Büyük Fransız Devrimi’nin arifesinde Kraliçe Maria-Antionette, “ekmek istiyoruz” diye yollara dökülen halk için, “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” demişti. Tarihe bu sözleriyle geçti. Ve yoksulluk hakkında ne zaman çarpık ve halkı aşağılayıcı bir söz edilse, ilk akla gelen isim oldu.
Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan da, artan yoksullukla ilgili yaptığı bir konuşmada “porsiyonları küçültün” diye buyurmuş! Bir de “tok karnına alışverişe çıkılmamalı”, “israftan kaçınılmalı”ymış! Açlık çeken halka basmakalıp “diyet” tavsiyelerinde bulunuyor.
Günlük elektrik masrafı 4 işçinin asgari ücretine denk düşen bir sarayda oturan, altın kaplamalı çatak-kaşıkla yemek yiyip tanesi bin liralık bardakla su içen, en pahalı marka çantalarla dolaşan bir kişinin, “tutumluluk dersi” vermesi, en hafif deyimle riyakarlıktır, halkla dalga geçmektir. Halktan toplanan vergilerle saray üstüne saray yaptıran, 13 uçak, 50-60 araçlık konvoylarla dolaşan ve “itibardan tasarruf olmaz” diyenlerin, yoksulluk hakkında söyleyeceği her söz “kara mizah” olur olsa olsa…
Tok, açın halinden anlamaz! Saray’da oturan, kulübede oturanın ne çektiğini bilmez!
* * *
Bilmezler ama çok konuşurlar. Çok korktukları için çok konuşurlar. Yalan ve demagojiyle halkı kandırmaya çalışırlar. Örneğin Marmara Denizi müsilajla can çekişirken, ona ikinci bir musluk gibi pislik akıtacak “Kanal İstanbul”u çözüm diye sunabiliyorlar. Kuzey ormanlarını, tarım alanlarını, yaban hayatı yokedecek, lüks villalarla AVM’lerle 500 bin yerleşim ve 1 milyondan fazla yeni nüfus ekleyecek bir projeyi “çevre dostu”ymuş gibi göstermeye kalkıyorlar. Halkın ezici çoğunluğu karşı olduğunu bildirdiği halde, yeni rantlar uğruna “inadına” yapmaya çalışıyorlar.
Ama bugüne dek başaramamış olmanın gerginliği içindeler. Kılıçdaroğlu’nun bu projeye yatırım yapacak olanları “iktidara geldiğimizde bu ihalenin parasını ödemeyiz” şekline uyarması üzerine, iyice öfkelenen Erdoğan, “söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla alırlar” dedi. Halkın değil, tekellerin çıkarlarını savunduğunu, onları temsil ettiğini çok açık biçimde itiraf etti aslında.
Bilindiği gibi “halkın cebinden beş kuruş çıkmayacak” yalanıyla inşaat tekellerine “müşteri garantili” yollar, köprüler, hastaneler, havaalanları yaptırıldı. Yani geçmesek de gitmesek de 20-25 yıl boyunca, vaadedilen “müşteri” sayısı kadar ödeme yapma sözü verildi. Üstelik ihaleye “uluslararası tahkim” şartı koyulmuştu. Herhangi bir aksama durumunda Türkiye’deki mahkemeler değil, İngiltere mahkemeleri müdahil olacaktı! Nitekim pandemi döneminde bile tekellerin parası tıkır tıkır ödendi. “Kod 29”la işçiler işten atılır, esnaf kepenk kapatır, üretici toprağını ekemez hale gelirken, halkın vergileriyle oluşan “hazine”den bu tekellere dolar üzerinden ödeme yapmaya devam edildi.
Şimdi gidici olduğunu anlayan Erdoğan, bu tekeller adına konuşarak onları rahatlatmaya çalışıyor ve Türkiye’ye yatırım yapmaya çağırıyor. Muhalif partiler de tekellere karşı değil! Hatta CHP’li Selin Sayek Böke “özelleştirilen kamu işletmelerini yeniden kamulaştıracaklarını” söylediğinde, başta TÜSİAD olmak üzere patronlar tepki gösterince hemen geri adım atmışlar, “sadece usulsüz yapılanları kastettik” demişlerdi.
