen sefalet ücretine karşı, İşçi Emekçi …