Rusya’nın Ukrayna işgaliyle birlikte, savaş Avrupa’ya da sıçramış oldu. Bu durum, savaşın Ortadoğu ile sınırlı “bölgesel bir savaş” değil, dünya ölçeğinde süren “üçüncü emperyalist savaş” olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtladı. Savaşın niteliğini, adını doğru koymak ve bu yönde halen süren kafa karışıklığını gidermek bakımından yararlı olacağı düşüncesiyle konuyla ilgili daha önce yayınladığımız bir yazıyı kısaltarak koyuyoruz.
* * *
11 Eylül 2001’de ABD’nin İkiz Kuleleri üzerinde dev bir molotof gibi patlayan uçak saldırıları ile başlayan 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı, dünyanın genelini etkisi altına alarak sürüyor.
2002 yılında gerçekleştirilen I. Kongre’de, bunun yeni bir emperyalist paylaşım savaşı olduğunu görmüş ve nedenleriyle ortaya koymuştuk. Bu gerçek uzunca bir süre farkedilmedi. Hemen tüm siyasal yapılar, “yerel-bölgesel” savaşlar olarak ele aldılar. Son yıllarda tek tük bazı kesimlerden “3. Dünya Savaşı” tanımları gelmeye başlamışsa da, genel olarak savaşın gerçek düzeyi halen görülmüyor.
Kendini siyasal-ekonomik-askeri her alanda çarpıcı biçimde ortaya koymasına rağmen, 3. Emperyalist Savaş gerçeğinin devrimci çevrelerde bile tanımlanmamasının iki temel nedeni vardır: Birincisi “artık yeni bir dünya savaşı yaşanmayacağı” yolundaki yanlış teorilerdir. İkincisi ise, günümüzdeki savaşın bu kadar uzamasının nedenlerini çözümleyemeyen ve yaşanmış iki emperyalist savaşa benzemeyen yanlarını temel alan “şabloncu” yaklaşımdır.
İlk iki emperyalist savaşın arasında sadece 20 yıl vardı. 1914’te başlayan I. Emperyalist Savaş, 4 yıl sürüp 1918’de bittikten 20 yıl sonra, 1939’da ikincisi patlak verdi. Bu defa biraz daha uzun süren savaş, 6 yıl sonra 1945 yılında, sosyalist Sovyetler Birliği’nin (SB) Almanya’ya girmesiyle bitti.
Sonrasında “III. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın yaşanmayacağı” yolundaki teoriler, pek çok kesim tarafından ileri sürüldü. Bunu savunanlar, nükleer silahlar başta olmak üzere silah teknolojisinin “caydırıcı” boyuta ulaşmasının, emperyalistleri yeni bir savaşa girmekten alıkoyacağını savundu. Öyle ki, nükleer silahların devreye girdiği bir savaşta, dünyanın tamamen yokolması ihtimali vardı. Bu durumda emperyalistlerin “akıllı” ve “uzlaşmacı” davranarak açık savaşlardan kaçınacağı varsayılıyordu. Hatta “soğuk savaş” terimi, tam da bunu ifade etmek için üretilmişti.
Üstelik aradan geçen zamanın kendilerini doğruladığına inandılar. II. Emperyalist Savaş’ın ardından geçen onyıllar boyunca “soğuk savaş” yaşandı, Vietnam işgal edildi, SB parçalandı, hatta ‘90’ların başında ABD kendi dünya imparatorluğunu, “tek kutuplu dünya”yı ilan etti vb. Kısacası pek çok önemli gelişme yaşandığı halde, yeni bir dünya savaşının patlamadığı görüldü. “Demek ki yerel-bölgesel savaşlar olacak, ancak yeni bir dünya savaşı yaşanmayacak” tezi iyice pekişti.
