Afganistan’da Taliban’ın iktidarı yeniden ele geçirmesiyle birlikte, emperyalistlerden işbirlikçilerine her kesimin gerçek yüzü ortaya çıktı. Afganistan aynasında tüm makyajlar döküldü, gerçekler olanca çıplaklığı ile gözler önüne serildi.
ABD’nin çöküşü
En başta ABD emperyalizminin çöküşünü resmetti. ABD, arkasına bakmadan kaçtı. Afganistan’ı işgaliyle başlayan son 20 yılı çöp oldu. Ölen askerleri, harcadığı paraları bir kenara bıraksa bile, zaten sarsılmış olan prestijinin son kalıntılarını da Afganistan’da gömdü.
11 Eylül 2001’de New-York’taki “İkiz Kuleler”e yapılan saldırıdan sonra, ABD ilk olarak Afganistan’ı işgal etmişti. Saldırının sorumluluğunu, kendi besleyip büyüttüğü El Kaide, Taliban gibi dinci-gerici örgütlere yıkarak, sözde onları cezalandırmak adına Afganistan’a girdi. Bu örgütlerden çok çeken Afgan halkını ve dünya kamuoyunu arkasına alabilmek için de, Afganistan işgalini “demokrasi götürmek”, “insan haklarını geliştirmek” gibi bildik kılıflarla süsledi.
“Kuzey İttifakı” adı verilen işbirlikçileri aracılığıyla Afganistan’ı işgal etti, fakat tüm ülkeye hakim olamadı. Özellikle kırsal bölgelerde Taliban varlığını hep korudu. Asıl olarak başkent Kabil ile sınırlı kukla bir devlet ve besleme bir ordu ile ayakta durmaya çalıştı. 2014 yılından itibaren, çeşitli tarihlerde Afganistan’dan çekileceğini tekrarladı. Ancak ülke genelinde hakimiyet kuramadığı ve işbirlikçilerini güçlendiremediği için çekilme tarihi sürekli erteledi. Son aylarda Taliban’ın kent merkezlerini ele geçirerek Kabil’e doğru ilerlemeye başlaması üzerine, 11 Eylül tarihini vererek çekileceğini duyurdu. Bu yönde Taliban’la pazarlık yapmaya da çalıştı. Fakat arkasına Çin ve Rus emperyalistlerini alan Taliban, verilen tarihten önce Kabil’e girdi. Böylece ABD ve işbirlikçileri düzenli çekilmeyi bile gerçekleştiremedi.
Taliban daha Kabil’e girmeden önce, ABD, işbirlikçilerine bile haber vermeden bir gece yarısı askerlerini alarak kaçıp gitmişti. İşbirlikçileri sabah uyandıklarında ABD’nin kullandığı Bagram Askeri Üssü’nün boşaltılmış olduğunu gördüler; bu kez daha büyük bir telaş onları sardı. Afganistan’ın sözde seçilmiş cumhurbaşkanı Eşref Gani, paralar dolusu valizlerle ülkeyi ilk terkeden oldu. Ardından ordu komutanları sıraya girdi. Daha önce Taliban’a karşı savaşacaklarını açıklayan (bir dönem Türkiye’de ikamet eden) general Dostum başta olmak üzere komutanların hepsi, sırra kadem bastı. 300 bin kişi olduğu söylenen ve ABD tarafından yönetilen Afgan ordusu, 75 bin olduğu söylenen Taliban güçleri karşısında tek bir kurşun sıkmadan dağılıp gitmişti.
Afganistan’da halkın ezici çoğunluğu, Taliban’ın iktidarda olduğu 1996-2001 döneminde büyük acılar çekmişti ve Taliban’ı istemiyordu. ABD, Afgan halkını, özellikle de Afgan kadınlarını Taliban’ın vahşetiyle başbaşa bıraktı. Sadece işbirlikçilerini değil, “demokrasi getiriyoruz” diye kandırdığı halkı da yüzüstü bırakıp gitmekte hiç bir beis görmedi.
ABD daha önce başka ülkelerde de bozguna uğrayarak kaçmıştı. Vietnam, Somali… Ancak Afganistan’daki yenilgisi ve kaçışı, bunlardan çok farklıdır. Biden’la birlikte düzeltmeye çalıştığı imajı, Afganistan’da yerle bir olmuştur. Üstelik Biden, “Afgan ordusunun direnmediği yerde, biz niye kalalım” diyerek, suçu işbirlikçilerine attı. Böylece ABD’nin yaşadığı bozgunu ve dünya kamuoyu nezdinde yitirdiği imajını kurtarmaya çalıştı. Ama nafile!..
ABD, Kabil’den kalkan uçakla anılacaktır artık. Bir kargo uçağına tıka-basa doldurulmuş insanlar; onlardan çok daha fazla, uçağa binmek için dışarıda bekleyenler; uçak kalkarken bile, sağından-solundan koşanlar, kapısına-tekerine tırmananlar; havalandıktan sonra birer birer aşağıya düşenler; uçak Katar’a indiğinde tekerleklerinde bulunan insan parçaları… Bu kargo uçağı, bir utanç abidesi olarak müzeye kaldırılmalıdır. ABD’nin işgal ettiği yerlerden kaçışının, işbirlikçilerini ortada bırakışının, dinci-gericiliğin bir ülke halkını düşürdüğü içler acısı durumun simgesi olmuştur.
Pulları dökülen Çin emperyalizmi
Afganistan, sadece ABD emperyalizminin değil, AB’li emperyalistlerden Çin ve Rus emperyalistlerine kadar bir bütün olarak emperyalizmin insanlık-dışı gerici yüzünü gözler önüne serdi.
Taliban’ı resmen tanıyan ilk ülke Çin oldu. Sözde hala sosyalist olduğunu iddia eden Çin, Afganistan’da ABD’den farksız emperyalist bir güç olduğunu açıkça gösterdi. Daha önce Venezüella üzerinden “halkçı”, “sol”cu görünüyor, Afrika ülkelerine ucuz krediler vererek güya o ülkelerin kalkınmasına yardım ediyordu. Her yeni emperyalist gibi Çin de bağımlı hale getirmek istediği ülkelere “iç işlerine karışmayacağı” yönünde sözler veriyordu.
Çin’in bütün bu imajı, Afganistan aynasında yerle bir oldu. Salt emperyalist çıkarları için, Taliban gibi Ortaçağ gericiliğini temsil eden, şeriat kurallarıyla halkı cezalandıran bir çeteye açıktan destek verdi. En büyük rakibi ABD’ye darbe vurmak adına, en gerici, faşist yönetimlerle işbirliği yapacağını gösterdi. Daha önce Sudan’da diktatör El Beşir’e de destek vermişti; ama bu işbirliği, Afganistan’da olduğu kadar geniş kitleler tarafından bilinmiyordu.
Çin’in Afganistan’daki dinci-gerici çetelere desteği de yeni değil aslında. 1979’da Sovyetler Birliği (SB) Afganistan’ı işgal ettikten sonra, ABD “Afgan Mücahitleri” adı altında SB’ye karşı direnen bu çetelere her tür yardımı yaparken, Çin de “Mücahitler”i desteklemiş, silah ve askeri eğitim yardımında bulunmuştu. Çin için o dönem “baş düşman” SB idi. SB’ye karşı ABD’yle ittifakı savunmuş ve hayata geçirmişti. Bugün ise, Çin, “dünya imparatoru” olmasının önündeki en büyük engel olarak ABD’yi görüyor. Bu kez ABD’ye karşı Rusya’yı yanına alarak, yine dinci-gerici çetelere destek veriyor. Saflaşmada aktörler değişti, fakat zihniyet aynı kaldı.
Çin’in “Üç Dünya Teorisi” (ÜDT) adını verdiği yayılmacı-emperyalist politikasını, “halkçı” bir sosla kapattığı bu teori, halen Çin’in politikalarına dayanak oluşturmaktadır. 1970’li yıllarda ileri sürdükleri ÜDT’ye göre, dünya üçe bölünmüştür: I. Dünya ülkeleri, ABD ve SB’dir. Bunlar halkların “başdüşmanı”dır ama ABD “dişleri dökülen, gerileyen emperyalist” iken, SB “yeni ve daha tehlikeli” bir emperyalisttir; o yüzden SB’ye karşı ABD ile ittifak edilebilir! II. Dünya ülkeleri, AB, Japonya gibi diğer emperyalist ülkelerdir. Bunlar daha geriden gelen emperyalistlerdir ve I. Dünya’ya karşı “müttefik” yapılacak güçlerdir! III. Dünya ülkeleri ise, emperyalizme bağımlı ülkelerle sosyalist ülkelerdir. Tabi sosyalist ülke olarak Çin, sömürge, yarı-sömürge ülkeleriyle birlikte II. Dünya’yı da yanına alarak I. Dünya ülkelerine karşı (esasında SB’ye karşı) savaşarak tüm dünyayı sömürüden kurtaracaktır!
Dünyayı sınıflara göre değil, ülkelere göre bölen; dolayısıyla her ülke halkını kendi egemen sınıflarıyla işbirliğine çağıran, SB dışındaki tüm emperyalist ülkelerle ittifakı savunan bu karşı-devrimci teori, Çin’in hegemonya savaşına başlamadan önceki hazırlığı için üretilmiştir. Nitekim uzunca bir süre Asya, Afrika, Latin Amerika ülkelerini hegemonyası altına alırken, bu teoride somutlaşan demagojileri kullanmış ve başarılı da olmuştur.
Şu anda Çin’in ÜDT’ye ihtiyacı kalmamıştır esasında. Zaten dünya konjonktürü de 1970’li yıllardan çok farklı durumdadır. Ancak Çin’in işbirlikçileri, (ülkemizde Doğu Perinçek’in Vatan Partisi başta olmak üzere) halen ÜDT’ci bakışaçısıyla Çin’in yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Taliban’ı ilk tanıyan ülkenin Çin olması, doğal olarak kitlelerde Çin’e karşı da bir tepki yaratmıştır. Çin işbirlikçileri de, Taliban’ı ABD’ye karşı direnen bir örgüt şeklinde sunarak, Çin’i aklama çabasına girmiştir. Anti-ABD’ciliği anti-emperyalizm gibi göstererek Çin’in yardımına koşmuşlardır. Onlara göre Çin, geri-kalmış bir ülke olan Afganistan’a yardım etmektedir! Yani “Üç Dünyacı” bakışı yeniden piyasaya sürerek, Çin’in büyük tepki çeken bu hamlesini açıklama gayreti içindedirler.
İşbirlikçilerinin cansiperane çabalarına rağmen Çin, Afganistan’da gerçek yüzüyle sahneye çıkmıştır. ÜDT dahil hiç bir teori, yalan ve demagoji, bu durumu kapatmayı başaramaz.
Diğer emperyalistler de sıraya girdi
Taliban’ı resmi olarak tanıyan Çin’den sonra, Rusya da örtük de olsa Taliban’a destek veren emperyalist ülke oldu. Afganistan, Rusya için bir kez daha “turnusol” rolü oynadı. 1960’lardan itibaren sosyal-emperyalist bir ülke haline gelen Sovyetler Birliği, yıkılana kadar “sosyalizm” maskesini kullanmaya devam etmişti. O maske ile dünya halklarının desteğini arkasına alarak hegemonyasını arttırabiliyordu. Ancak 1979’daki Afganistan işgali, SB’nin “sosyalizm” maskesinin düşmesini ve emperyalist yayılmacı yüzünün açığa çıkmasını hızlandırdı. Üstelik SB, bir işgalci güç olarak en büyük yenilgiyi de Afganistan’da aldı. Bu durum SB’nin çöküşünde de önemli bir rol oynadı.
1990’ların başlarında SB dağıldıktan sonra, uzunca bir dönem bocalayan Rusya, Putin’in başkanlığı döneminde kendini toparlamaya başladı. SB’nin uydusu durumundaki Doğu Bloku ülkeleri başta olmak üzere SB içinde yeralan birçok ülkeyi ABD’ye kaptırmıştı. 2000’li yılların başından itibaren önce kendi bölgesinde hakimiyetini kurdu, sonra ABD’nin planlarını bozmaya başladı. Bunu en son Suriye’de gördük. ABD, Suriye’yi Rusya’dan uzaklaştırıp kendisinin işbirlikçisi yapmak için çok uğraştı. Başaramayınca cihatçı çeteleri yollayarak gerici bir iç savaş başlattı. Fakat Esad rejimine Rusya’nın desteği, ardından savaşa doğrudan müdahil olmasıyla ABD’nin Suriye’yi ele geçirme planı suya düştü.