Muhalefet, sadece “5’li çete” dedikleri müteahhitleri hedefe çakıyor. Onlar da AKP ile özdeşleştikleri ve halkın büyük bir tepkisini çektikleri için… Yanısıra, Kanal İstanbul gibi bütün halkın tepkisini çeken bir proje için de baştan uyarıyorlar; “tiksindirici borç” kapsamına alarak ödemeleri yapmayacaklarını söylüyorlar.
Tarihsel deneyimler göstermiştir ki, sınıf mücadelesinin boyutuna bağlı olarak, yapılan birçok anlaşma bozulabilir, yeniden kamulaştırma yapılabilir. Yeter ki, kitleler hakları ve özgürlükleri için harekete geçsin…
* * *
Tekellere oluk gibi paralar akıtan, onların haklarını cansiperane savunan Erdoğan ve Bakanları, Soma’da 301 işçinin katledildiği patlamadan kurtulan madencilerin tazminatlarını halen vermiyor. Hem de “diğer işçilere de yol olur” diyerek, neden vermediklerini açıkça söyleyerek… Demek ki tazminatlarını ödemedikleri yüzbinlerce işçi var! Bir ömür boyu çalışan, ölen, sakat kalan işçilerin 30-40 bin TL alacağına da el koyuyor, tazminat haklarını gaspediyorlar.
İşçinin, emekçinin haklarını gaspederek, parasına-malına el koyarak zenginlerin servetine servet katıyorlar. Şehirlerin merkezine kayan veya deniz ve orman manzarası olan halkın evine, arsasına kelimenin gerçek anlamıyla çöküyorlar. Oraları inşaat tekellerine peşkeş çekmek için “acele kamulaştırma” çıkarıp halkı zorla yerinden-yurdundan ediyorlar. Son olarak İstanbul-Tozkoparan’da yaşananlar, bu mafyatik kural tanımaz saldırıyı tüm vahşetiyle ortaya koydu. Evlerinden çıkmak istemeyenlerin sularını, elektriklerini kestiler; haftalardır mum ışığında, tankerden su taşıyarak yaşıyorlar. Öğrenciler ders çalışamaz, hastalar nefes alamaz hale geldi.
Bu rejim, kadına, gence, çocuğa, yaşlıya, tüm halka düşman. Erdoğan’ın bir imzasıyla çekildiğini açıkladığı “İstanbul Sözleşmesi” 1 Temmuz itibarıyla artık yürürlükte değil. Üstelik hazırlanan 4. Yargı Paketi’ne “cinsel istismarda somut delil aranacak” maddesi konuldu. Sapıklar, kadınlara-çocuklara daha rahat tecavüz edebilsin; caniler, daha rahat kadın öldürebilsin diye… Ayrıca taciz ve tecavüzden, kadın cinayetinden içeride olanlar, bu “örtülü af” ile dışarı çıkabilsinler diye… Bunların arasında birçok tarikat mensubunun olduğu ve bu yönde baskı yaptıkları da biliniyor.
* * *
AKP-MHP blokunun halka saldırıları durmak bilmiyor. Ama halkın direnişi de bitmiyor. Onca tehdide, baskıya rağmen işçiler, kadınlar, öğrenciler sokakta, haklarını aramaya devam ediyorlar.
Günümüzün Maria-Antionette’leri halkın yoksulluğu ile alay etmeye devam etsin! Kendilerini Kral sananlar, zulümlerini, baskılarını arttırsın!
Ayağa kalkan halklar, Fransa’da, Rusya’da ve başka ülkelerde kralların tahtlarını yerle bir etmeyi başardılar; bundan sonra da başaracaklardır.
Her zaman her yerde sefalet ve zorbalık ekenler, öfke ve nefret biçmişlerdir. Halkların öfkesi bu zorbaları yıkacaktır!