Oysa emperyalizm varolduğu sürece, emperyalist savaşlar kaçınılmazdır. Emperyalizm öncesi toplumsal dönemlerde, büyüyen ve güçlenen sömürgeci devlet için, dünya “uçsuz bucaksız” bir keşif alanıdır. Kimi zaman savaşarak bazı ülkeler üzerinde hakimiyet kurarlar, kimi zaman da ilkel kabilelerin yaşam sürdürdüğü “yeni” toprakları “keşfederler”. Her halükarda büyüyen ekonomik ve askeri güçlerini gerçekleştirme alanları ve olanakları bulunur. Emperyalizm dönemi ise, dünya üzerindeki her karış toprağın paylaşılmış olduğu evredir. Sahipsiz tek bir karış toprak kalmamıştır. Artık büyüyen ve gelişen bir emperyalist, kendi hegemonya bölgesini oluşturmak, kendi pazar alanlarını yaratmak için, mutlaka başka bir emperyalistle savaşmak zorundadır. Bu nedenle Lenin, “emperyalist savaş” kavramını, “paylaşılmış toprakların yeniden paylaşılması” olarak tanımlamıştır.
Kendi pazar-alanını genişletmek, dünya pazarlarındaki payını artırmak isteyen her emperyalist, bunun savaşını verir. Çünkü pazar-alanını genişletmek, emperyalistler arasında “uzlaşma” ile, “akıllı yönetim”le gerçekleştirilebilir bir şey değildir. Hiçbir emperyalist, kendi pazar-alanını bir başkasıyla paylaşmayı kabullenmez. Bu nedenle ne yokedici nükleer silahlar, ne hayal edilemez bir düzeye ulaşan teknoloji, ne de “akıllı-uzlaşmacı” yöneticiler, emperyalist tekellerin kar hırsının ve bu kar uğruna verilecek savaşların önüne geçemez. Bütün emperyalist savaşların çıkış noktası ve en önemli ortak yönü budur.
I.Emperyalist Savaş, yükselen emperyalist Almanya’nın dünya pazarlarında kendi payını artırma çabası ile başlamıştı. II. Emperyalist Savaş’ı başlatan da yine Almanya oldu; ancak bu defa, yükselen emperyalist ABD tarafından beslenip-büyütülen, öne itilen bir Almanya vardı. III. Emperyalist Savaş ise, yükselen emperyalist Çin’in pazar-alanlarını genişletme girişimini, ABD’nin engelleme çabası olarak başladı.
Sonuçta üç emperyalist savaşın çıkış noktası farklı olmakla birlikte hepsinin ortak yönü, “paylaşılmış toprakların yeniden paylaşımı” kavgasıdır. Başka ortak yanları da vardır. Mesela bir “ön hazırlık savaşları dizisi” sözkonusudur. II. Emperyalist Savaş resmi olarak 1939’da başlamıştır; ancak 1936 İspanya İç Savaşı, II. Emperyalist Savaş’ın provası niteliğindedir. Hatta öncesinde 1931’de Japonya’nın Mançurya’yı, 1935’te İtalya’nın Habeşistan’ı, 1938’de Almanya’nın Avusturya ve Çekoslovakya’yı işgali, emperyalist savaşın bir parçası, ön çarpışmalarıdır.
III. Emperyalist Savaş ise, ABD-NATO’nun 2001’de Afganistan işgali ile başlamıştır. 2003’te Irak işgali, 2006’da İsrail-Hizbullah savaşı, 2008’de Rusya’nın Gürcistan’ı işgali, 2011’de Suriye’de cihatçılar eliyle başlatılan savaş, Yemen’den Venezüella’ya, Güney Çin Denizi’nden Kırım’a, Keşmir’den Libya’ya kadar, dünyanın pek çok bölgesinin savaş alanına dönüştürülmesi, III. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın etaplarıdır.
III. Emperyalist Savaş neden uzuyor
Diyalektiğin kuralıdır: Aynı suda iki kez yıkanılmaz! Ve tarihte tekerrür yoktur. Hiçbir olay, birebir aynı biçimde tekrarlamaz. Bu kural, emperyalist savaşlar için de geçerlidir. Özü ve temel yanları aynı kalmakla birlikte, hem nesnel, hem de öznel değişimlerin, kimi farklılıklar yaratması kaçınılmazdır.
Geçen yıllar en başta teknolojide bir ilerleme getirmiştir. Mesela I. ve II. emperyalist savaşlar arasında, uçakların kullanımı yönüyle çok büyük farklar vardır. Keza silah sistemleri de iki savaş arasında değişiklik göstermiştir. II. Savaş’tan bu yana yaşanan teknolojik değişim ise devasa boyutlardadır. Bu nedenle, teknik-taktik olarak savaşların aynı seyri izlemesi düşünülemez.
Engels, “askeri taktik, askeri tekniğin düzeyine bağlıdır” der. II. Emperyalist Savaş ve sonrasında büyük askeri uçakların üretilmesi ve bunlarla ağır bombardımanların yapılabilmesi, savaşlarda hava kuvvetlerinin önemini arttırmıştı. Yanısıra havadan bombardıman ile asker ve araç zayiatı en alt düzeyde tutulmaktaydı.
Yıllar içinde değişen bir başka unsur da, siyasi-ekonomik tablodur. Ne savaş koşullarını hazırlayan ekonomik krizler birbirinin tekrarı biçiminde yaşanmaktadır, ne de bu krizler karşısında uygulanan politikalar… Her yaşanan olay, bir sonrakine önemli dersler bırakır. Emperyalistler de bu dersleri sistemli hale getirmek, kendileri için sonuçlar çıkarmak, aynı hataları tekrarlamamak için uğraşırlar. Emperyalistlerin düşünce kuruluşları, ideologları sonsuz araştırmalar yapar, sayısız raporlar hazırlar, yeni yol-yöntem oluşturmaya çalışırlar. Fakat tüm bu uğraşlara rağmen emperyalizmin doğasını değiştirmek mümkün değildir. Sadece taktiksel değişimleri gerçekleştirebilirler.
Her emperyalist savaşın -özü aynı kalmakla birlikte- farklılıklar içermesi bundandır. Doğal olarak III. Emperyalist Savaş da diğerleriyle birebir aynı olmayacaktır. Nitekim başından itibaren kendine özgü yönleriyle yeni bir emperyalist savaş olarak sürmektedir.
Birincisi, ABD’nin “önleyici vuruş konsepti” adını verdiği bir yöntemle başlatılmıştır bu savaş.
İlk iki savaşı başlatan emperyalist, büyüyen-gelişen ve dünya pazarlarında kendi payını artırmak isteyen emperyalist olmuştu. Yeni gelişen emperyalist, koşulların kendisi için en uygun göründüğü anda savaşı başlatmıştı.
ABD’nin “önleyici vuruş konsepti” ise, tam da bu tarihsel deneyimler ışığında oluşturuldu. 2000 yılında ABD’de hazırlanan bir çok strateji belgesi, ABD için en büyük tehdidin Çin’den geleceğini tespit etmekteydi… ABD bu gerçeği değiştirmek, tahttaki ömrünü uzatmak için başlattı III. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı… Çin’i büyümeden yoketmek; “yılanın başını küçükken ezmek” için…
“Önleyici vuruş konsepti”nin amacı ve anlamı budur: Düşman hazır değilken saldırıya geçmek!
Bu nedenle kimin yaptırdığı şaibeli 11 Eylül saldırıları gerçekleşti; ardından Afganistan işgali başladı ve süreç ABD’nin “şer ekseni” ilan ettiği Irak- Suriye- İran- Kuzey Kore hattında ilerledi…
Aslında Çin (ve hatta Rusya) savaşa yeterince hazır değillerdi; ancak ABD de savaş için düşündüğü kadar hazır değildi. ABD’nin askeri teknolojisi zayıflamış, Çin’inki yeterince güçlenmemişti. Ekonomik olarak ABD sürekli pazar kaybediyordu, ancak Çin de henüz dünya pazarlarını ele geçirme gücüne ulaşmamıştı. Onun için 2001’den bu yana verilen savaşların her birinde, “kazanan-kaybeden” ayrımı, net bir biçimde ortaya konulamadı. “Kazanan”ın “zafer”i bulanıktı; “kaybeden” tekrar tekrar hamle yaptı. Bu koşullarda savaş uzadıkça uzadı.
İkinci fark, bu emperyalist savaşın uzun bir dönem boyunca “vekaleten” yürütülmesidir.