Rusya yeniden emperyalist bir güç olarak dünya sahnesinde yerini almıştı. Fakat Ukrayna, Gürcistan gibi ülkelerde ABD yanlısı grupların “renkli devrimleri”ne karşı durması, Suriye gibi işgale uğrayan bir ülkenin yardımına koşması, onun emperyalist yüzünü gizliyordu. ABD’nin yeni emperyalist savaşı başlatan taraf olması, kitlelerde ABD karşıtlığını büyütmüştü. Bu durum Rusya, Çin gibi emperyalist ülkelere yaradı. Ta ki, Afganistan’da yeniden Taliban iktidara gelene dek…
Taliban’a verdiği destek, Rusya’nın da emperyalist yüzünü açığa vuran ve kitlelerin tepkisini çeken bir dönemeç oldu. Afganistan bir kez daha Rusya’yı vurdu.
AB emperyalistlerinin “insan hakları”ndan “demokrasi”den yana olan yüzü de Afganistan’da bir yara daha aldı. Esasında AB’nin bu imajı uzunca bir dönemdir bozulmuştu. 2000’li yılların başında “Kopenhag Kriterleri” ile tüm ülkelere demokrasi dersi veren AB, yeni bir emperyalist savaşın başlamasıyla birlikte, emperyalist çıkarları gereği faşist, gerici yönetimleri açıktan savunmaktan geri durmadı. Merkel’in “mülteci sorunu” üzerinden her seçim öncesi Erdoğan’a verdiği destek hatırlardadır.
Taliban’ın yeniden iktidarı ele geçireceğinin anlaşılması üzerine başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin Taliban yöneticileriyle görüştüğü ortaya çıktı.
Sonuçta her emperyalist güç, çıkarlarını ön plana alarak Taliban dahil en gerici kesimlerle anlaşmaya-uzlaşmaya hazır olduklarını gösterdiler. Afganistan’ın zengin madenleri, uyuşturucunun merkezi olması, coğrafi konumu, tüm emperyalistlerin iştahını kabartıyor. Ne Taliban’ın şeriat uygulamaları, ne Afgan halkının çekeceği sıkıntılar, ne kadınların başına gelecek olanlar onları zerre kadar ilgilendiriyor!
AKP’nin pazarlıkları
Afganistan, AKP’nin zaten bilinen, emperyalizme bağımlı dinci-gerici yüzünü bir kez daha gösterdi. Haziran ayında gerçekleşen NATO Zirvesi’nden bu yana, Afganistan Türkiye’nin gündemindeydi. Çünkü Erdoğan, Biden ile yaptığı “özel” görüşmesinde ABD’nin çekilmesinin ardından Kabil Havaalanı’nı Türk askerlerinin koruyabileceği sözünü vermişti. Biden’ın işbaşına geldiği andan itibaren ABD ile ilişkileri bir türlü düzeltemeyen Erdoğan, bu durumu fırsata çevirmeye kalktı. ABD’ye yaranma pahasına Türk ordusunu bu kez Afganistan’a süreceğini ilan etti.
Afganistan’ın gündemde kalmasının bir diğer nedeni de, artan Afgan göçüydü. Yine Biden’la yapılan görüşmede ABD işbirlikçisi Afganların Türkiye’ye gelmesi konusunda anlaşmaya varılmıştı. Hiç bir kaydı tutulmayan gizli görüşmelerde alınan kararlar doğrultusunda onbinlerce Afgan, İran sınırını geçerek Türkiye’ye giriş yapıyordu. Erdoğan önce bu gizli anlaşmayı da, Afgan göçünü de reddetti. Her taraftan Afgan sığınmacılar çıkmaya başlayınca ve bu durum kitlelerde büyük tepkilere yol açınca, bu kez “sınırlarımızı duvarlarla örüyoruz” diyerek güya tedbir aldıklarını açıkladı. Oysa Afgan göçüne göz yumulduğu aşikardı. Üstelik Suriyeli sığınmacılardan farklı olarak Afganlar aileleriyle birlikte gelmiyordu. Genç ve yalnız erkekler akın akın Türkiye sınırından geçiyor ve kayıtdışı biçimde ülkenin içinde dağılıyor, kayboluyorlardı.
Anlaşmaya göre ABD bunların içinden bir kısmını seçerek alacaktı. Ezici çoğunluğu ise Türkiye’de kalacaktı. Bunun için Türkiye’ye belli bir miktar para verilecekti. Tıpkı Suriyeli sığınmacılar için, başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin yaptığı gibi. AB ülkeleri, bir kez daha Türkiye’nin göçmen politikasını överek, Afgan sığınmacıları tutmasını istiyordu. Türkiye, Doğu sınırı kevgire dönmüş, Batı’sı ise sıkı sıkıya kapatılmış yarı-açık cezaevi konumundaydı. Ve Erdoğan, bu “başarısı”ndan dolayı emperyalist ülkelerin parasının yanında desteğini de alıyordu.
Suriye’den sonra Afganistan’dan gelen dinci-gerici çetelerin böylesine pervasız biçimde ülkeye dağılması, halkta büyük bir tedirginlik yaratıyor. Çünkü bu çetelerin AKP tarafından hem “vurucu güç” hem de kitle tabanı olarak değerlendirildiği biliniyor. Ülke içinde dinci-gericiliğin yayılmasında, sosyolojik-demografik yapısının değişmesinde önemli bir unsur oldular. Ayrıca “yabancı düşmanlığı”nın artmasının, şoven-milliyetçiliğin yükselmesinin zeminini oluşturuyorlar. Mültecilere değil ama mülteciliği yaratan sisteme ve ondan nemalanmaya kalkanlara karşı mücadeleyi yükseltmek gerektiği açıktır.
AKP ve Erdoğan, bir kez daha sığınmacılar üzerinden siyasi ömrünü uzatmaya çalışıyor. ABD ve AB ile ilişkilerini ve ekonomik krizi buradan aşmanın yollarını arıyor. ABD ve işbirlikçileri Afganistan’dan kaçtığı halde, hala Kabil Havaalanı’nda Türk askerinin görev yapması için çaba harcıyor. Bu doğrultuda Taliban’la anlaşabileceklerini söylüyor. Taliban daha iktidara gelmeden Erdoğan, Taliban’la ideolojik yakınlığı üzerinden onlarla kolayca anlaşabileceklerini ifade etti. Çin’den sonra Taliban’ı ilk tanıyacak ülkelerden birinin Türkiye olması kimseyi şaşırtmaz.
Emperyalizm “özgürlük” getirmez
Afganistan aynasında görülen, sadece emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yüzleri değildir. Afganistan örneği, bir emperyaliste dayanarak özgürlüğe, demokrasiye kavuşacağını sanan örgütlere ve halklara da önemli dersler veriyor.
Afganistan’da çok net biçimde görüldüğü gibi, emperyalistler ve bir avuç işbirlikçisi, en küçük bir zorlukta arkasına bakmadan kaçıyor. Onlara güvenerek birlikte hareket edenleri ve tabi ki halkı ortada bırakıp gidiyorlar. Onları sadece çıkarları ilgilendiriyor. Çıkarları için işbirliği yapmayacakları hiç bir kişi ve kurum yoktur.
Taliban’la birlikte emperyalizmin siyasi gericilik olduğu net biçimde bir kez daha görülmüştür. Aynı şekilde işbirlikçilerinin “vatan-millet” söylevlerinin demagojiden ibaret olduğu, ceplerini doldurmaktan başka bir şey düşünmedikleri ortaya çıkmıştır. Sonuçta hiç bir emperyalist güç, egemen sınıf ve yönetici, ezilen halkların dostu olmamıştır, olamaz.
Afganistan halkı, bütün bunları elinin tersiyle iterek, kendi içinde birlik ve dayanışmayı sağlamalı, mücadeleyi yükseltmelidir. Uluslararası kuruluşlara çağrı yaparak Taliban zulmünden kurtulmayı beklemek, nafile bir çabadır. Halkların kurtuluşları da kendi eserleri olacaktır. Afgan halkı direnmediği sürece, dışarıdan gelen destekler sınırlı olacak ve bir süre sonra bitecektir. Ama içte mücadele yükselirse, destek ve dayanışma da büyüyecek ve sadece Taliban değil, tüm emperyalistler ve işbirlikçileri geri adım atmak zorunda kalacaktır.
Afganistan kadınları ilk günden bunun örneğini verdi. Taliban’ın yerleştiği Cumhurbaşkanlığı sarayı önünde, hakları için eylem yaptılar. Başta kadınlar olmak üzere Afgan halkı direnişe geçmeli, dünya halkları da bu direnişte Afganları yalnız bırakmamalıdır.