NATO Zirvesi’nde Erdoğan aradığını bulamadı

NATO’nun 28-30 Haziran tarihinde Madrid’de düzenlenen zirvesinde iki gündem vardı. Birincisi “Stratejik Konsept 2023” belgesinin birlik tarafından onaylanması, diğeri ise bununla bağlantılı olarak Finlandiya ve İsveç’in üyelik sürecinin başlatılması.

Bu iki başlık üzerinden, dünya üzerindeki emperyalist rekabetin yeni sınırları çizildi. Türkiye’nin payına düşen ise, Biden ile 1 saat 10 dakikalık görüşme oldu.

 

Rusya “doğrudan tehdit”, Çin “stratejik rakip”

Madrid Zirvesi, Ukrayna savaşının başlamasının ardından emperyalistler arasında değişen dengeleri yeniden tanımladı. NATO’nun her 10 yılda bir güncellediği “Stratejik Konsept” belgesine göre Rusya, “Birlik ülkelerine doğrudan tehdit” olarak tanımlandı ve “Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinin olası bir Rus tehdidine karşı korunması”na vurgu yapıldı. Çin ise gelişen ekonomik, askeri ve siyasi gücüyle NATO için “stratejik rakip” olarak hedefe çakıldı.

Bu yeni strateji, ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığını artırmayı hedefliyor. Polonya’da kalıcı bir askeri üs kurulması, İspanya’daki ABD savaş gemilerinin sayısının 4’ten 6’ya çıkartılması, İngiltere savaş uçaklarının Romanya’ya kara birlikleri konuşlandırması, F-35 jetlerinden oluşan iki uçak filosunun daha İngiltere’ye yerleştirilmesi, Almanya ve İtalya’nın hava savunma kapasitelerinin artırılması ilk andaki hedefler. NATO’nun  40 bin kişilik bir askeri yapılanmasının bir yıl içinde 300 bine çıkartılması hedefleniyor.

Zirvenin ikinci gündemi ise, NATO’nun genişletilmesi ve Finlandiya ile İsveç’in NATO’ya üyelik başvurularını onaylayarak süreci resmen başlatmak.

 

Erdoğan’ın pazarlığı

Mayıs ayından itibaren Erdoğan, Madrid zirvesinin her iki gündemine ilişkin itirazlarını ortaya koydu. Rusya ile ilişkileri bozmak istemediği için yeni strateji belgesinde Rusya’nın “doğrudan tehdit” olarak tanımlanmasının altına imza atmak istemiyordu. Diğer taraftan, Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurusuna, “Kürt hareketine ve FETÖ’ye verdikleri destek” nedeniyle karşı çıkıyordu. NATO’da kararların “oybirliği” ile alınması gerektiği için, Erdoğan’ın bu itirazları önemli tartışmalar yarattı. Mayıs ayından itibaren Finlandiya ve İsveç, Türkiye ile çeşitli görüşmeler yaptılar.

Zirvenin gerçekleştiği Madrid’de ise, Türkiye bu iki ülke ile imzaladığı mutabakat metni üzerinden, üyeliklerine olan itirazını kaldırdığını belirtti. Ve bu metni büyük bir zafer olarak tanımladı. Oysa bu doğru değildi. Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç ile imzaladığı “üçlü muhtıra” metninde, PYD, YPG ve FETÖ için “terör örgütü” değil, “örgüt” tanımı kullanılmıştı. Yani geri adım atan Finlandiya ve İsveç değil, Türkiye olmuştu. Üstelik bu metin, bir “NATO belgesi” değildi; NATO adına bağlayıcı bir imza yoktu metnin altında, üç ülkenin imzası vardı. Dahası, Erdoğan’ın iade edilmesini istediği 73 kişinin de iadesi mümkün değildi; bazıları bulundukları ülkenin “vatandaş”ı olmuşlar, diğerleri için de “suçluların iadesi” anlaşmasının koşulları tutmuyordu.

