Zamlara, işçi kıyımlarına, yozlaşmaya karşı GEZİ RUHUNU KUŞAN!

Erdoğan’ın “Gezi korkusu” bitmiyor. Kaç kez beraat kararı çıkmasına rağmen, yeniden yeniden Gezi davaları açıldı. Ve sonunda “Taksim Dayanışması”nın temsilcilerine ağır cezalar verdiler. Bu cezaların bir yanını Gezi’den intikam almak oluşturuyorsa; diğer yönü ve esası, yeni Gezi’leri engellemektir. Asıl olarak halka gözdağı verilmek istenmiştir.

Hayat pahalılığının, işsizliğin böylesine devasa boyutlara ulaştığı bir dönemde, toplumsal patlamalar kaçınılmaz. Erdoğan yönetimi, Gezi gibi yeni toplumsal patlamalardan korkuyor. Bunun için toplumsal muhalefeti bastırmaya çalışıyor. Artan gözaltı ve tutuklamalar, basına ve internete getirilen yeni yasaklar, muhalif gazetecilere saldırılar vb. hepsi bu korkunun eseridir.

Ancak tüm saldırılara rağmen, binlerce kişi Gezi’nin 9. yılında Taksim’e geldi. Polisin Taksim kuşatmasını bir kez daha parçaladı, polis barikatlarını yıktı. TMMOB’un uzlaşmacı yöneticilerinin kitleyi dar bir sokağa hapsetmesine, çatışmalar sırasında binaya giren kitleyi polisle pazarlık yapıp üçerli gruplar halinde çıkartmasına rağmen, Taksim civarında gecenin geç saatlerine kadar sloganlar susmadı.

Kitlelerin her koşulda Gezi’ye sahip çıkması Erdoğan’ı bir kez daha çileden çıkardı. “Camiyi pislettiler” yalanını tekrarlamanın ötesinde küfretmeye başladı. Bu onun acizliğinin, düşkünlüğünün en açık göstergesidir. Bugüne dek Erdoğan’ın muhalif kesimlere bir çok hakareti duyuldu, ancak böylesi kaba bir küfür ilktir. Ve asla normalleşmemeli, kanıksanmamalıdır. Bu duruma tepki de sadece “suç duyurusu”nda bulunarak, mahkemelere havale edilerek verilemez.

CHP başta olmak üzere muhalif partiler, Erdoğan’ın hakaretlerini sineye çektiler; en fazla 5 kuruşluk davalar açmakla yetindiler. Onu böylesine pervasız kılan da, muhalefetin bu silik tutumudur. Ancak Gezi kitlesi (kadını-erkeğiyle) kendisine yapılan bu küfrü, muhalif partiler gibi geçiştiremez. Böyle bir yönetici istemediğini eylemleriyle ortaya koyacak ve bunu başaracaktır; er ya da geç…

* * *

Erdoğan yönetimi, baskı ve şiddetle ayakta durmaya çalışıyor. Çünkü kitlelere sunacağı vaatleri kalmadı. Yalan ve demagojileri artık tutmuyor. Bunun verdiği hırçınlıkla daha fazla hakarete, küfre başvuruyorlar. Gerçek niteliklerini ortaya döküyorlar. Erdoğan’dan Süleyman Soylu’ya tüm yönetim kademelerinde bunu görmek mümkün. Siyasi kriz, seviye düşkünlüğü olarak da karşımıza çıkıyor.

Suriyeli sığınmacılar üzerinden Soylu’nun bir milletvekili ve parti başkanı olan Ümit Özdağ’a “hayvandan aşağı” diyerek hakaret etmesi, sonra karşılıklı restleşmeleri, bunun bir örneğidir. Çürüyen her sistemde olduğu gibi, politikacıların seviyeleri de iyice düşmüştür. Çürüme ve yozlaşma sistemin en tepesinde yaşanmaktadır.

