Son dönemde yaşanan bir çok olaya ilişkin olarak “AKP’nin iç çatışmaları yüzünden” yorumu yapılıyor. KPSS sınavının iptal edilmesi, bunun son örneği oldu. Devlet Denetleme Kurumu’nun hemen devreye girmesi de, ÖSYM başkanının görevden alınmas da, AKP içinde klik çatışmalarına, AKP’nin içten çatırdamakta olduğunu bağlandı. Oysa durum bu değildi.
Sınav soruları yıllardır çalınıyor
1 milyon 600 bin kişinin girdiği KPSS sınavında soruların çalındığının ortaya çıkması geniş kesimlerde büyük bir tepki yarattı. Yedi İklim adlı bir dershane, KPSS sınav sorularının aynısını, kendi eğitim kitapçığında kullanmıştı. Bu durum ortaya çıkınca, sınav iptal edildi; Devlet Denetleme Kurumu harekete geçti; dershane görevlileri hakkında soruşturma başlatıldı. Dahası, ÖSYM başkanı görevden alındı.
Devlet içinde kökleşmek, bürokrasinin temel kademelerini ele geçirmek isteyen Fetullah Gülen Cemaati’nin, bunun için çeşitli yöntemler kullandığı biliniyor. 1986 yılındaki askeri lise sınavlarından bu yana sistematik olarak bütün merkezi sınavların sorularının çalınması, bu yöntemlerden en etkilisi. Lise, üniversite, yüksek lisans, askeri okul, KPSS, polislik, hakim-savcı sınavları ilk akla gelenler. Bu sınavlara girecek tarikat mensuplarına ya da yandaşlarına sorular önceden veriliyor. Öncelikle yazılı sınavı kazanması sağlanıyor. Meslek için yapılan sınavların arkasından “mülakat” aşaması geliyor; sınavda tam puan almış birisi, eğer tarikata biat etmiyorsa, sözlü sınavı geçemiyor, onun yerine çok daha düşük puan almış kişilere sınav kazandırılıyor. Ardından özellikle askeriyede çok daha yaygın kullanılan bir yöntem devreye giriyor; tarikat üyesi olmayanlara ağır bir mobing uygulanarak yıldırmaya çalışıyor, istifaya zorluyorlar.
Öyle bir sistem kurulmuş ki, tarikata biat etmeyen birinin, devlet içinde herhangi bir göreve gelebilmesi, neredeyse mucize gerektiriyor. Bu yöntem, FETÖ tarafından başlatıldı; 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, Menzil’den Süleymancılara, başka tarikatlar onun yerini aldı. Ancak yaklaşım değişmedi; ABD emperyalizmi destekli radikal İslam’ın devlet içinde kökleşmesi sürdürüldü.
Dershanenin soruları KPSS’de
30 yıldan fazla zamandır sınav soruları sürekli çalınmış; kimi zaman bu durum örtbas edilemeyecek, gözlerden gizlenemeyecek kadar bariz bir hal almıştı.
Mesela 2010’ların başındaki bir KPSS sınavında yüzlerce kişi tam puan alarak “birinci” olmuştu ve bunların bazıları evli ya da akrabaydı. Böyle bir istatistik oluşması, yaşamın doğal akışına aykırı bir durumdu. Soruların çalındığı ortadaydı, ancak hiçbir adım atılmadı.
Bir başka sınavda, soruların cevapları “şifreli”ydi. Şifre önceden öğretilmiş, soruyu bile okumadan, şifreye göre cevap verenler tam puan almıştı.
Başka bir sınavda, sorular yine bir dershanenin sınav öncesindeki eğitim kitapçılarında yer almıştı.
Ancak bu olayların herbirinde gerçek bir kanıt yoktu. FETÖ’cüler işlerini sağlama alıyor, kayıt ya da belge bırakmıyorlardı. Mesela önceden dershanede çözdükleri soruları ezberletiyor, kitapçıkları ise geri topluyorlardı. İlk defa, kanıtıyla, belgesiyle “çalıntı soru” durumu sözkonusuydu.
Akılları karıştıran, “AKP içindeki çözülmeden dolayı böylesine ifşa oldu” yorumlarını yaptıran da bu durum oldu. Bu defa Erdoğan’ın hemen müdahil olup sınavı iptal ettirmesi ve ÖSYM başkanını görevden alması, doğrudan AKP içindeki klik çatışmalarına bağlandı. Keza FETÖ’cülerin daha titiz davrandıkları, sonradan gelen tarikatların ise yeterince profesyonel olmadıkları için önlemleri “savsakladıkları”, ya da “iktidar gücünü arkalarına almanın gevşetici etkisi”yle davrandıkları gibi yorumlar yapıldı.
Yaşanan sınav skandalında bunların herbirinin etkisi ve payı olabilir elbette. Ancak buralara odaklanarak asıl neden gözden kaçırılmamalıdır.
Kitlelerin yıkıcı öfkesinden korkuyorlar
Erdoğan’ın “biz orada boşta bulunsak ya da boşluğa düşsek, muhalefet partileri bunu seçime kadar kullanırlardı” sözü, gerçek nedeni açıklıyor.
Kitleler AKP’ye ve Erdoğan’a karşı çok öfkeli. Açlık ve işsizlik bugün işçi ve emekçilerin en yakıcı sorunu halinde. Muhalefet partileri, tüm sorunların çözümünü sandığa-seçime havale ettikleri için, bugün toplumsal bir hareket yaşanmıyor. Ancak AKP de, muhalefet partileri de, kitlelerin patlamaya hazır bir bomba olduğunu çok iyi biliyorlar. Hayatta kalma savaşı veren kitleler nezdinde, küçük bir kıvılcım büyük bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir potansiyel taşıyor.
Elbette kitlelerin yönetime karşı duydukları hoşnutsuzluk, kitle hareketindeki bir yükseliş (ya da yükselme ihtimali) egemen sınıfların ve partilerin içindeki çatlakları, çelişkileri artırır. Kitlelerin öfkesi büyüdükçe, hükümet de devlet de çatırdar. Kimi zaman hükümetin suçlarından kendini arındırmak için, kimi zaman artık kesinleşmiş olan hükümet değişikliği sonrasında kendine yer açmak için, çeşitli ifşaatlarda bulunanlar, suçları ortaya çıkaranlar, hükümeti zor duruma düşürmeye çalışanlar olur. Kimi zaman da, artık yönetemez hale gelmiş hükümetin rant kaynakları da sınırlandığı için, bu rant üzerindeki kavga sertleşir; bu da çatlakları büyütür.
Ancak sonuçta, yönetimdeki çatlakları da, iç çelişkileri de büyüten asıl unsur, kitlelerin büyüyen öfkesi, hareketin patlama dinamikleri içermesidir. Aslolan sınıf mücadelesidir.
Devleti de, Erdoğan’ı da, muhalefet partilerini de en çok ürküten şey, işçi ve emekçilerdeki biriken öfkedir. Bu öfke bir kere patladığında, yıkıcı bir sel olup önüne çıkan her şeyi sürükleyeceğini bilirler. Bugün kitlelerin yaşadığı sorunların her biri, diğerini daha da katlanılmaz hale getiriyor. Çok yıkıcı bir ekonomik kriz, daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir öfke, büyük bir umutsuzluk üretiyor.
Üstelik hem egemenler, hem de kitleler, Sri Lanka’daki ayaklanma gibi örnekleri görüyor, öğreniyorlar. Türkiye’de de böyle bir ayaklanma yaşanması ihtimalinin uzak olmadığının farkındalar.
Geri adımlar öfkeyi bastıramıyor
Bu koşullarda Erdoğan, tam da seçim öncesinde öfkenin büyümesini engellemek için, çok ciddi bir geri adım atarak, ilk defa sınav yolsuzluğunu kabul etti ve sınavı iptal etti. Böylece kitlelerin öfkesini yatıştırmak, kendisine yönelik suçlamaları azaltmak istedi.
Ancak son dönemde işçi ve emekçilerdeki tepki ve sorunların çözüleceğine dair umutsuzluk o kadar büyük ki, Erdoğan’ın attığı geri adımlar, kitleyi yatıştırmak yerine daha da öfkelendiriyor. Mesela asgari ücrete büyük oranda zam yaptığında, hoşnutsuzlukları gidereceğini düşünmüştü; ancak ekonomik kriz karşısında son derece cılız kalan bu zam, öfkeyi daha da büyütmekten başka işe yaramadı. Şimdi de KPSS’nin iptal edilmesinin ardından bir “rahatlama” ve “Erdoğan’a güven” duygusu oluşmuyor; tersine son 20 yılda yapılan bütün sınavlar, bu sınavlarda çalınan sorular, mülakatlarda yapılan elemeler gündem oluyor; insanlar “çalınan hayatları” nedeniyle daha fazla öfkeleniyor.
Bugün gerçekten de büyük bir kitle hareketinin öngünündeyiz. İşçi ve emekçilerin verdiği hayatta kalma savaşı, her an bir patlamaya, bir ayaklanmaya dönüşme potansiyeli taşıyor. Bunun halen yaşanmıyor olmasının sebebi, devrimci bir önderliğin olmayışı; bu sayede düzen partilerinin ve parlamentarizmin bataklığındaki muhalefet partilerinin, tüm sorunları sandığa-seçime havale etmeyi başarabilmesidir.
Devasa hale gelen sorunları çözmenin tek yolu ise, sokağın gücünü harekete geçirmek; kitlelerin eylemli gücünü gösterebilmektir. Bunun başka da bir yolu yoktur.