Gıda yaşamsaldır! Aç kalmamak için…

Geciken buğday alım fiyatlarını merakla bekleyen üreticiler ve temsilcileri, 2021 sonbaharından itibaren, defalarca açıklama yaparak bakanlığa çağrıda bulunmuşlardı. Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin, nihayet 2022’nin Haziran ayında yaptığı yazılı açıklaması şöyle oldu:

“Bakanlığımız ve Toprak Mahsulleri Ofisimiz (TMO) tarafından iç ve dış piyasa yakından takip edilmekte olup TMO alım fiyatlarının ton başına buğdayda 400 TL, arpada ise 200 TL artırılmasına ve ‘Hububat Alım Primlerinin’ Temmuz ayından itibaren ödenmesine karar verilmiştir.”

Bakanlığın açıklamasında her ne kadar “iç ve dış piyasa takip edilmekte olup” denilse de, özellikle üretim maliyetleri ve üreticilerin üretim yapmayı sürdürebilmesini dikkate alan bir fiyat açıklamadığı ortada. Bir yandan, zamanında açıklanmayan alım fiyatları nedeniyle ürün, ya üreticilerin elinde kalıyor ya da zararına satmak zorunda kalan üreticiyi bir daha üretim yapamaz hale getiriyor.

Diğer yandan bu durum neredeyse her yıl yaşanıyor ve gerek Çiftçiler Birliği gerekse de Ziraat Mühendisleri Odası’nın uyarıları dikkate alınmıyor. Oysa buğday ekimlerinin başlandığı sonbahar ayları içindeki girdi fiyatları ile bir sonraki yılın yaz aylarındaki girdi fiyatları arasında uçurum oluyor ve açıklanan alım fiyatları maliyetleri bile karşılamıyor. Ki, üretici nasıl geçinecek ve ileride toprağına tekrar nasıl ekim yapacak? Mazot, elektrik, gübre, tohum, nakliye gibi tarımsal girdilerdeki zam oranlarının aylık artışlarını izlemek bile mümkün olmuyor.

TÜİK sadece gübrede 2021 Ocak ayı ile 2022’nin Ocak ayı arasındaki bir yıllık zam oranının yüzde 153 olduğunu açıklamıştı. Güvenirliği olmayan TÜİK verilerine göre bile, hemen tüm tarımsal girdiler en az 5-6 kat hatta üzeri rakamlarda artış gösterdi. Kaldı ki, sorun o kadar derin ki, salt girdi fiyatlarının dikkate alınması da yetmiyor. Buğdayın bile ithal edilmesi dahil, lisanslı depo, aracılar vs. birleşiyor ve geniş kitleleri açlıkla burun buruna getiriyor …

2022 yılı başından itibaren buğday fiyatları fahiş miktarda ve sürekli olarak artış gösterdi ve bu sürekli artış -ekmek fiyatlarını da sürekli ve fahiş bir şekilde arttırdığı için- insanları açlığa mahkûm etti. Sadece tahıl ürünleri (ve en temel tahıl ürünü olan buğday) değil, bir bütün olarak gıdayı kapsayan tüm ürünler için, FAO (Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü) 2022 yılı için gıda fiyatlarında yüksek artışlar yaşandığını açıklamıştı. Ayrıca yüksek fiyat artışlarının devam edeceği de öngörülüyordu. Özellikle de buğdayda. Yani her tür unlu mamullerde…

Buğdaydaki fiyat artışları ekmek zamlarının peş peşe gelmesine yol açtı. Ekmek zamları olağan zamanlarda da yapılırdı. Genellikle de doğa koşullarının yol açtığı kuraklıkla veya buğday stoklarının yapılmamış olması vb. ile açıklanırdı. Esasında zamların gerçek nedenleri her zaman gizlenirdi, fakat nedenlerden birkaçı nesnellik de taşıyabilirdi. Ama tarım krizi dolayısıyla gıda krizi ile birleşen ve tüm dünyayı saran genel krizlerde iş çığırından çıkıyor. Tıpkı bu günlerde yaşadığımız gibi. Görüldüğü üzere 2022 zamları öylesine kısa aralarla öylesine fahiş fiyatlarla geldi ki, insanları ekmek bile alamaz hale getirdi.

Buğdayla oynanır mı?! Oynanıyor…

Oysa buğday eşittir ekmek demek.  “Ekmek, su, hava…” denir ya, hani insan yaşamında olmazsa olmaz olan üç şey… İşte insan yaşamında olmazsa olmazlardan biri olan ekmek, son derece pahalı şu anda. Yoksulun sokakta atıştırdığı simit bile, neredeyse ekmekle aynı fiyata yükseldi. İnsanlık sadece yoksullaşmıyor, açlıkla cebelleşiyor. “Boğazımızdan kısıyoruz” sözü bile az geliyor artık… Asgari ücretle geçinen 4 kişilik bir ailenin sadece ekmek masrafı ücretinin dörtte birini götürüyorsa, daha ne söylenebilir?

Tamamen kriz ve savaş olgusuyla alakalı bir durum yaşıyoruz.

Ama ne kriz bizim, ne de savaş…

 

Tarım krizi daha uzun ve daha yıkıcıdır

Tarım krizi, diğer alanlardaki krizlerin en şiddetlisidir; aşırı üretim ve azami kar nedeniyle tüm dünyayı sarar.

Kapitalist-emperyalist sistemde azami kar hırsı aşırı üretim doğuruyor ve bu durum da krizlere yol açıyor. Çünkü üretim, halkın çıkarları düşünülerek planlı yapılmaz, aksine rekabete dayalı olduğu için üretim kargaşası doğar. Bir yanda bolluk diğer yanda ürünleri satın alamayan geniş kitleler…

Üretim bolluğu, sadece kapitalist ekonominin rekabete ve kar esasına dayalı plansız bir ekonomi olmasından değil, aynı zamanda ve buna bağlı olarak, alım gücü olmayan geniş kitlelerin varlığı nedeniyle de olur. Çünkü verilen ücret, alış-veriş yapmalarını azaltır. Bu durum küçük ve orta üretimin iflasını getirir. Domino etkisi gibi birbirlerinden mal alan her sektör etkilenmeye ve peşi sıra iflaslara yol açtığı için, işsizlik ve açlık alabildiğine artar. Bütün bu gelişmeler olağan zamanlardakinin çok ötesinde bir yıkıcılıkla ilerler. Öte yandan üretim bolluğu nedeniyle biriken ürünler de elde kaldığı için, devasa bir israf gerçekleşir.

Çarkın bu şekilde işlemesi, emperyalist-kapitalist sistemin dünya çapında büyük bir kriz yaşamasına ve bunun tarım kriziyle iç içe geçmesine yol açtı.

Krizler dünya çapına yayıldığında, egemen sınıflar için biriken servetlerini garanti altına almalarının yolu,  savaş çıkartmaktan geçer. Esasında emperyalist savaş, tekellerin kendi devletleri arasındaki savaştır. Görünürde devletler savaşmaktadır, fakat bir avuç emperyalist tekel servetine servet katmaktadır.

Savaş politikaları, katliam, kan, gözyaşı, bin bir felaketle birlikte insanlığı açlıkla karşı karşıya getiriyor. Bugün insanı serseme çeviren dizginsiz zamlar ve bolluk varken, soframızın boş olması bundan. Gıda krizinin yanı sıra hububat üretimi de savaş politikalarına bağlı olarak belirleniyor ve başta tahıl (öncelikle de buğday) ihracat-ithalatı gıda tekellerinin iki dudağı arasında gerçekleşiyor. Örneğin Rusya-Ukrayna savaşı buğdayın ithalat ve ihracatını büyük bir oranda etkiliyor. Avrupa ülkelerinden sonra dünyanın en büyük buğday üreticisi ve ihracatçısı Rusya, kendi savaş politikalarına göre ihracat-ithalat politikası saptarken, Amerika gibi rakip ülkeler de aynı şekilde davranıyor. Öte yandan savaş nedeniyle Ukrayna buğday ihracatını gerçekleştiremiyor.

Dünya ekonomisi birbiriyle iç içe geçmiş bağımlılık ilişkilerinden oluştuğu ve ekonomik ilişkilerin ihracat-ithalat ayağı da bu ilişkilere dayandığı için, bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde, tarlaya atacağın tohuma, ekeceğin ya da satın alacağın ürüne dek attığın her adıma emperyalist tekeller karar veriyor. Bağımlı ülkelerin hükümetleri, bütün yasalarını bu doğrultuda çıkarıyor. Böylece yerli üretim diye bir şey kalmıyor ve hem ihracat hem de iç pazar için üretim yapan üreticiler iflas ediyor.

Krizler sistemin sömürücü karakterinden kaynaklanır, fakat hükümet temsilcileri ve mali kurumlar ya da ekonomi uzmanları, kitleleri ekonominin düzeleceği beklentisine sokarlar. Krizin para politikalarından kaynaklandığını, Merkez Bankası bu politikaları değiştirirse (örneğin faiz indirimi yaparsa) krizin ortadan kalkacağını iddia eder ve kitlelerin bilincini bulandırarak tepkilerini yatıştırırlar. Arkadan da hükümet, halkın gırtlağına basarak gerçekleştirdiği, kapitalist şirketleri kurtarma paketlerini peş peşe sürer. Kapitalist devlet zenginlerin devletidir çünkü, onun işi zenginlerin çıkarlarını gözetmek ve korumaktan ibarettir.

AKP hükümeti de aynı şeyi yaptı. “Düşük kur-yüksek faiz” ile sıcak parayı çekip her şeyi emperyalist tekellere teslim etti. Borsadan bankalara dek yabancı sermayenin payı alabildiğine yükseldi. Özelleştirmeler ve toprak satışlarıyla parsellemedikleri yer kalmadı. Çoğu elverişli tarım topraklarının üzerinde yabancı fabrikalar, oteller vs. kuruldu. Ne kâğıt, tekel, şeker fabrikalarımız kaldı, ne garlarımız, meydanlarımız, ekim alanlarımız, hatta ormanlarımız, derelerimiz…

Hatırlanırsa önce, “bizi kriz vurmaz” dediler. Kriz tüm dünyaya yayılıp, ikinci dünya savaşı öncesi yaşanan krizden de şiddetli olduğu gizlenemez hale gelince, “kriz var, katlanın” demeye başladılar. Ama bize “katlanın” derken, cebimizden çaldıklarıyla şirket kurtardılar, silahlandılar; tekeller, bankalar kar rekorları kırdı.

Dünya çapında çok ciddi bir gıda krizi varken, Türkiye buğday ithal etmek zorunda mı? Ayçiçeği ithal etmek zorunda mı? Açıklanan raporlara göre dünyada buğday üretimi, 2022-2023 yılı sezonunda düşüş içinde olacak. Tüketim ile üretim arasında 13 milyon ton fark olacağı belirtilirken, stokların da yeterli olmadığı hatta stokların neredeyse yarısının Çin’in elinde olması nedeniyle sıkıntılar yaşanabileceği belirtiliyor. Amerika Tarım Bakanlığı’nın 2021-2022 ve 2022-2023 sezonu için hazırladığı rapora göre ise, Türkiye, dünya buğday ihracatında onuncu, ithalatında da üçüncü ülkeymiş. Topraklarımızda hangi ürünü ekip hangisini dışarıdan satın alacağımıza başkaları karar verirse, buğday ithalatında dünya üçüncüsü olunur tabi. Ürün fiyatları Chicago Borsası’nda belirlenirse, bizim üreticilerimiz perişan olur elbette. Bu durumda, bir avuç zengin dışında, işçi ve emekçilerin, toplumun en geniş kesimlerinin boğazındaki lokmalar sayılır.