Onun için “suç oranları”nda artışta ve bunların devletle ilişkisinde, Türkiye dünyanın ilk 6 ülkesi içinde yer alıyor. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı bunun başında geliyor. Uluslararası düzeyde aranan ve yakalanan uyuşturucu baronlarının hemen hepsinin Soylu’yla, Erdoğan’la fotoğrafları ortalığa döküldü. Böylesine içiçe geçmiş durumdalar.

Sadece suç dosyasında değil, enflasyonda da Türkiye Avrupa birincisi! TÜİK’in oynanmış rakamlarıyla  bile savaş halindeki ülkeleri geçerek ilk sıraya yerleşti. Gerçek enflasyon ise, TÜİK rakamlarının en az iki katı. Ardı arkası kesilmeyen zamlarla halk en temel ihtiyaçlarını alamaz hale geldi. Bebek bezinden sonra süt ve süt ürünlerine de marketler alarm takmaya başladı. Temel ihtiyaç maddelerinde hırsızlık oranı giderek artıyor çünkü.

* * *

AKP-MHP bloku, ayağının altındaki zeminin kaydığının farkında. Bunu durdurmanın yolu olarak içeride-dışarıda savaşı büyütüyor. İşçi ve emekçilere, Kürt halkına dönük saldırıları dur durak bilmiyor. “Sınırötesi operasyon” adı altında Irak ve Suriye topraklarını işgale girişiyorlar. Bir yandan Kürtlerin bu topraklardaki kazanımlarını yok etmek, diğer yandan içte şovenizmi körükleyerek diğer sorunları unutturmak ve kitle desteği oluşturmak istiyorlar.

Fakat başta hayat pahalılığı olmak üzere yaşanan temel sorunları unutturmaları artık mümkün değil. Kitleler Erdoğan yönetimine çok tepkili. Örgütlü bir güç olamadıkları için bireysel yöntemlerle bunu ortaya koyuyorlar. Kendini yakma dahil protesto intiharlarının artması, doktorlar başta olmak üzere yurtdışına gidenlerin çoğalması, artan kiraları ödeyemeyen kiracıların, çıkmak zorunda kaldıkları evleri tahrip etmesi vb. bunun görüngüleridir.

Kitleler ne yazık ki, kendilerini yalnız ve çaresiz hissediyorlar. Çünkü muhalif partilerin yaptığı tek şey, seçime kadar sabretmelerini istemek; “erken seçim” takvimleri vererek kitlelerin umudunu canlı tutmak… Oysa kitle eylemleri yükselmediği sürece “erken seçim” bir hayal. Zamanında olacağının garantisi de yok!

Ama muhalefet partileri, seçim beklentisiyle kitleleri avutmaya çalışıyor. Üstelik herhangi bir toplumsal patlamayı önlemek için de “sakın sokağa çıkmayın” diyerek korkutuyor. Her tür saldırıyı “bizi sokağa çekmeye çalışıyorlar” diyerek sineye çekiyor. Canan Kaftancıoğlu’na 9 yıl önce attığı twitler gerekçe gösterilerek hapis cezası verilmesine tepkiler yükselince, İstanbul’da miting yaparak yatıştırmaya çalıştılar. CHP bir kez daha “mitinglere başlayacağız” sözünü verdi ama arkasını getirmedi. En barışçıl mitinglerde bile yüzbinlerin biraraya gelmesi onları ürkütüyor.

Muhalefeti “iktidarı”yla kitlelerin gücünden korkuyorlar. Ama halk kendi deneyimiyle biliyor ki, harekete geçmediği sürece hiçbir hakkı elde edemez. Son işçi eylemleri bu gerçeği bir kez daha gösterdi. Şimdi enerji işçileri aynı yolu izliyor. Defalarca gözaltına alınmalarına rağmen, Sabancı Holding’in önünde eylem yapmayı sürdürüyor…

Ekonomik, sosyal, toplumsal krizden kurtulmanın tek çaresi, yeniden Gezi ruhunu kuşanmaktır. Sudan’dan Sri Lanka’ya, ayaklanan halklar bunu gösteriyor. Çünkü hiç bir yerde faşizm ve gericilik sandıkla gitmiyor. Türkiye’de de faşizmi sandık değil, halkın gücü yıkacaktır!

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …