Sistemin kendisi MÜSİLAJ

Son aylarda kelime dağarcığımıza bir terim daha girdi; müsilaj! Marmara Denizi’nin kıyıları kirli sarı bir tabaka ile kaplanınca, müsilaj (deniz salyası) bugünlerde sıkça kullandığımız bir sözcük oldu. Ve sadece denizin-doğanın kirlenmesini değil, siyasal-toplumsal tüm alanlardaki kirlenme için de kullanılmaya başlandı; böylece “müsilaj”ın kullanım alanını genişledi.

Önce müsilajın ne olduğuna bakalım. En özet haliyle, sanayi ve evsel atıkların arıtılmadan ya da “derin deşarj” denilen bir yöntemle denize dökülmesi sonucu deniz ekosisteminde yaşanan büyük tahribat diyebiliriz. Bilim insanları, bu atıkların denizde azot ve fosforu arttırdığını, bunun da oksijeni azaltarak canlıların yaşamasını zorlaştırdığını söylüyorlar. Bu durumda oksijen bunalımına dayanıklı yosunlar çoğalıyor ve oksijen gereksinimi daha da artıyor. Zaten müsilaj da bu yosunların salgılarından oluşuyor; bir başka ifadeyle bu yosunların salgılarına müsilaj deniyor. Bu salgılar (müsilaj) arttıkça su çürüyor ve orada hiçbir canlı yaşayamaz hale geliyor.

Marmara Denizi, uzun yıllardır alarm veriyordu zaten. Bu konuda yazılmış bir çok rapor, bilim insanlarının çalışmaları ve uyarıları var. Marmara, Türkiye sınırları içinde bulunan bir iç deniz. Başta İstanbul olmak üzere, Kocaeli, Tekirdağ, Edirne, Çanakkale, Bursa, Balıkesir gibi hem nüfus olarak hem de sanayi yönünden gelişmiş illerle çevrili. Hem milyonlarca evin kanalizasyon atıkları, hem de Marmara’nın etrafını saran sanayi tesislerinin, fabrikaların kimyasal atıkları filtresiz biçimde denize boşalıyor. Bir de bölgede toplam 17 termik santral bulunuyor. Bu santraller binlerce metreküp deniz suyunu çekip, bir bölümünü santrallerde kullandıktan sonra binlerce metreküp sıcak suyu “termal atık” olarak denize veriyor. Ki müsilajın en önemli nedenlerinden biri de suyun ısınması. Marmara’nın önceki yıllara göre 2-3 derece daha fazla ısındığı saptanmış durumda. Buna son yıllarda artan inşaatların hafriyatlarının da denize boşaltılması eklediğinde, Marmara’nın bu kadar dayanması bile şaşırtıcı gelebilir.

Tabi ki sadece Marmara değil. Karadeniz ve Ege’de de müsilaj göründü. Yani tüm denizlerimiz can çekişiyor. Başta balıklar olmak üzere her tür deniz ürünü yok oluyor, balıkçılık ölüyor, bu ürünlere ulaşmak artık imkansız hale geliyor. Denize girmek yasaklanıyor; deniz artık sağlık ve huzur değil, hastalık ve ölüm saçıyor.

Kapitalizmin doğaya ve insana düşman yüzünü bir kez daha acı biçimde görüyoruz. Burjuvazi, doğayı ve insanı koruyacak her tür tedbire “maliyet” olarak bakıyor ve en yüksek karı elde edebilmek için ilk önce bu “maliyet”leri kısıyor. Devletler de buna göz yumuyor.

 

Siyasi-toplumsal müsilaj

Elbette bu noktaya bir-kaç yılda gelinmedi. Onlarca yılın birikimi var. Ama AKP döneminde tahribatın çok daha fazla gerçekleştiğini biliyoruz, sonuçları ortada zaten.

Asıl olarak siyasi-toplumsal bir müsilaj yaşanıyor. Sedat Peker’in videolu ifşaatları, siyasal alandaki çürümeyi gözler önüne serdi. Geçmişte Emniyet Müdürlüğü, İçişleri ve Adalet Bakanlığı yapmış, şimdilerde AKP’ye özellikle Soylu’ya yakınlığıyla bilinen Mehmet Ağar’ın Azeri bir işadamını Fettullah Gülen’le tanıştırması, sonra da “FETÖ”cü diyerek marinasına “çökmesi” bu marinanın uluslararası uyuşturucu ticaretinde kullanılması… Oğlu AKP milletvekili Tolga Ağar’ın Elazığ’da kendisiyle röportaj yapan bir kadın gazeteci öldürdükten sonra özel bir uçağa atlayıp İstanbul’a gelmesi… Bakanların, milletvekillerinin mafya liderlerinden bavullar dolusu para alması, onlara özel koruma tahsis etmesi, makamlarında kabul edip yakalanma ihtimaline karşı yurtdışına göndermeleri… Eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlunun resmi bir heyetle Venezüella’ya uyuşturucu ticareti için gitmesi ve bunun “maske yardımı” şeklinde sunulması… Bir lağım patlaması gibi pis kokular saçarak üzerimize akmaya devam ediyor.

Yine Peker’in ifşaatlarından anlaşılıyor ki, Sezgin Baran Korkmaz, isminin baş harfleriyle (SBK) bir şirket kurup cumhurbaşkanından bakanlara kadar devletin üst düzeyiyle görüşmeler yapmış, ABD’li ortaklarıyla birlikte milyonlarca dolar kara parayı aklamış. Marmaris’te 7 yıldızlı bir otelin sahibini öldürüp tankla ele geçirmişler ve geceliği 100 bin TL olan bu otelde bir çok bakanı, milletvekilini, valiyi, savcıyı, gazeteciyi “ağırlamış”lar!

AKP, “yandaş medya” ordusunu genişletmek için Doğan Grubu’na ait medya şirketlerini, Demirören’e “çiftçinin bankası” Ziraat Bankası’ndan 750 milyon dolarlık kredi sunarak aldırıyor ve Demirören, aradan geçen bunca yıla rağmen kredinin faizlerini bile ödemiyor! Kredi borcu yüzünden çiftçinin traktörüne el koyan Ziraat Bankası da bunu sorun etmiyor!

Mafya liderinin fabrikasından aldığı kahveleri dağıtarak “seçim kampanyası” yapıyorlar! Aynı kişiye destek mitingleri yaptırıyorlar, muhalifleri “kan banyosuyla” tehdit etmesini sağlıyorlar; cezaevlerinde mafya liderlerini ziyaret edip tahliyesi için özel aflar çıkarıyor, muhalif liderlere linç girişimlerini, milletvekili ve gazetecilerin dövülmesini normalleştiriyorlar. Neredeyse bütün diziler mafyayı anlatıyor, mafya liderleri kahramanlaşıyor.

Mafya, kuralsız-kayıtsız iş çevirmek demek. Kaynağını da uyuşturucu-silah-kadın ticareti, kumar gibi işler oluşturuyor. Bunları yaparken cinayet, hırsızlık, işkence, vahşet, her tür entrika mübah sayılıyor. Devletin kuralsızlığı kural haline getirdiği yerde, mafya nerede başlıyor, devlet nerede bitiyor ayırt etmek imkansızlaş durumda. Öylesine içiçe ve aleni bir şekilde yapılıyor ki, sadece devlet değil, toplum çürüyor.

Toplumda şiddetin artması, “gücü gücüne yeten” şeklinde bir “orman kanunu”nun işlemesi, cezasızlığın her tür suçu teşvik eder hale gelmesi, ahlaksızlığın-nobranlığın artması, kadına ve çocuklara dönük tecavüz, cinsel saldırı ve cinayetlerin patlaması vb. toplumsal çürümenin sonuçlarıdır.

Denizdeki müsilaj nasıl balıkları nefes alamaz hale getiriyorsa ve yavaş yavaş yok ediyorsa; toplumdaki müsilaj da insanları nefessiz bırakıyor ve ortamı yaşanmaz kılıyor.

 

Müsilajdan nasıl kurtulunur?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj yüzeye vurunca, hükümet ve belediyeler göstermelik bazı işler yapmaya başladılar. Örneğin Üsküdar’da vidanjörle denizin üstündeki müsilajı temizlemeye kalktılar. Hortumla müsilajın temizlenemeyeceği bir yana, asıl kirliliğin denizin altında olduğu, yüzeysel temizlikle çözülemeyeceği gözlerden saklanmak isteniyor.

Ardından Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın genelgesi yayınladı; şirketlere arıtma tesislerinin uyumlu hale getirilmesi için 6 ay süre verildi, sonra da bir dilekçeyle başvurulması halinde genelgeden muaf tutulacağı belirtildi. Bugüne dek tek bir işletmeye doğayı kirlettiğinden dolayı kapatma cezası verilmiş değil. Binlerce metreküp atıksu hiçbir denetleme, kontrol ve kapatma olmadan denize akmaya devam ediyor. Bu şekilde müsilajdan kurtulmak mümkün olabilir mi? Daha önemlisi, müsilajı yaratanların, onunla mücadele etmesi ve sonlandırması mümkün müdür; bu onlardan beklenebilir mi?

Sadece doğadaki müsilajın değil, toplumdaki müsilajın nedeni de, kapitalist-emperyalist sistemdir. Mafyayı büyütüp besleyen, devletle içiçe geçiren de burjuvazinin azami kar hırsıdır. Devletteki çürümeyi onu elinde tutan sınıfın çürümesinden bağımsız ele alamayız. Ne kadar gizlenmeye çalışılsa da mafya-sermaye ilişkisi, mafyanın asıl kaynağıdır. Nitekim SBK ile Koç’ların damadı İnan Kıraç’ın ilişkisi ortaya çıktı. Türkiye’nin en eski ve büyük burjuvası Koç’lar, kara para aklayan SBK’yı kullanmıştı.

Denizdeki müsilajı, su yüzeyine vurunca görebildik. Oysa yıllardır denizin altı müsilajla doluydu. Bir aysberg gibi biz sadece denizin üstündekileri görebiliyoruz ve onların temizlenmesiyle sorunun bittiği yanılsamasına kapılabiliyoruz.

Toplumdaki müsilaj da birkaç mafya şefinin tasfiyesi veya hapse atılmasıyla çözülmeyecek! Asıl büyük kütle suyun altında ve köklü bir temizlik olmadan ne doğada ne de toplumda müsilajdan kurtulmak mümkün olmayacak. “Bu pisliği devrim temizler” sözü, somut bir gerçeği anlatıyor. Bu düzen içinde de her tür müsilaja karşı mücadele edeceğiz kuşkusuz. Ama doğanın ve insanlığın gerçek kurtuluşunun devrim ve sosyalizmde olduğunu bilerek ve bu hedefi kaybetmeden mücadeleyi yükselterek…

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …