İki-üç gün yağan kar, ülkenin tamamında etkili oldu. “Kar çirkinlikleri, kusurları örter” derler; tersine bu defa yağan kar, sistemin bütün çarpıklıklarını olanca çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Doğayı güzelleştiren kar, sömürücü sistemin doğal sonucu olarak, insanların çilesine dönüştü.
İstanbul Havalimanı çöktü
İstanbul Havalimanı’ndaki esaret, kar krizinin doruk noktasıydı. Yaklaşık 25 bin yolcu, yolcusunu uğurlamaya gelenler, uçaklardan inenler, havalimanında mahsur kaldı. Aslında “mahsur kaldı” sözü bile yetersiz kalıyor. Havalimanının kendisi bir “afet bölgesi”ne dönüştü.
Havalimanı inşa edilirken yapılan bütün itirazlar, kar yağınca bütün ağırlığı ile havalimanındakilerin üzerine çöktü. En başta alandaki kargo binasının tavanı çöktü. Sonra ulaşım çöktü. Alandaki Rus pilotlar, “Bizde Sibirya’da bile uçakların kalkışında sorun yaşanmaz” diye dalga geçerken, havalimanının bütün iniş-kalkışları durdu. Alan kent dışında inşa edilmiş olduğu için, uçaklardan umudunu kesen yolcular kente dönmek istediler; ancak karayolu tamamen kapanmıştı. Üstelik karayolu dışında havalimanına ulaşmanın başka bir yolu da yoktu. Apar-topar inşa edilen havalimanında metro ulaşımı sözkonusu değildi ve bu yanıyla dünyada metro ulaşımı olmayan birkaç alandan biriydi. Önümüzdeki dönemde de bu sorunun çözülmesi ihtimali yoktu; çünkü bugün ancak 3 durak geriye kadar gelebilen metronun, havalimanına kadar uzatılması, yapılan hesap hataları nedeniyle teknik olarak mümkün değildi.
Bu tablo nedeniyle, bir biçimde alana kadar ulaşmış olan kişiler, oradan ayrılmak için hiçbir yol bulamadılar. Alanın içinde kalmak ise, insanlıkdışı bir ortam oluşturdu. 24 saatten fazla alanda mahsur kalan yolcular, yemek bulamadılar, yatmak için fahiş fiyatla karton satın aldılar. Yağış yoğunlaşmadan önce uçağa binmiş olanların durumu ise daha vahimdi; 10 saate varan sürelerde apronda-uçağın içinde kalan yolcular, havalimanı binasına geçemediler. Pistleri temizlemek için ekipman yoktu, o koşullarda o yolcuları alana sevkedecek bir teknik hazırlık yoktu.
Sonunda isyan eden turistler “otel istiyoruz” diye slogan atmaya başladılar; çünkü böyle durumlarda yolcuların otele yerleştirilmesi, uluslararası kurallarla belirlenmiş bir zorunluluktur. Ancak dünyadaki bütün havalimanlarının çevresinde otel olurken, İstanbul Havalimanı yakınlarında otel yoktu; otel için kente ulaşım da yoktu.
Turistler “yemek istiyoruz” diye slogan attılar; ancak alandaki restoranların bir kısmı kapalıydı, açık olanlar da fahiş fiyatlarla gıda satıyorlardı.
Ve devletin, turistlerin bu tepkisine verdiği tek yanıt, alana “çevik kuvvet” göndermek oldu. Polisler, slogan atan turistlerin etrafını sardılar. Hem de dünyanın gözü önünde…
Ulaştırma Bakanı’nın geçemediği yollar
Ayyuka çıkan görüntüler İstanbul Havalimanı’ndan gelmişti. Ancak ülke genelinde yaşanan fiyasko, devletin acizliğini ortaya koyuyordu. Tarsus-Adana-Antep yolu, saatler boyunca kapalı kaldı mesela. Ve Antep Belediye Başkanı Fatma Şahin’in umursamazlığı, yola çıkan insanları suçlaması kayıtlara geçti.
İstanbul-Ankara karayolu, saatler boyunca tamamen kapandı mesela. Öyle ki, Ulaştırma Bakanı “Erdoğan’ın talimatıyla yola çıktıktan” (yani talimat olmasa Ulaştırma Bakanı kardan kapanan yollarla ilgilenmeyecek!) sonra, Bolu’dan geçemediği için Ankara’ya geri döndü; ardından İçişleri Bakanı ile birlikte uçakla, kapatılan ve tahrip edilen Yeşilköy Havalimanı’na indiler. Ama Bolu’da beklemekte olan tırlar, araçlar, binlerce insan, kendi özel uçakları olmadığı için gidecekleri yere ulaşamadılar. Yollarda kalan insanlar aç-susuz, hatta mazot bittiği için arabanın içinde buz gibi bir havada 10-15 saat boyunca beklemek zorunda kaldılar.
Kuzey Marmara otoyolu 17 saat boyunca kapalı kaldı. Milyarlarca lira dökülerek yapılan, “geçiş garantisi” verilerek büyük bir rant kapısı oluşturulan, bu arada korkunç bir doğa tahribatı yaratan 3. Köprü ve bağlı karayolu, karın yağdığı süre boyunca kullanılamadı.
Şehir içi yollar bile, bir çok noktada tıkandı, buzlandı.
İnsanlar işlerine gidemedi, hastalar hastaneye ulaşamadı, hayat aksadı, İstanbul’un birçok bölgesi adeta bir köy gibi felç oldu. Tırlar yolda kaldı; İstanbul’a gelmesi gereken sebze-meyve gelmedi ve yollarda çürüdü. Üstelik İstanbul’da meyve ve sebze fiyatları iki katına fırladı. Yine tırların yolda kalması, pek çok sektörde hammadde ya da ürün sevkiyatını aksattı, devasa zararlar oluştu.
Bu arada AKP yönetimi ile CHP’li belediyeler, kendi aralarında “iktidar” kavgasına girişerek, aksayan yönlere ilişkin bahaneler ürettiler ve suçu birbirlerinin üzerine attılar. Mesela yolda kalan insanlar, yardım için polisi aradıklarını, polisin kendilerine büyükşehir belediyesini aramalarını söylediğini anlatıyorlar. Kitlelerin yaşadığı zorluklar, yoksunluklar umurlarında olmadan, daha fazla reklam yapmanın peşine düştüler.
Bu arada Tunceli’de belediye başkanının halkı yardıma çağırmasıyla, yoğun kar yağışına karşı kitlelerin gücü ile mücadele edilebildiği görüldü.
* * *
Kar yağışının ülke genelinde bir felakete dönüşmesinde öncelikli sorumlu AKP yönetimidir. Yoğun kar yağışına ilişkin günler öncesinden meteorolojinin uyarıları sözkonusuyken, “hazırlıksız” yakalananlar, yola çıkan-işe giden insanlar değil; gereken önlemleri almayan bakanlıklar ve konuyla ilgili tüm devlet kurumlarıdır. İnsan hayatını değersiz gören, yaşanan acıları umursamayan bürokrat yöneticilerdir. Salt yeni rant kapıları yaratmak için İstanbul’un en yanlış noktasına havaalanı, otoban ve köprü yapan, bunları da eksik ve hatalı biçimde inşa eden, buradaki altyapı ihtiyaçlarını dikkate almayan kapitalist sömürücü sistemdir.
Ancak CHP’li belediyeler de bu sistemden, bu ilişkilerden, bu özensizlikten muaf değildir. Sonuç olarak CHP’li belediyelerin bulunduğu alanlarda da sorunlar yaşanmış; en önemlisi Ekrem İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile yediği yemek üzerinden bir güvensizlik ortamı oluşmuştur.
“İnsanın doğayla mücadelesi”, doğru planlama, öngörü ve hazırlıkla yürütülür. Kar hırsını değil insanın zarar görmemesini öncelikli görev olarak koyan bir belediyecilik ve yönetim anlayışıyla, kar yağışı gibi “öngörülebilen” doğa olayları ile mücadele etmenin yolları vardır; çok da zor değildir.