Temmuz ayında Doğu Karadeniz’de yağışlar sele, sel ise felakete dönüşmüştü. Bir hafta arayla iki defa Rize’den Artvin’e kadar olan geniş bir bölgede, sel ve heyelan nedeniyle büyük acılar yaşanmıştı.
Şimdi de Batı Karadeniz sular altında. Kastamonu, Sinop ve Bartın, 11 Ağustos’ta büyük bir sel felaketi ile karşı karşıya kaldı. 300’den fazla insanın kayıp olduğu biliniyor. Bu insanlar ya enkaz altında kalmış, ya da sel ile birlikte sürüklenmiş durumda. Yani gerçek ölüm rakamı, söylenenin çok üzerinde.
Yaşanan ölümlerin ve yıkımın suçu yine “doğa”ya yüklendi. “Hiç bu kadar çok yağış olmamış”tı! “Devlet elinden geleni yapıyor”du!
Oysa gerçekte, yaşanan felaketin tek bir sorumlusu var: “İnsan”ı değil, sadece “kar”ı düşünen; tüm kararlarını rant odaklı alan kapitalist sistem! Bu nedenle, “doğal afet” değil, göz göre göre gelen bir katliamla karşı karşıyayız.
En büyük yıkım Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde yaşandı. Bölgenin doğa harikalarından olan Ezine Çayı’nı bir “katil”e dönüştüren; yağışlar değil, devletin kar odaklı politikalarıydı.
Çayın doğal “taşkınovası” yatak genişliği 400 metreydi. Ta ki, “dereleri ıslah ediyoruz” diyerek doğanın dengelerini bozan hükümet müdahalesine kadar. 400 metre yatak genişliği olan Ezine Çayı, 15 metrelik bir kanala sıkıştırıldı; bu nedenle selin yüksekliği 7-10 metreye kadar çıktı.
Dereyi yok edip, zemine beton döküp, kenarına da duvar örünce, derelerin “ıslah” olduğunu, kendisine belirlenen bu kanalın dışına çıkmayacağını zannediyorlar. Sonra bu derenin iki yanını imara açıyor, insanların kendi “mezar”larına yerleşmesine sebep oluyorlar. Üstüne bir de HES’in baraj kapaklarını açınca, sel, deniz olup taşıyor ilçenin üzerine. Dahası, eski-yıpranmış binalar sapasağlam yerinde dururken, yepyeni binalar bir moloz yığınına dönüşüyor, içindeki insanlarla birlikte.
Bu da yetmiyor, bu küçücük ilçede “anahtar kaybolsa anons yapılıyor” diyor insanlar; ama sel gelirken “sel çok büyük, canınızı kurtarın” diye anons yapılmıyor. Tam tersine “sel geliyor, arabalarınızı çekin” anonsu yapılıyor; arabasını çekmek için evinden çıkanlar sele kapılıp, daha ilk anda kaybolup gidiyor.
İnsanlar yakınlarını kaybettiler, evlerini kaybettiler, yaşamları yerle bir oldu. Devlet ise yine kendi umursamazlığı içinde yaklaşıyor bu acılara.
Erdoğan, yıkımın hemen ardından felaket bölgesine geliyor. Etrafında bakanları, korumaları, araç konvoyları… Namaz kılabilmesi için, “sahra hastanesi”ne dönüştürülmüş olan cami boşaltılıyor hemen. Yine yardım çalışmaları durduruluyor, Erdoğan geziyor diye. Bu defa insanların üzerine çay fırlatmıyor; son dönemde fırlattığı çay paketlerinin yarattığı öfkeyi dikkate almışlar demek ki. Ama geri kalan her şey aynı. Yine IBAN numarası veriliyor, yine yardım toplamak için tek yetkili olarak AFAD belirleniyor, yine muhalefet suçlanıyor, yine muhalefetin yardım etmesi engelleniyor, yine “hibe” değil, “kredi” vaadediliyor… Yine bir felaket, parti propagandasına çevriliyor.
Kitlelerin yaşamlarına ve acılarına dönük bu duyarsızlık, AKP açısından şaşırtıcı bir durum değil. Ancak kitlelerin öfkesi de, kızgınlığı da giderek büyüyor.
Daha da büyümeli! Doğayı tahrip eden, dereleri HES’lere kurban eden, afet riski taşıyan bölgelere imar izni veren, azami kar için insanların canını hiçe sayan bu sisteme yönelmeli bu öfke. Çünkü bu rant düzeni, bu kar hırsı yerle bir edilmedikçe, her “doğal afet” doğal olmayan bir katliama dönüşmeye devam edecek.