Böyle bakıldığında, Mayıs ayından bu yana her gündeme geldiğinde “asla izin vermeyeceğiz” diyen Erdoğan’ın, karşılığında hiçbir şey almadan, Finlandiya ile İsveç’in üyeliğine dönük vetosunu kaldırdığı görülmektedir. Attığı zafer nutukları boş, söylenen sözler ise dayanaksızdır.

Erdoğan’ın asıl talebinin bunlar olmadığı da açıkça biliniyor. Asıl “sorun”, güneyde yaşanıyor. Erdoğan, NATO belgesine “NATO’nun Güney sınırları” ile ilgili de “yeni tehdit” değerlendirmesini eklemek; Suriye ve Irak sınırlarından, Türkiye’ye dönük “artan terör tehdidi” vurgusunu yazılı hale getirmek istiyor. Böylece Baltık ülkelerindeki YPG’yi değil ama, Rojava’daki YPG’yi hedefe çakmaya çalışıyor. Ancak onun, Suriye topraklarını işgal etmek, Rojava’dan biraz daha parça koparmak isteğine, ABD de Rusya da onay vermiyor.

Erdoğan’ın ikinci talebi ise, Biden ile birlikte fotoğraf verebilmekti. Bu randevuyu kopardığı anda, Finlandiya ve İsveç’e dönük vetosunu hemen kaldırdı. Biden ile yaptığı 1 saat 10 dakikalık görüşmede ise ne konuştuğu bilinmiyor.

Sonuçta Erdoğan’ın Madrid Zirvesi’nde elde edebildiği tek şey, Biden ile görüşme oldu. Diğer taraftan, NATO’nun Rusya’yı tehdit olarak tanımladığı belgesine imza atmış olması, gözlerden kaçırılmaya çalışılan son derece önemli bir konudur. Bu imza ile Erdoğan, Ukrayna savaşı başta olmak üzere Rusya ile ABD’nin savaşında tarafını belirlemiş, önemli bir taahhüttün altına girmiş oldu. Üstelik ABD’den uzun zamandır talep ettiği F-35’lerin verileceğine dair bir garanti bile almadan.

Elbette Erdoğan’ın verdiği tüm sözlerden çark edebildiğini, bir sarkaç gibi ABD ile Rusya arasında gidip geldiğini biliyoruz, son on yılda bunun sayısız örneğini gördük. NATO Zirvesi’nin hemen ardından, 13 Temmuz günü Rusya ile “tahıl koridoru” oluşturulması için İstanbul’da toplantı yapması, attığı imzayı hafifletme çabası olarak yorumlanabilir.

* * *

NATO Zirvesi’nde, Erdoğan’ın bütün çabalarına rağmen Batılı emperyalistlerin Kürt hareketini hedef almadığını, Erdoğan’ın da hedef almasına izin vermediğini göstermiş oldu. Öte yandan Rusya’ya ilişkin konsept değişikliği, Çin’in “stratejik rakip” olarak tanımlanması ve NATO’nun “nükleer silahlı rakiplere karşı geniş bir coğrafyada savaşa hazırlandığı”nın kayıtlara geçirilmesi son derece önemlidir.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra işlevsizleştiği söylenen, Fransa devlet başkanı Macron’un “beyin ölümü gerçekleşti” dediği NATO, Madrid zirvesinde kendisini yeniden toparlamaya çalıştı. Daha önemlisi başından beri saldırgan bir örgüt olduğu halde “savunma örgütü” diyerek kendini gizlemekten vazgeçtiği de görüldü. Elbette bütün bunlar, bugün Ukrayna’da tüm şiddetiyle sürmekte olan Üçüncü Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın geldiği boyutla bağlantılıdır. Ukrayna savaşıyla birlikte ABD yanına AB’yi de alarak irtifa kaybını önlemeye çalışmaktadır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …