24 Temmuz 2002 tarihinde kaybettiğimiz “Kavganın şairi Adnan Yücel, 12 Eylül’ün en karanlık yıllarında, umudunu kaybetmeyenlerdendi. Bu umut ve arayış, onu ihtilalci komünistlerle buluşturdu. En güzel ürünlerini o yıllarda verdi. 12 Eylül karanlığına karşı yapılan görkemli direnişten ilham alarak şiirlerini yazdı. “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” adlı şiir kitabı, onun sanatının doruğudur. Bu kitap için övgüde bulunanlara, “yazana değil, yazdırana bakmak lazım” diyerek, sanatın dayanması gereken doğru rotayı gösteriyordu. Sonrasında Kürt halkının direnişini “Ateşin ve güneşin çocukları” adlı şiir kitabında ölümsüzleştirdi. “Çukurova Çeşitlemesi”, “Gelenek Tohumu” gibi eserleri, şehitlerimizin görkemli yaşamlarını ve direnişlerini anlatır.
Adana Yerel gazetelerinden “Hakimiyet”te 15 ve 16 Kasım 1991 tarihinde yayımlanan, şair Adnan Yücel’in “Orhan Kemal Adana’sında bir sokak ve yazılmamış bir roman kahramanı: ŞAMPİYON” başlıklı yazısını kısaltarak yayınlıyoruz.
* * *
Orhan Kemal Adana’sını yaşatan bu sokakta, roman kahramanı olacak ilginçlikteki tek kişi kuşkusuz Şampiyon değil. Çok değişik yönleriyle ele alınabilecek tipler de var. Şampiyon bütün o tiplerin ilgi anlamında odak noktası durumunda. Ancak, iyi gözlemlendiğinde, sürekli gelen tiplerin bir çoğu ayrı ayrı roman karakteri olabilecek özellikler taşıyor. Ya da her biri yazılmamış bir öykünün kahramanı gibi. Örneğin, Darendeli Bekir Emmi, İşçi Bayro, Kuaför Murat ya da Kasap Sait bunlardan sadece bir kaçı.
Darendeli Bekir Emmi, elli-ellibeş yaşlarında çınar yüzlü bir adam. En ilginç yönü, başından geçen serüven nitelikli olayları anlatmak, bir de kendi milli marşı olan “Yine mi Gurbette Kara Haber Var” adlı uzun havayı dinlemek. Bu uzun havayı bilen ve söyleyen birini buldu mu, ilk iş olarak masasına bir küçük rakı gönderiyor. Ardından bir meyve, sonra tanışma faslı. Akşamın geceye dönüştüğü bir noktada Bekir Emmi: “Yav gardaş, hele şu bizim milli marşı söle de dinleyek”. Milli marş başlıyor: “Şu karşı dağları duman bürümüş/Yine mi gurbette kara haber var/Seher vakti burda bir yar ağlamış/Çimenler üstünde gözyaşları var”…
Ardından ikinci dörtlük ve tek kişilik milli marş bitiyor. Uzun havayı söyleyene övgülerin ardından söyleşi devam ediyor: Bekir Emmi, bu uzun hava uğruna bir lokantada silahını nasıl çekip lambaları indirdiğini, karakollara nasıl düştüğünü ve nasıl kurtulduğunu anlatıyor…
İşçi Bayro, yaşamını cenaze töreninden bayram törenine dönüştürme çabası veren Bayram adlı işçi. İncirlik’te çalıştığı için Şampiyon ona “İncirlik Bayro” da diyor. Şampiyon’a en çok takılan, nüktelerini onunla başa baş götüren, ayrıca dörtlükler halinde manzumeler yazıp söyleyen bir insan. Tek kusuru küfürsüz konuşmaması. Tıpkı Pigmeler gibi iki yüz elli sözcükle konuşuyorsa, bunun yüz sözcüğü küfürden oluşuyor. Ama insanlığının güzelliği, alçak gönüllülüğü ve doğallığı, onu bir roman karakteri yapmaya yetiyor da artıyor bile. Hem müşteri hem iş yeri sahibi gibi kendi kebabını da yapıyor. Bir yandan da Şampiyon’a ‘laf’ yetiştiriyor. Kural ya da protokol gibi kavramlar ona çok uzak. Ama Orhan Kemal sıcaklığında bir insan. Cebinden mendilini çıkarıyor, Şampiyon’un saçsız başındaki terleri özenle siliyor, sonra da büyük bir içtenlikle öpüyor. Bu arada bir sürü nükteyi de peş peşe sıralıyor.
Kuaför Murat, konuşmalarından ziyade davranışlarıyla ilgileri üzerinde yoğunlaştıran bir insan. Sessiz gibi görünen, kuralları ve protokolü tam olarak değerlendiren, ince olgun ve mütevazi bir kişilik taşıyor. Kebap tezgahı kendisininmiş gibi, kebabını ya da ciğerini kendisi pişirir. Aynı zamanda müşteri masalarına servis de yapar. İçki maslarındaki çiğ davranışlardan anında uzaklaşır ama coşkusunu da bir şair kadar doruklarda yaşar. İçten ve ölçülü, bütün coşkulara yüreği açık. Kimbilir hangi erken büyüme ve olgunlaşma nedenlerinin sonucu.
Kasap Sait ise, insanca sıcak davranışlarının yanında sesinin güzelliği ile de ilgi odağı durumunda genç bir adam. Dağları bir ince sese yol ettiği zaman, Şampiyon’un övgüleri de nükteden kurtulup ciddiyete bürünür. Türküler, uzun havalar, şarkılar peş peşe sıralanıp gider. Kasap Sait’e türkü söyletmenin doğru yolu yine Şampiyon’dan geçiyor. Türkünün ilk mısrasını Şampiyon söylüyor: “Her demet, her demet zalim felek” diyor ve “Kasap” diye bağırıyor. Kasap Sait’in tenor sesi birden aynı cümle ile yükseliyor. Sonrası, yaşam bir türkü seli.
Orhan Kemal Adanası’nın bu sokağında yaşanan yalnızca bunlar değil elbet. Değişik meslek grupları ve değişik kültür düzeyleri arasında kendiliğinden oluşan bir bilgi alış verişi ve kültürel etkilenmeler de yaşanıyor. Değişik dünya görüşlerinin tartışılması, değişik müzik anlayışlarının sergilenmesi; güncel konular, sanat, politika, yerel yönetim sorunları gibi konular da tartışılıyor. İnanıyorum ki, her akşamın sonunda herkes biraz daha çoğalmış olarak ayrılıyor. Eğer öyle olmasaydı Orhan Kemal Adanası’na duyulan özlem de olmazdı sanıyorum. Günümüzde geçerliliğini kanıtlamış olan ‘önce insan’ parolası, otuz beş yıl önceki Orhan Kemal yaklaşımını doğruluyor. Önce insan; çünkü insanı tanımadan insanlık adına teori üretmek belki hoş ama boş bir iş görünümünde. Önce insan; çünkü insanı kucaklayamadan toplumu kucaklamak, hele hele yaşamı kucaklamak tam bir hayal. Bilim, sanat ve kültür dünyasından Şampiyon sofrasına, oradan da karşı tarafa bir akış zorunlu olsa gerek…
Orhan Kemal Adanası’na duyulan özlemin temel nedeni, insanların kendi yapılarında var olan doğallığı ortaya koyabilecek bir ortam arayışından da kaynaklanıyor. Değişik meslek gruplarının ve değişik kültür düzeyinden insanların Şampiyon’a gelmesinin nedeni de aynı.(*) Herkes, kurallarla sınırlı yaşamından sıyrılarak kendi doğallığını yaşamak istiyor. Sonuçta gelip Şampiyon’u buluyor. Çünkü o sokağın her yerinde, önce doğallık göze çarpıyor. Duvara yapıştırılmış bir yazıdan tutun da yemek servisine, içki servisine, söyleşilere dek her şey alabildiğine doğal ve içten. Hiç bir şeyde yapmacıklığa rastlanmıyor.
(…)
Boş bir zamanda soruyorum Şampiyon’a;
-”Kaç yıldan beri kebapçılık yapıyorsun?”
-”On yıldan beri. Daha önce Devlet Su İşleri’ndeydim… Bu işe başlamama açlık sebep oldu. Keşke daha önce ordan ayrılsaymışım.”
-”Burayı açarken böyle bir ortamın oluşacağını düşünmüş müydün?”
-”Yoook.”
-”Peki, nasıl oluştu bu ortam.”
-”Kendiliğinden.”
Biz konuşurken başka bir masadan biri sesleniyor:
-”Şampiyon, bi gişilik ciğer at be oğlum.”
Şampiyon da işi garsona havale ederek:
-”Oğlum, tenekeciii abine bi kişilik ciğer sapla, kimyonunu da unutma.”
Önce ciğeri isteyen basıyor kahkahayı, ardından bütün masalarda aynı kahkahalar yükseliyor… Gün boyu yaşanmış sıkıntıları yıldızlarla değiş tokuş ediyor. Daha sonra şarkılar, türküler ve söyleşiler birbirini kovalayıp gidiyor.
Bir yanda Şampiyon, Darendeli Bekir Emmi, işçi Bayro, kuaför Murat, kasap Sait ve diğerleri; bir yanda Adnan Yücel, şair Çetin Boğa, yazar Turan Altuntaş, tarihçi Uğur Kartal, jeoloji mühendisi Erdal Topaloğlu, gazeteci Bülent Ufuk Ateş, müzisyen Ömür Yalçınkaya, Adana Müzisyenler Derneği Başkanı ve gitarist İsmail Tuncey, müzisyen Osman Ünsal, grafiker-müzisyen Taner Nart, Seyhan Belediyesi Kültür Müdürü Süleyman Yerdaş, Adana il Turizm Müdür Yardımcısı Ömer Canbaz ve daha nicelerimiz. Sözün kısası, Orhan Kemal Adanası’nda başka bir sokak, başka bir dünya. Kültür, sanat dünyasından Şampiyon sofrasına, oradan da kültür, sanat dünyasına bir insan sıcaklığının pınar pınar akışı sözkonusu.
Ey gidi koca yazar Orhan Kemal! Senin yarattığın Topal Nuri, otuz beş yıl sonra şu anda yanımdaki masada oturuyor. Hem de Nedim Ağa’ya ‘Şehnaz’ türküsü tutturuyor.
-”İnsan sevgisi ve Orhan Kemal şerefine Şampiyon.”
-”Yakışır Hoca, yakışır.”
-”Senin de şerefine Şampiyon.”
-”Hiç değişmez.”
_______________
(*) Adana Büyük Saat’te sokaklardan biri hala “Şampiyon Kebap”a çıkar…