Nevin Berktaş’la imza günü ve söyleşi gerçekleştirildi

YAYKOOP Kadıköy Kitabevi’nde, 19 Mart günü Nevin Berktaş ile söyleşi ve imza günü gerçekleştirildi. Soğuk ve kar yağışlı havaya rağmen etkinliğe katılım yoğundu. İlk olarak Yediveren Yayınevi adına bir konuşma yapıldı. Nasıl bir dönemden geçtiğimiz özetlenerek 12 Eylül ve o dönemki direnişle günümüz arasında bağlar kuruldu. Sonra Nevin Berktaş, Hücreler ve 12 Eylül kitabının hangi koşullarda yazıldığını anlattı, içerideki mücadele ile dışarıdaki mücadelenin içiçeliğine vurgu yaptı, Aysel Tuğluk başta olmak üzere hasta tutsakların durumuna dikkat çekti ve bugün insanlığın büyük bir hapishanede yaşamaya zorlandığını, buna karşı mücadele edilmeden hapishanelerin düzelmeyeceğini söyledi. 12 Eylül kitabından bir bölümü okuduktan sonra katılımcılar görüşlerini ifade ettiler, sorular sordular. Ardından grupsal sohbetler yapıldı. Ve Nevin Berktaş kitaplarını imzaladı.

Nevin Berktaş konuşmasında kısaca şunları söyledi:

İlk kitabım “İnancın Sınandığı Mekânlar-HÜCRELER”, 19 Aralık 2000 katliamının öngününde doğdu. Egemen sınıflar, sömürüyü daha da ağırlaştıracak ekonomik ve siyasi programı uygulayabilmek için kapsamlı saldırı hazırlığı içindeydiler. Bunun önemli bir ayağını da hapishaneler oluşturuyordu. Ecevit’e “İMF programını başka türlü uygulayamazdık” dedirten kanlı bir plan hazırlıyorlardı. “Hücre tipi hapishane” inşaatları tüm hızıyla sürüyordu. Kredilerini de Dünya Bankası vermişti… Hapishaneler, özünde işçi-emekçi sorunudur. Çok fazla önemsemek önemlidir. Öyle de yaptık.

Saldırıya denk şiddette bir direniş örgütlememiz gerekiyordu. Geldiklerinde teslim olmayacak, barikatlar kuracaktık. Bununla yetinmemeli, ideolojik olarak da güçlenmeliydik. Dünya devrim tarihlerini, özellikle de hapishane deneyimlerini inceledik. Bizim de çok güçlü bir direniş tarihimiz vardı.Onları yazmalıydık… Kitap çok kısa bir sürede yazılmak zorunda kaldı çünkü saldırı gelmek üzere olduğu için dışarıya çıkaramamaktan korktuk ve o kadar yoğun çalıştık ki gecemiz gündüzümüze karıştı. Kolektif bir çalışma sonucu bitirebildim. Kitap matbaadan çıkar çıkmaz önce hapishanelere postalandı. İlk bir hafta içinde toplatma kararı verildi ve hakkımda dört ayrı dava açıldı. Ayrıca Yediveren Yayınevi ve Berdan Matbaa sahiplerine davalar açıldı. Kitabın çıkma nedenini iyi anlamışlardı! Fakat kitap matbaa depolarında çürümeye terkedilmedi. Dağıtımı elden yapıldı ve yaygın bir şekilde okundu. İlk baskısı kısa sürede tükendi.

Dava süreci on yıl sürdü. Sonunda yedi ay hapsedilmeme karar verdiler. Kasım 2010 yılında Bakırköy Hapishanesi’ne kapatıldım. Hem de 12 Eylül’ü yargılama sözü verdikleri anayasa referandumunun ardından geldi bu tutuklama. Ayrıca yayınevi ve matbaa sahiplerine de para cezası verildi.

Bu durum haklı olarak kitlelerin büyük tepkisini çekti. Haksız-hukuksuz uygulamanın kaldırılıp serbest bırakılmam için ülkede ve yurt dışında yaygın propaganda yapıldı, imza kampanyaları, protesto eylemleri düzenlendi ve oluşan kamuoyu baskısıyla 5 ay sonra serbest bırakıldım. Yasaklanan kitap ayrıca ilgi odağı oldu, kitabı yeniden okuma isteği oluştu. Yayınevi bu durumu dikkate alarak “İnancın Sınandığı Zor Mekânlar-HÜCRELER kitabı DAVA DOSYASI” adıyla bir kitap bastı.