Şimdi artık pazara, markete bile gidemiyoruz. Her sabah gözümüzü zamla açıyoruz. Bugüne dek her satın almak istediğimiz ürün için “şu anda fiyatı ne kadar” diye bir soru sormazdık. Ama dün aldığımızı bugün aynı fiyatla alamıyoruz. Ayçiçeği yağına, sebze ve meyveye, şekere, çaya, yumurtaya, süte, ekmeğe gelen zamlara yetişemez olduk. Yaşam kaynağımız gıdaya ulaşamıyoruz artık. Herkes birbirine “ne olacak halimiz” diye soruyor.

Yaşanılır bir dünya yaratmak için…

Emperyalist tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin kendi karlarını ve hegemonya alanlarını büyütme savaşı, işçi ve emekçileri vuruyor ve sessiz kalındığı sürece bu vurgun üzerinden sistem kendini var ediyor. Bu sistem devam ettiği sürece de açlığımız, yoksulluğumuz ortadan kalkmıyor, kalkmayacak. Kalkmasının tek koşulu var; bağımsız özgür, demokratik bir ülkede yaşamak…

Böylece savaşsız, krizsiz bir dünyanın da yolu açılacak. Emperyalist-kapitalist sistem ortadan kalktığında ancak, dünya halklarının önünde refah dolu bir hayat uzanacak. “Ne olacak halimiz” sorusunun yanıtı burada gizli.

Toprakların tamamı üzerindeki özel mülkiyeti kaldırdığımızı ve özel mülklerin, ayrıca belediyeler dahil çeşitli kurumların elinde olan toprakların tamamını tarıma açtığımızı düşünelim. İşte o zaman bu topraklar üzerinde yaşayan ve toprağı kendi emeği ile ekip biçen kişilerin onu gerektiği gibi işleyebildiği bir düzen kurmuş olacağız. Toprağı emeğiyle ekip-biçenlerin tasarrufuna bıraktığımızda, zaten ne açlık çekeceğiz ne de pazardaki ürünü alamama sorunu yaşayacağız.

Hiçbir emperyalist kuruluş, topraklarımız hakkında konuşma, karar verme hakkına sahip olamayacak çünkü. Hangi toprakta hangi ürünün yetişeceğine kendi tarım uzmanlarımız karar verecek. Onlar toprağın kalitesi ve özelliklerini dikkate alarak üretim yapılmasını sağlayacak. Örneğin buğday ekilmesi gereken toprağa başka bir ürünün ekilmesi gerçekleşmeyecek. Toprağın kalitesine göre doğru ürünün ekilmesi, nadasa bırakılacak toprağın doğru seçimi, gübrelemenin, bakımının yapılması gibi uygulamalar, toplam ürünün de bol ve kaliteli olmasını beraberinde getirecek.

Türkiye’de çok sayıda ziraat mühendisi olmasına karşın, işsizlikten kırılıyorlar ve mesleklerini yapamıyorlar. Onların yapması gereken işleri, tarım bilgisi olmayanlara veriyorlar. Oysa tarım, halkın çıkarlarına hizmet edecek şekilde örgütlendiğinde, bilgiye, uzmanlaşmaya değer verildiğinde, bu türden haksızlıklar da yaşanmamış olacak.

Günümüzdeki bu kapkaranlık tabloyu değiştirmek, yaşamsal bir sorun olarak önümüzde duruyor. İşçi ve emekçilerin kurtuluş mücadelesi, insanlığın kurtuluş mücadelesi olacağına göre, bu mücadeleyi hep birlikte omuzlamak zorundayız. İnsanca yaşamak istiyorsak, yaşamı güzelleştirme kavgasının içine girmeliyiz.

Bunlara da bakabilirsiniz

As Kaynak’ta (Lincoln Electric) direniş başladı

Kocaeli-Gebze’de As Kaynak Tekniği fabrikasında, TİS görüşmelerinin tıkanması üzerine eylem başladı. Konuyla ilgili olarak bir …

Çayırhan madencileri Ankara’ya yürüyor

Çayırhan Termik Santrali ve Linyit Madeni’nin özelleştirmesine karşı 20 Kasım’dan bu yana eylem yapan maden …

Adana’da SASA işçileri direnişte

Yapı ve Yol İşçileri Sendikası’na üye olan 670 işçi, maaşlarını aylardır alamıyorlar. Bu işçiler, “Adana …