Türk Telekom’un yüzde 55’lik hissesi 1 milyar 650 milyon dolara Türkiye Varlık Fonu (TVF) tarafından satın alındı. Türk Telekom, 2005 yılında özelleştirilmiş, batık kredileri nedeniyle 2018 yılında bankaların eline geçmişti. Sözleşmeye göre, bedelsiz ve borçsuz olarak 2026’da tekrar kamuya devredilmesi gerekiyordu.
Türk Telekom’un 17 yıllık hikayesi, kamu kaynaklarının burjuvaziye ve emperyalist tekellere nasıl peşkeş çekildiğinin çarpıcı bir hikayesi oldu.
Telekom’un satışı
2005 yılında Türk Telekom Oger Telekom’a satılmıştı. Ancak özelleştirme süreci, 1990’ların başında başladı. 1994 yılında “PTT’nin “T”sinin ayrılması (öncesinde PTT-“Posta, Telgraf, Telefon idaresi” olarak çalışıyordu, 2005’te “Telefon” ayrıldı) gündeme geldi. Türkiye’de sabit telefon hatlarının tüm ülkeye yayıldığı bir dönemdi bu; cep telefonlarının Türkiye’de kullanılmaya başlanmasına ise daha 1-2 yıl vardı. 1994’te yapılan yasal değişiklikle PTT’nin “T”si ayrıldı ve Türk Telekom kuruldu.
2005 yılı ise, pervasız özelleştirmelerin yılıydı. SEKA’nın, TEKEL’in, ERDEMİR’in, Seydişehir Alüminyum’un ve TÜPRAŞ’ın da satılması, kapatılması, özelleştirilmesi gündemdeydi ve bu saldırılara karşı ülke çapında büyük eylemler gerçekleştiriliyordu. Aynı dönemde Türk Telekom’un özelleştirilmesi de büyük eylemlerle karşılanmıştı; ancak saldırının boyutu öylesine büyüktü ki, eylemler bu satışı durdurmaya yetmedi.
Telekom’un yüzde 55 hissesi, Lübnanlı Hariri ailesine ait Oger Telekom’a, 6.5 milyar dolara satıldı. Satış sözleşmesine göre devlete ait bütün iletişim şebekesi ve teçhizatı 21 yıllığına Oger’e devredildi. 21 yıl sonra, yani 2026’da Oger, şebeke ve teçhizatı “kullanılabilir halde” ve şirketi de borçsuz bir şekilde devlete iade edecekti.
Satış sırada kasasında 2 milyar dolar ve envanterinde sayısız taşınmaz mülk (binalar, araziler) bulunuyordu. Satışın kendisinin bile ne kadar büyük bir soygun olduğu, Çiller’in itiraflarında ortaya çıkmıştı. 1994 ekonomik krizi sırasında başbakan olan Çiller, sonrasında o döneme ilişkin “1994’te Türkiye’nin iç borcu 14-16 milyar dolardı, Telekom’un değeri ise 40 milyar dolardı, yarısını satsaydık borcumuz kalmazdı” demişti. Yani daha 1994’de değeri 40 milyar dolar olan Telekom, Oger’e sadece 6,5 milyar dolara satılmıştı.
Oger, bankalardan aldığı kredilerle devlete olan borcunu hemen kapattı; ancak kredi borçlarını ödemedi. Sadece 1,4 milyar dolarlık ilk ödemeyi yaptı, 600 milyon dolar olan ikinci taksiti satıştan tam 8 yıl sonra ödedi. Toplamda, satış bedelinin yarısını bile ödemedi.
Üstelik şirket sürekli kar ediyordu. İlk 4 yıl vergi rekortmeni olmuştu. 13 yıl boyunca 14 milyar dolar net kar elde etti. Oger bu karın 7 milyar dolarını cebe indirerek 2018 yılında ülkeyi terk ederken, ardından milyarlarca dolarlık batık kredi bırakmıştı.
Tüm bunlara ek olarak şirketin taşınmazlarını satmış, bundan da büyük bir gelir elde etmişti. Şirketi satın aldığı anda büyük bir işçi kıyımı gerçekleştirerek çalışan sayısını yarıya indirmiş (60 bin kişiden 33 bine düştü), ücretleri düşürüp çalışma koşullarını ağırlaştırarak sömürüyü katmerlendirmişti.
Lübnanlı Hariri ailesi Telekom’u satın almış ama bedelini ödememişti; şirketin mal varlığını yokederek içini boşaltmıştı; bankalardan (İş Bankası, Garanti ve Akbank) kredi çekerek şirketi borçlandırmıştı; devasa bir vurgun gerçekleştirerek şirketten çekilmişti; bu arada Telekom’un ikinci büyük ortağı olan Türkiye Hazinesi bu soygunu seyretmişti. Tüm bu süreç boyunca devlet tek bir müdahalede bulunmadı. Tersine Oger’in işini kolaylaştıracak şeyler yaptı. Mesela bankalar Telekom’a kredi vermeye zorlandı; kredilerin geri ödenmeyeceği bilindiği halde…
Oger şirketi giderken, Telekom hisselerini alacaklı bankalara devretmişti. Bugün alınan kararla Telekom’un sözkonusu yüzde 55 hissesi TVF’ye devredilince, borçlar da devlete aktarılmış oldu.
* * *
Telekom’un satışı, devlet ile burjuvazi arasındaki ilişkinin somut ifadesidir. Oger Telekom, bütün bu yolsuzlukları yaparken, devletin tek yaptığı, onun işini kolaylaştırmak olmuştur. Üstelik her türden yasaya, hukuka, gerçekleştirilen işçi direnişlerine rağmen… Aynı yöntemleri diğer özelleştirmelerde de görürüz. Satılarak kapatılan kağıt fabrikalarının yerine dışarıdan ithalat dönemi başlatılmış, ithalat yapan şirketlerin kar etmesi sağlanmıştır mesela. Kamu kaynakları patronların yağmasına sunulmaktadır. İşçi ve emekçilerden sömürülerek oluşturulmuş kaynaklar, patronlar tarafından pervasızca kullanılmaktadır. Tam da bu nedenle, özelleştirmeye karşı mücadele, bu sömürü ve yağma düzenine karşı mücadeledir.