12 Eylül’ün üzerinden 42 yıl geçti. Ama bugün hala 12 Eylül anayasası, kurumları, en önemlisi zihniyeti varlığını koruyor.
AKP’nin “darbe karşıtı” maskesi düşmüştür! O, bu darbelerin bir ürünü ve ondan en büyük yarar sağlayan parti olmanın ötesinde; yaptığı “sivil darbeler”le 12 Eylül’ü aratmayan bir yönetim inşa etti. Dolayısıyla AKP’ye karşı mücadele, faşizme ve darbelere karşı mücadeledir.
Erdoğan son olarak Fatsa’nın eski belediye başkanı Terzi Fikri’yi hedefe çakarak, 12 Eylül cuntasının şefi Kenan Evren’le aynı soydan geldiğini ortaya koydu. Fettullah Gülen de Evren için “cennetlik adam” demişti; cunta döneminde sayıları katlanarak artan İmam Hatip Okulları açtığı ve “ılımlı İslam”ın yolunu düzlediği için…
12 Eylül, ABD’nin çıkarları için gerçekleşti
12 Eylül sabahı ABD yetkililerinin “bizim oğlanlar başardı” sözü, 12 Eylül faşist cuntasının kimliğini ele veren en net cümledir. CIA’nin 30 yıllık belgelerini ifşa etmesi üzerine, bu belgeler ortaya döküldü. Böylece 12 Eylül’ün arkasında ABD’nin yeraldığı belgeli-kanıtlı bir hal aldı.
1979 yılında İran’da faşist Şah rejiminin yıkılması, ABD emperyalizminin bölgedeki hakimiyetine ağır bir darbe indirmişti. ABD, Ortadoğu’da en önemli jandarmalarından birini kaybetmiş oldu. Diğer “jandarması” Türkiye’de ise, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumsal muhalefetin yükselişe geçtiği kritik günleri yaşıyorlardı.
ABD, İran’dan sonra Ortadoğu’da önemli bir mevzisini daha kaybetmek istemedi. ABD ve işbirlikçileri, kendi çıkarları için “24 Ocak Kararları”nı dayattılar, fakat bunu uygulamaya sokamıyorlardı. Ne ortalığa saldıkları sivil faşistler, ne de sıkıyönetim fayda etmedi. Son çare olarak askeri faşist darbeye başvurdular.
Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı, darbeden iki gün önce ABD’deydi ve son rötuşlar orada yapıldı. Darbenin şefi Kenan Evren, daha ilk konuşmasında, emperyalist ülkelerle gerçekleştirilen tüm anlaşmalara uyulacağını belirtti. NATO’ya, ABD emperyalistleriyle yapılan ikili anlaşmalara sadakat yemini yaptı.
12 Eylül işçi ve emekçilere
ve onların öncülerine düşmandı
12 Eylül’ün arka planında, siyasi olarak yükselen devrim tehdidini bastırmak ve ABD’nin Ortadoğu’da çıkarlarını korumak varsa, ekonomik olarak da IMF’nin dayattığı 24 Ocak Kararları’nı yaşama geçirebilmek, yani emperyalist ve işbirlikçi tekellerin azami karlarını yükseltmek vardı. “12 Eylül olmasa, bu ekonomik programın neticesini alamazdık” demiştir, cuntanın başbakan yardımcısı Turgut Özal…
12 Eylül faşist cuntası, işçi ve emekçilere ve onların öncülerine karşı girişilmiş bir savaş aygıtıydı. İşçi ve emekçilere dönük saldırı furyası, ilk önce öncülerinin ezilmesiyle başladı. Komünist ve devrimcilere yönelik büyük bir vahşet gerçekleşti. İşkenceler, gözaltında kayıplar, idamlar, sokak ortasında katletmeler, olağan hale geldi. Ortaçağ zindanlarını aratmayacak uygulamalar devreye sokuldu.
Dönemin TİSK (Türkiye İşverenler Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Halit Narin, “bugüne dek işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” demişti. Gerçekten de öyle oldu. Ücretler, maaşlar, taban fiyatları düşürüldü, orta ve küçük işletmeler iflas etti. İşçi sınıfı derin bir yoksulluk ve sefaletin içine itildi, tüm sendikal ve siyasal hakları gaspedildi. Faşist “tek tip sendika” uygulamasına geçildi. Kıdem tazminatına taban sınırı kondu ve istifa halinde kıdem tazminatı ödenmemesi getirildi.
Grev yapmanın yasak olduğu iş kollarına yenileri eklendi; grev kırıcılığı adeta yasal hale geldi. Lokavt ise, anayasal bir hak haline getirildi. Toplu sözleşme kaldırıldı. YHK (Yüksek Hakem Kurulu) adında işçi-işveren-devlet temsilcilerinden oluşan bir kurul oluşturuldu ve TİS’ler bu kuruma havale edildi.
12 Eylül sonrasında başta öncü işçiler olmak üzere, yüzbinlerce işçi sokağa atıldı. Anti-faşist memurlar da görevlerinden alındılar, sürgüne gönderildiler. Keza memurların sendikalaşma hakkı ve siyasi faaliyetlerde bulunmaları yasaklandı. Düşük taban fiyatları, girdilere ve diğer tüketim mallarına yapılan zamlar ve vergi yasası ile milyonlarca yoksul köylü, küçük-üretici tarlasını ipotek ettirmek, malını tüccara kaptırmak zorunda kaldı. Bu şekilde emperyalist ve işbirlikçi tarım tekellerinin önü düzlendi.
12 Eylül dönemine son verelim!
İşçi ve emekçiler üzerinde yoğun sömürü ve emperyalizme tam bir bağımlılık ilişkisi, işte bu vahşet ve zorbalık üzerinden gerçekleşebildi. Aradan geçen onyıllara rağmen, egemenlerin 12 Eylül’ün yasalarını korumaları bunun içindir.
Fakat ne yaparlarsa yapsınlar 12 Eylül halkın gözünde mahkum edilmiş, lanetlenmiştir. Cunta şeflerinin ölüsünü bile devlet töreni ile kaldırmakta zorlanmışlardır.
Bilindiği gibi ABD’nin “yeşil kuşak” adını verdiği “ılımlı İslam” projesi 12 Eylül’le birlikte başlamıştı. Siyasal İslam’la 12 Eylül faşist cuntası arasında böylesi bir yakınlık, içiçelik vardır. Sonlarının da bir olması için, hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmek gerekmektedir.
Faşizm halk hareketiyle devrilmedikçe ne faşist liderler gerçek anlamda yargılanabilir, ne de temel hak ve özgürlükler elde edilebilir. 12 Eylül’ün de, AKP ve siyasi İslam’ın da sonunu halk getirecektir. Onlardan tümden kurtulmanın yolu sandıktan değil, mücadeleden geçmektedir.