İlk iki savaşta, savaşın tarafı olan emperyalistler doğrudan savaşın içindeydiler. Hem kendileri doğrudan savaşmaktaydı, hem de savaş kendi topraklarında gerçekleşiyordu. Bu nedenle ABD kısmen, diğer emperyalistler ise bütün gövdeleriyle savaşın yıkımını, tahribatını yaşadı.
Bugün ise emperyalistler, aynı durumu yaşamak istemiyor. Kendi topraklarını savaş alanına çevirmeden, kendi halkı savaşın tahribatını yaşamadan bu savaşı kazanmayı hedefliyor. Bunun ekonomik-siyasi-askeri nedenleri kadar, toplumsal nedenleri de var…
Bu koşullarda “vekaleten savaş” çok boyutlu biçimde hayata geçiriliyor. Mesela Irak’ta Blackwater gibi paralı askerler, ABD’nin düzenli ordusundan daha fazla rol üstlenmiştir. Keza ABD’nin Suriye savaşı, cihatçı çeteler tarafından yürütülmüştür. Savaşın en önemli tarafı olan Çin’e “vekalet” eden güç ise, İran’dır. İran, hem kendi çıkarları doğrultusunda (“bölgesel bir güç” olabilmek için) hem de Çin’in önünü açacak şekilde (Yemen, Suriye, Irak) savaşırken, yakın zamana kadar tek bir Çin askeri bile savaşa katılmamıştır. Rusya, Suriye savaşına uzun bir süre girmemiş, Suriye Ordusu’nu desteklemekle yetinmiştir. Keza Ukrayna’nın parçalanması sırasında Donbass bölgesindeki Ukraynalı milisler, Rusya’nın politikaları doğrultusunda savaşmıştır.
Kısacası bu savaşta emperyalistler birbirlerine savaş ilan etmemiş, birbirlerinin topraklarına asker çıkarmamış, birbirlerinin göklerinden bombalar yağdırmamışlardır. Hatta başka ülkelerin topraklarında bile, iki emperyalist değil, onların besleyip-güçlendirdiği kuvvetler karşı karşıya gelerek savaşmışlardır. Böylece “zaferler” emperyalistlerin hanesine yazılırken, “yenilgiler”, vekil güçlerin üzerine yıkılabilmiştir… Vekalet savaşları, “yenen-yenilen” safların netleşmesini önleyen en önemli perdedir ve savaşların uzadıkça-uzamasını getirmektedir.
Üçüncüsü, kitlelerin savaştan çıkardığı derslerin etkisidir. “Savaş”ın anlamını bilen kitleler, bu kez daha savaş başlamadan önce savaşı durdurmak için harekete geçti ve savaşın hızını kesmeyi başardı. ABD başta olmak üzere, her işgalci ülke, öncelikle kendi işçi ve emekçilerinin büyük direnişleri ile karşı karşıya kalmıştır.
Yanısıra ilk iki dünya savaşında, yükselen emperyalistlerin dünya halklarına “vaatleri” sözkonusuydu. Ama bugün, savaşı başlatan ABD’nin vahşi ve katliamcı yüzü dünyanın pek çok bölgesinde teşhir olmuştur. ABD’nin vaadettiği “demokrasi” de, ABD emperyalizminin kendisi de, dünya halklarının gözünde “lanetli” bir konumdadır.
Bu nedenle Afganistan ve Irak işgalleri, tüm dünyada ve ABD’nin kendi içinde çok büyük savaş karşıtı eylemlerle karşılandı… Bu direnişler, ABD’nin başlattığı savaşın ilerlemesinin önündeki en büyük engele dönüştü. ABD emperyalizmi, belli zaferler elde edemeden, yeni savaşlara başlayamadı. Mesela Suriye ve Irak’ta başarı kazanamadığı için, sonraki hedefi olan İran’a savaş açamadı. Böylece yeni emperyalist savaş, uzadıkça uzadı…
Dördüncüsü, öncekilerden farklı olarak, işgal edilen ülkelerdeki egemen sınıflar da genel olarak işgale karşı direniş göstermiştir.
I.Emperyalist Savaş’taki saflaşma, gerçekte emperyalist dünya ile sosyalist dünya arasında yaşandı. Almanya emperyalist kampın genel olarak desteğini almış, teşvik edilmişti. Hitler, sadece Alman tekellerinin değil, ABD’li tekellerin de finansmanıyla ülkeyi ve emperyalist savaşı yönetmişti.
Almanya’nın işgal ettiği hiçbir ülkede, burjuvazinin işgale karşı direnmemesi ve işgalci ile işbirliği yapması, emperyalistlerin ortak bir tutum içinde olması, bununla bağlantılıdır. Emperyalist kamp açısından, sosyalist Sovyetler Birliği’nin güç ve etkisinin artması, kapitalist ülkelerdeki işçi ve emekçilerin sempatisini kazanması, bu ülkelerdeki sınıf mücadelesini yükselten bir rol oynaması, en büyük tehditti çünkü. Bunun en çarpıcı örneği Fransa’dır. Fransa hükümeti ve ordusunun, tek bir kurşun bile atmadan Paris’i “açık şehir” ilan etmeleri ve Alman işgaline teslim olmalarının başka türlü açıklanamaz.
Benzer biçimde ABD başta olmak üzere emperyalist ülkeler tarafından öne itilen Alman faşizmine, önce çevresindeki ülkeler “hediye edilerek” gücü büyütülmüş; tüm dünyaya korku salan bir “yenilmezlik miti” oluşturulmuştur. Ve Avrupa’nın büyük bölümünü bu şekilde kolayca tahakküm altına alan faşist ordu, asıl hedef olan Sovyetler Birliği’nin üzerine gönderilmiştir.
Almanya SB’yi işgal etmeyi başardığında, bütün emperyalist kamp kazanacaktır; savaşı kaybettiğinde ise yenilen sadece Almanya olacaktır… Sonuçta emperyalistler, sosyalizm karşısında birleşmişlerdir. Gelişmekte olan ve dünya hegemonyasını isteyen emperyalist olan ABD, I. Emperyalist Savaş’ın yenileni Almanya’yı güçlendirerek SB’ye karşı savaşmaya hazırlamıştır. Ve bu yönüyle, Almanya’nın sosyalist SB’ye karşı savaşının, kısmi bir vekalet savaşı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bugünkü savaşta ise, “paylaşım” için masaya yatırılan “pasta”, bütün bir emperyalist-kapitalist dünyanın pazar alanlarıdır. Bu durum, emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkileri keskinleştirmekte, çatışmalarını arttırmaktadır. (*) Bu nedenle emperyalistlerin kendi çıkar çatışmaları savaşın temelini oluşturmuştur. Ve savaş alanına dahil edilen her ülkedeki egemen sınıflar, işbirliği yaptığı emperyalistin çıkarları doğrultusunda işgale karşı direnmektedir.
I.Emperyalist Savaş ile III. Savaş arasındaki temel farklardan biri de budur. Almanya, II. Emperyalist Savaş sırasında işgal ettiği ülkelerde sadece halkın direnişi ile uğraşırken, egemenlerle işbirliği yapmanın rahatlığını yaşıyordu. Bugün ise, işgal edilen ülkelerin egemen sınıfları da direnişin bir parçası olabiliyor ve işgalci emperyaliste karşı direniş çok yönlü biçimde büyüyor. Ve bu durum savaşın uzamasını, sarkmasını sağlıyor.
Beşincisi, işgalci emperyalist, stratejisini “kazanamasa bile en azından kaybetmeme” üzerine kurmuştur.
İlk iki emperyalist savaşta, savaşın tüm evreleri çok hızlı biçimde ilerlemiş, kazanan-kaybeden hızlı biçimde netleşmişti. Hatta II. Emperyalist Savaş sırasında Almanya, girdiği her ülkeyi çok hızlı biçimde ele geçirmeyi başarmıştı.
Bugün ise saldırgan emperyalist ABD, işgal ettiği hiçbir ülkede, somut bir zafer elde edemiyor. “Kazanan” olmaya gücü yetmeyince, “kaybeden” olmamak için savaşı uzatıyor. Futboldaki “oynatmama” taktiğine benzer biçimde, “oyun-kuran” olamadığı koşulda, “oyun-bozan”lık yapıyor.
ABD’nin Ortadoğu’da vermeye çalıştığı savaşın bir yanında, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere enerji kaynaklarına sahip olma hedefi durmaktadır. Diğer yanda ise, dünyanın en stratejik ticaret güzergahını ele geçirme, rakiplerine bu fırsat tanımama çabası vardır. Burada ABD’nin hedefi öncelikle Çin, yanısıra Rusya’dır.
Çin için “Kuşak ve Yol Projesi” dünya hegemonyasını kurmak için en önemli araçtır. Bu proje ile tüm dünya haritasını, kendi ticaret yolları olarak yeniden düzenlemeye çalışmaktadır. Ve bu projenin önemli güzergahlarından birisi, İran-Irak-Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşan ticaret yoludur. ABD, Irak ve Suriye savaşları boyunca bu rotayı engellemek, bu yolun denize ulaşmasını durdurmak için uğraştı durdu. Ülkelerin tamamını ele geçiremeyince, iki ülke arasındaki sınır kapılarını kontrol altına almayı hedefledi.
Rusya’nın, Suriye’nin ya da İran’ın her kazanımına karşılık, ABD yola barikatlar döşemeye, engeller koymaya, çelme takmaya devam ediyor. Tıpkı I. Emperyalist Savaş’ta İngiltere ve Fransa’nın, gelişen emperyalist Almanya’yı durdurabilmek için Berlin-Bağdat demiryolunu engelleme çabasında olduğu gibi…
Keza ABD ve NATO’nun Rusya’yı çevreleme politikası, Rusya için büyük bir sorundur. Rusya 2008’de Gürcistan’da, 2014’te Ukrayna’da ABD’yi “püskürtmeyi” başarmıştır. (**) Ancak Baltık ülkelerinden Yunanistan’a, Türkiye’den AB ile olan ilişkilere kadar, ABD’nin bu çabası sürmektedir. Rusya’nın Ortadoğu savaşında yer almasını engellemek için çok çeşitli hamleler yapmıştır; ancak Irak, İran ve Suriye, Rusya’nın yardımıyla ABD’nin savaş politikalarına karşı direnişi büyütmektedir.
ABD’nin bu hamleleri savaşın sonucunu elbette değiştirmeyecek, ABD’nin “kaybeden” olmasını önlemeyecektir. Çünkü “oyun-bozan”lık yapmak, kazanmayı sağlamaz, sadece kaybetmeyi geciktirir. Ama zaten ABD’nin de hedefi budur; zaman kazanmak! Ve bu tutum, III. Emperyalist Savaş’ın uzamasının sebeplerinden biridir.
Altıncısı, sosyalist bir ülkenin olmayışıdır. II. Emperyalist Savaş sırasında sosyalist Sovyetler Birliği’nin varlığı, savaşın sonucunu değiştiren en önemli unsur olmuştur.
Dünyanın dört bir tarafındaki ülkelerden komünist partilerin üye olduğu Komüntern, sosyalizm cephesinin faşizme ve emperyalizme karşı mücadelesini yönetiyordu. Komüntern’in varlığı, faşizmin işgali altındaki tüm ülkelere büyük bir destek sağladı. Komüntern II. Emperyalist Savaş sürecinde toplantı yapmayı başaramadı; ancak savaş öncesinde ülkelerdeki KP’leri güçlendirmede çok önemli bir rol oynamıştı. Savaş başladıktan sonra bu görev, SB’ye düştü.
Sovyetler Birliği, başından itibaren her ülkedeki anti-faşist direnişin yanında yer aldı. Sovyet topraklarında işgal başladıktan sonra da, faşizme karşı zaferler kazandıkça, diğer ülkelerde işgale karşı direniş güçleniyordu. Kızıl Ordu Nazileri yenerek ilerledikçe, ulaştığı bütün ülkelerde devrimler gerçekleşiyor, yönetimler değişiyordu. Dahası, SB’nin Alman faşizmine nihai darbeyi indireceği kesinleştiğinde; başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin sosyalist kampa dahil olması ihtimali ortaya çıkınca, kaybettikleri bu savaşı bitirmek konusunda bütün emperyalistler birleştiler. Dünyayı kan deryasına çevirmeyi hedefleyen faşist savaş, ancak SB’nin kazanmaya başladığı koşulda bitirilebildi.
Sosyalist bir ülkenin müdahalesi olmadığı ya da savaş sırasında devrimler gerçekleşmediği sürece, emperyalistler kendi aralarındaki savaşları “sonsuza kadar” uzatabiliyorlar. (Tarihte 30 yıl savaşları, 100 yıl savaşları gibi çok uzun süren savaşlar vardır.) Pazarlıklar, hesaplar, tavizler doğrultusunda, bir noktada sonlanan savaş, başka bir noktadan yeniden patlayabiliyor.
Lenin’in “ya devrimler savaşları önler, ya savaşlar devrimlere yol açar” sözü, çok önemlidir. I. Emperyalist Savaş’ı durduran Ekim Devrimi’dir. II. Emperyalist Savaş’ta ise sosyalist Sovyetler Birliği’nin Almanya ve tüm emperyalist sistem karşısında zaferi sözkonusudur; savaş bittiğinde dünyanın üçte biri sosyalist kampa dahil olmuştur. III. Emperyalist Savaş da ancak güçlü devrimci bir dalgayla bitirilecektir.
* * *
Özcesi bugünkü savaşın öncekilerden farklı yollardan ilerliyor ve uzuyor olmasının sebebi, değişen nesnel ve öznel koşullardandır. Bu savaşta ABD’nin “önleyici vuruş konsepti” ile savaşı başlatan taraf olması, diğer emperyalist savaşlardan en önemli farkıdır. Diğer yandan iki veya daha fazla emperyalist ülkenin birbiriyle doğrudan savaşmıyor oluşu, bu savaşın “emperyalist bir dünya savaşı” olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Sonuçta bütün emperyalistler -doğrudan ya da dolaylı- bu savaşın bir parçasıdır. Zaten bir çoğu askeri birlikleri ile işgal gerçekleştirmekte ve savaşmaktadır. Ayrıca -Ortadoğu’da daha yoğunlaşmış olmakla birlikte- dünyanın dört bir yanı savaş alanıdır. Ukrayna’dan Venezüella’ya, Malaka Boğazı’ndan Basra Körfezi’ne, Güney Akdeniz hidrokarbon sahasından Kuzey Kutbu’ndaki Arktik Denizi’ne kadar dünyanın her köşesi; hatta uzayın “erişilebilir” bölümü, emperyalist paylaşım savaşının sahasına dönüşmüş durumdadır.
Bütün bu gerçeklerin ışığında 2002 yılından bu yana yaptığımız tespitin altını bir kere daha çiziyoruz: Bugün yaşanan, III. Emperyalist Paylaşım Savaşı’dır. Başlangıç tarihi 11 Eylül 2001’deki saldırılardır. Savaşın odağında Ortadoğu olmakla birlikte, bütün dünya bir savaş alanına çevrilmiş ve emperyalistlerin tümü bir biçimde bu savaşa dahil olmuştur.
Savaş, Çin’in yükselen hegemonyasını durdurmak isteyen ABD tarafından çıkarılmıştır. Ancak ABD bunu başarabilecek güçte değildir; savaş süreci bunu başaramadığının kanıtıdır.
Bugün Çin’in ekonomik, siyasi hegemonyası tartışma götürmez bir durumdadır. “Kuşak ve Yol Projesi” ile Asya-Avrupa-Afrika kıtalarını bir ağ gibi sarmaktadır. Askeri açıdan ise ABD halen güçlü görünmektedir; ancak bu yanıltıcıdır. ABD, II. Emperyalist Savaş’tan bu yana hiçbir büyük savaşı kazanamamıştır. Afganistan, Irak, Suriye savaşlarındaki başarısızlığı ortadadır. Özellikle Ukrayna ve Gürcistan’da, Rusya’nın saldırıları karşısında işbirlikçilerini koruyamamış olması, bu güç kaybının ifadesidir. Çin ise son dönemde peşpeşe yaptığı hamleler ile askeri alanda da bir iddiası olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin satın almak istediği ancak ABD tarafından engellenen füze savunma sistemi, yeni inşa ettiği uçak gemileri ve silahlanma konusunda kaydettiği ilerleme, Çin’in artık askeri olarak da dikkate alınması gereken bir güç olduğunu göstermektedir. (***) Kaldı ki, Çin, doğrudan girmediği Ortadoğu savaşında, İran’ı destekleyerek de askeri gücünü test etmekte ve büyütmektedir. Çin’in desteklediği İran, üç cephede birden (Irak, Suriye ve Yemen) savaşı başarıyla sürdürüyor. İran, 2015’te Rusya doğrudan savaşa katılıncaya kadar, bu üç bölgede savaşı stabil tutmayı, yenilgisiz savaşmayı başardı. (Rusya dahil olduktan sonra Irak ve Suriye’de savaşın seyri değişti.) Bu durum, Çin’in askeri gücünün, sanılandan daha büyük olduğunu göstermektedir.
Bugünkü tablo, ABD’nin korkusunun gerçekleştiğini gözler önüne seriyor. “Önleyici vuruş konsepti” işe yaramamış; Çin’i durdurmayı başaramamıştır. Çin, ekonomik-siyasi-askeri her alanda büyüyüp güçlenirken, dünya hegemonyasını yaygınlaştırırken, ABD her üç alanda da güç kaybetmektedir.
TİKB(B) 6. Konferans Belgeleri’nden alınmıştır.
(Belgeler “Emperyalist savaş sürüyor… DEVRİM günceldir!” adlı kitapta yayınlandı)
Dipnotlar:
* “Emperyalizm ve proleter devrimler çağı”nın dört temel çelişkisi vardır. Bunlardan birincisi, emek-sermaye (proletarya-burjuvazi) arasındadır. İkincisi, emperyalizm ile sömürge, yarı-sömürge ülkeler arasındadır. Üçünsüsü emperyalistlerin kendi arasındaki çelişkidir. Dördüncüsü emperyalist kamp ile sosyalist kamp arasındadır. Sosyalist ülkelerdeki geriye dönüşlerle birlikte, bu çelişki fiilen kalkmıştır; fakat emek-sermaye çelişkisinin içinde sürmektedir ve ideolojik olarak varlığını korumaktadır. Günümüzde emperyalistlerin kendi arasındaki çelişkinin öne çıkmış olması, geçicidir, dönemseldir. Aslolan ve savaşın sonucunu belirleyecek olan, proletarya-burjuvazi çelişkidir.
** Ukrayna her dönem ABD’nin ve Almanya’nın, önce Sovyetler Birliği’ne, sonrasında Rusya’ya karşı kullanmaya çalıştığı, kışkırttığı, içten karıştırdığı bir ülke oldu. Konunun tarihsel bir altyapısı da bulunuyor. Rosa Lüksemburg, 1917 Devrimi’nin daha ilk aylarında Ukrayna’nın “Rus Devrimi’nin geleceği için uğursuz bir rol oynama noktasına getirildiğini” söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Rusya’da Ukrayna ulusçuluğu örneğin Çek, Polonya ya da Fin ulusçuluğundan tümüyle farklıydı; bu delice bir hevesti, ülkenin ekonomik, siyasal ya da entelektüel yaşamında hiçbir kökü olmayan, hiçbir tarihsel gelenek izi olmayan birkaç düzine küçük burjuva aydının sağduyudan yoksun didinmesiydi; çünkü Ukrayna hiçbir zaman ne bir devlet, ne de bir ulus oldu, Çevçenko’nun romantik-gerici şiirleri dışında asla ulusal kültüre sahip olmadı. Sanki bir sabah vakti, kıyı bölgesinin insanları Fritz Reuter’den esinlenerek yeni bir ulus ve yeni bir Aşağı Alman Devleti kurmak istiyorlardı….” (Siyasal Yazılar, V Yay. sf. 79-80)
*** Çin son dönemde özellikle donanma ve uzay araştırmalarında öne çıkıyor. Ayrıca ABD basınında Çin’in askeri olarak giderek daha büyük bir tehdit olduğuna dair sayısız haber ve rapor yayınlanıyor.- yn