Henüz tutsakken İsveç ve Türkiye PEN, onur üyesi olarak kabul etti. Türkiye PEN “Duygu Asena Ödülü”nü verdi. (Dışarı çıkınca, Türkiye PEN, bir törenle ödülü bana sundu.) Çeşitli milletvekillerinin yanı sıra PEN başkanları hapishanede beni ziyaret etti. AHİM, Türkiye’yi haksız yargılama nedeniyle para cezasına tabi tuttu.

* * *

“Darbe Yenilgi Direniş 12 EYLÜL” kitabı ise, Eylül 2012 yılında çıktı. AKP, 12 Eylül 2010’da yüksek yargıyı ele geçirmek için anayasa referandumu yapmıştı ve evet oylarını artırmak için 12 Eylül generallerini yargılayacağı yalanını uydurmuştu. Bir yandan da 28 Şubat’ı yargılayabilmenin yolunu düzlüyordu. 28 Şubatçılar tek tek tutuklanırken, 12 Eylül’ü de aklama faaliyeti kapladı ortalığı. “Ülkeyi sağ-sol çatışmasından kurtaran ihtilal”, “Dış mihraklar sağ-sol çatışması yaratıp 12 Eylül’e zemin sundu” “12 Eylül sağa da sola da karşıydı, iki kesim de zarar gördü” vb. yalanları sarmıştı ortalığı yeniden. Oysa devrimciler büyük bedeller ödeyerek, daha o yıllarda çürütmüştü bu yalanları, 12 Eylül’ü kendi mahkemelerinde yargılamıştı. Bu konuda söz söylemesi gereken, yine direnenler olmalıydı, ne 12 Eylül ürünü partiler ne de Avrupa Birliği… Kitap bunu mutlaka anlatmalı, resmi tarihin karşısına dikilmeliydi.

Öte yandan, sadece 12 Eylül’ün vahşetine odaklanmayı yanlış bulduk. Teslim olanları değil direnenleri öne çıkardık. Kitapta direnenler konuştu ve 12 Eylül rejimi ile hesaplaşmanın Arjantin ve Şili örneğindeki gibi bir halk hareketiyle olabileceğini vurguladı. 12 Eylül’ü bütün yönleriyle, belgelerle ortaya koyan bir araştırma kitabı niteliğinde olması da, ona ayrı bir önem kattı.

* * *

Kitaplarımın ikisi de dünde kalmış, olup-bitmiş bir dönemi anlatan anı kitabı değiller. Aksine bir anlamda bugünü anlatıyor, bu güne ışık tutuyorlar. İkisi de mücadelenin ihtiyaçları temelinde doğdu ve savaşsız, sömürüsüz bir dünyanın mutlaka kurulacağına duyulan yüksek inancı haykırdı. Bu inancın uğruna nasıl direnildiğini ve ne büyük bedeller ödendiğini anlattı.

Bir yandan da, hapishaneler ile ezilen ve sömürülen kitlelerin mücadelesi arasındaki bağı, içerideki yaptırımlarla dışarıdaki sömürü ağı arasındaki ilişkiyi ortaya koydu… Dışarıda aslında koskoca bir hapishanede yaşadığımız gerçeğini ve en küçük bir hak aramanın bile içerideki tutsaklıkla bitebileceğini, koca bir toplumu bununla terbiye etmeye çalıştıklarını gösterdi.

Bu nedenle de hapishaneler toplumu yakından ilgilendirmelidir. Örneğin hasta tutsakların serbest bırakılması, dışarıda canımızı yakan diğer sorunlarımız kadar can alıcıdır. Hasta tutsakların simgesi haline gelen Aysel Tuğluk arkadaşımıza yapılanlar ile artan zamlar arasında doğrudan bir bağ vardır. Onların serbest bırakılması için yoğun bir çaba sarf etmek zorundayız. Aysel arkadaşımız, annesinin cansız bedenine yapılan saldırıların acısıyla hücreye hapsedilmesiydi, onu daha sağlıklı karşılayabilirdik. İnsanlık dışı hücre tip hapishaneler yıkılmalıdır gerçekten de.

Sömürücülerin, sayıları milyonlarla ifade edilen yoksullar üzerinden zenginleştiği, bugün çok daha çıplak şekilde gözler önündedir, ama bu böyle sürmeyecektir. Bu inancı hiç kaybetmedim ve bu inancın güzelliğinde mücadelem devam ediyor. Şair Adnan Yücel’in söylediği gibi “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” de sürecek.

 

Söyleşinin yapıldığı gün, Artı Gerçek gazetesinden Esra Çiftçi Nevin Berktaş ile yaptığı röportajı internet sitesinde yayınladı. Röportaja buradan ulaşabilirsiniz.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …