“Diyarbakır başıma yıkıldı” diyor Ali Rıza Arslan, “oğlumun kemiklerini kucağıma verdiler”!
Melike Arslan kavruluyor acısından; “oğlumun cansız bedenine sarılacaktım. Bu acı nasıl tarif olur ki?”
Bir Kürt genci, öldürüldükten 7 yıl sonra, bir naylon poşete sığdırılıyor…
* * *
Hakan Arslan, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, 2 Aralık 2015’te ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında öldürüldü. 22 yaşındaydı öldüğünde; 22 yaşında kaldı.
Bekledi ailesi 7 yıl boyunca. Oğlunun cansız bedenini almak için bekledi, uğraştı, mücadele etti. Gencecik oğlunun mezarına sahip olabilmek için 7 yıl bekledi…
* * *
Kimden intikam aldılar şimdi?
7 yıl önce, hayatının baharında, yaşam coşkusunun doruğunda, umudun zirvesinde yaşayan gencecik bir delikanlıdan mı? Ama o zaten 7 yıldır bu hayattan koparılmıştı! Ölen bir daha mı ölecekti böyle yaptıklarında?
İntikam aldıkları kişi babası mıydı yoksa? Böylesine adanmış bir hayat yaşayan bir çocuk yetiştirdiği için?
Yoksa annesi mi? “Suç”u ne kadar büyüktü ki, dokunmaya-bakmaya kıyamadığı oğlunu bu halde görmesini istemişlerdi?
Kürt halkından mı intikam alıyorlardı? Şairin “kızlarım, oğullarım var gelecekte / herbiri vazgeçilmez cihan parçası / kaç bin yıllık hasretimin goncası” diye tanımladığı “ateş parçası” Kürt gençleri yetişmesin bir daha diye mi…
* * *
Belki hepsi birden… Belki de sadece şovenizmin bataklığında çürümüş olmanın sonucuydu bu vahşi, bu insanlıkdışı işkence.
Kürt halkı, tüm bu işkencelere rağmen sürdürüyor direnişini; hayatta kalma mücadelesini…