Erdoğan’ın geçtiğimiz Nisan ayında Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyaretin ardından, Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman (MbS), 22 Haziran günü Ankara’ya bir ziyaret yaptı. Ziyaret, her yönüyle “Erdoğan Türkiyesi”nin yaşadığı büyük çöküşün ifadesiydi.
En başta, Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesinin meşrulaştırılarak örtbas edilmesi anlamına geliyordu. Suudi gazeteci Kaşıkçı, 2018 yılında bir işlem yapmak için girdiği Suudi Arabistan konsolosluğunda vahşi yöntemlerle katledilmişti. Tüm dünyanın gözü önünde, İstanbul’un göbeğinde bir insan parçalara ayrılarak, asitte eritilerek yokedilmiş; katilleri rahatça uçağa binerek S. Arabistan’a geri dönmüş ve Türkiye’deki yönetim bunu seyretmişti. Bu olayı S. Arabistan ile pazarlık konusu haline getiren Erdoğan, önce esip gürlemişken, geçtiğimiz aylarda Kaşıkçı’nın dosyasını “katillerine” teslim ederek konuyu tamamen kapattı. Tarihe geçen ise, gözü dönmüş katillerin Türkiye’de istedikleri gibi cinayet işleyebilecekleri oldu.
İkincisi, protokol krizi gözden gizlenemeyecek kadar belirgindi. Protokol kurallarının uluslararası olarak belirlenmiş kriterleri, her iki ziyarette de nizami olarak uygulanmadı. S. Arabistan’ın Erdoğan’a uyguladığı protokol, bir aşağılama içerirken, Türkiye’de uygulanan protokol, Erdoğan’ın içinde bulunduğu aczi gösteriyordu. Erdoğan’ın S. Arabistan ziyareti sırasında, karşılamayı “vali” düzeyinde, uğurlamayı ise “vali yardımcısı” düzeyinde gerçekleştirmişlerdi. Ankara’da ise MbS’ye “devlet başkanı, cumhurbaşkanı, başbakan” düzeyinde devlet töreni düzenlendi; Savunma, İçişleri ve Dışişleri bakanları dahil olmak üzere kabine sıraya dizilmişti. Uğurlarken ise, uçağın merdivenleri önünde Erdoğan’ın el sallayan fotoğrafları bir utanç belgesi olarak kayıtlara geçti. Keza benzer biçimde MbS’nin askeri tören kıtasını, her türden uluslararası protokol kurallarını ihlal ederek “Merhaba Asker” yerine “Selamünaleyküm” diye selamlaması da, Erdoğan’ın ezikliği karşısında nasıl kibirlendiğinin ifadesiydi. MbS için akşam düzenlenen ziyafette, Arapça “Suudilerin üstün olduğu”nu anlatan şarkının söylenmesi, tuzu-bireri oldu.
Üçüncüsü, tüm bu tavizler Türkiye’de yaşanan ekonomik sıkışmışlık nedeniyle ve MbS’den gelmesi beklenen para arayışıyla veriliyordu. Ancak bu beklenti tamamen boş çıktı. Kaşıkçı cinayetinin ardından Erdoğan esip-gürlemeye başladığında, S. Arabistan Türkiye’ye ağır ekonomik yaptırımlar uygulamıştı. Öyle ki Türkiye’nin 7 milyar dolarlık dış ticaret hacmine sahip olduğu S. Arabistan ile ithalat ve ihracat neredeyse sıfır noktasına gerilemişti. Bu ziyaretler ile hem bu ticaretin yeniden canlanması, Türkiye’den giden ürünlere dönük yaptırımların kalkması, hem de Türkiye’de Merkez Bankası’nın azalan döviz rezervlerine katkı sağlayacak bir swap anlaşması bekleniyordu. Ancak iki konuda da somut bir adım atılmadı; tek bir somut anlaşma imzalanmadı. Mısır’da 7.7 milyar dolarlık anlaşma imzalayan Prens MbS, Erdoğan’a “tek kuruş” vermedi. Erdoğan’ın uçağa el sallayan “hüzünlü” görüntüsü, yaşadığı hayalkırıklığını da içeriyordu.
Diğer taraftan bu ziyaret için S. Arabistan’ın önemli hedefleri vardı ve bunlar büyük oranda karşılık buldu. Suudiler Kaşıkçı cinayeti nedeniyle uluslararası alanda yaşadıkları dışlanmışlığı, Yemen savaşındaki başarısızlıklarını, “İran tehdidi”nin giderek yükselmekte oluşunun sıkıntılarını yaşıyor. Keza Prens MbS, “Kaşıkçı’nın katili” sıfatıyla özel olarak hedefe çakılıyor. Kaşıkçı sonrasında ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin Suudilere dönük “silah satmama” kararları da resmi olarak sürüyor. Bu koşullarda, ABD Başkanı Biden’in 15-16 Temmuz günlerinde Ortadoğu’ya yapacağı ziyaret öncesinde, Ürdün, Mısır ve Türkiye’ye ziyaret gerçekleştiren Prens MbS, hem Biden karşısında hem de bölge dengeleri içinde konumunu güçlendirmiş oluyor.
Prens MbS açısından bu ziyaretler, tahta çıkmasını garantilemek için de çok önemli. Başka Suudi prensleri içinde ABD’den uzaklaşarak Rusya ve Çin ile yakınlaşmak isteyen, İran ile ilişkileri düzeltmek isteyen bir kesim olduğu biliniyor. MbS- 2017 yılında bu kesime ciddi bir darbe indirmiş, bazı prensleri öldürmüş, önemli bir kesimin de mal varlığına el koymuştu. Hatta Kaşıkçı’nın öldürülmesi de bu operasyonun bir parçasıydı. Ancak bu günlerde Suudiler içinde yeniden Rusya ve Çin’e yakınlaşma çabaları görülüyor. Suudi Arabistan Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmıyor, Çin ile Yuan karşılığında petrol anlaşması yapıyor, Çin’in Kuşak ve Yol Projesi ile işbirliği anlaşmaları imzalıyor. Yanısıra, Mayıs ayında Suudi Arabistan “BRICS ARTI” toplantısına da katılarak, bu ittifak ile bir bağ kurmaya çalışıyor.
Bu koşullarda Türkiye ziyareti Prens MbS için bölge dengeleri açısından büyük bir önem taşıyor.
* * *
Erdoğan, son dönemde hem ekonomik hem de siyasi açıdan yaşadığı sıkışmayı gidermek için yeni arayışlar içinde. Geçmişte Müslüman Kardeşler örgütü nedeniyle tavır aldığı Mısır ile, Sedat Peker’i koruyup kollayan ve “15 Temmuz darbesinin finansörü” olarak kodlanan Birleşik Arap Emirlikleri ile, son olarak da “Kaşıkçı’nın katili” Suudi Prens ile görüşmeler yaptı, ziyaretler gerçekleştirdi. NATO-Madrid Zirvesi’nde bir “kırmızı çizgi”yi daha ortadan kaldırarak Kıbrıs Rum Yönetimi liderinin “akşam yemeği” toplantısına katılması konusunda geri adım attı.
Bu hamlelerin herbiri, bir taraftan Türkiye’ye yeni ekonomik kaynaklar yaratmak, diğer taraftan uluslararası siyasette giderek sıkışmış ve prestij kaybetmiş olan Erdoğan’a manevra alanları oluşturmak içindir. Ancak bunların hiçbirisi, içeride ve dışarıda sıkışmış olan Erdoğan’a soluk borusu olmaya yetmiyor.