Dün Kozlu, Soma, bugün Amasra… Yine grizu patlaması, yine katledilen onlarca madenci…
Bartın-Amasra’da yerin 300 metre altında tam 41 madenci can verdi. Arkalarında aç ve açıkta acılı ailelerini, çocuklarını bırakarak…
Buna da “fıtrat” ya da “kader planı” diyorlar… “Dün olduğu gibi bugün de yarın da olacak” diyorlar pişkince…
“Kader planı”nda işçiye-emekçiye hep açlık ve ölüm düşüyor nedense!? Ama patronlara, onların sözcülerine “yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında” bir ömür sunuyor!
Temel soru şu: Bu “kader”e boyun mu eğeceğiz, isyan mı edeceğiz!
41 madenci katledildi; gözaltına alınan, sorgulanan tek bir kişi yok! Ama maden katliamını protesto edenlere, polisin copu ve gazı hazır! Katiller değil, protesto edenler gözaltında!
Taşların bağlanıp köpeklerin salındığı koşullarda yaşıyoruz. Maden işçileri günler öncesinden gaz kokusu aldıklarını ailelerine, yetkililere söylüyorlar; “bizi burada patlatacaklar” diyorlar. Aldıkları yanıt, “çıkardıkları kömürün kendilerinden daha değerli olduğu”dur!
Ne yazık ki, acı gerçek bu… Madencinin bir günde çıkardığı kömürü 1500 dolara satarken, işçiye ayda 600 dolar veriyorlar…
Bu ülkede her şey çok pahalı, tek ucuz olan; işçinin canı!…
* * *
“Kader planı” diye buyuruyor efendiler!
Binlerce kişilik “koruma ordusu”yla, uçak filosuyla dolaşırken, milyon dolarlık sağlık hizmeti altında yazlık-kışlık saraylarda manda yoğurdu-ejder suyu ile beslenirken… Yani kendisini hiç de “kader”e teslim etmeden, “itibardan tasarruf olmaz” diyerek…
Çünkü gerçekte “kader planı” yok, “bütçe planı” var!
2023 yılı için yeni bütçe teklifini hazırlamışlar! Buna göre Cumhurbaşkanlığı bütçesi yüzde 70 daha artıyor! Bütçede “aslan payı” yine Diyanet’e ayrılmış! Yüzde 117 artışla Diyanet, sağlık, eğitim başta olmak üzere birçok bakanlığın bütçesini geride bırakıyor.
Diyanet de bunun karşılığını veriyor tabii… Elinde kılıçla cami minberine çıkıyor Diyanet İşleri Başkanı… Bir yandan duayla halka sabır ve itaat telkin ederken, bir yandan kılıcı sallıyor. “Havuç ve sopa”, “papazlıkla cellatlık” somut olarak karşımızda duruyor…
Artık her yerde Diyanet’i görüyoruz. Cenazelerde, açılışlarda, kutlamalarda… Tarikatlarla birlikte verdikleri fetvalarla halkın günlük yaşamına müdahale ediyor, yasaklar koyuyor, cezalar kesiyorlar!.. Karşılığında lüks arabalarda dolaşıp, lüks otellerde yiyip içiyorlar.
Halktan kesilen vergiler, bu bağnazlara, sömürücü zorbalara akıyor. Yeni bütçeyle birlikte saniyede ödenecek vergi, 116 bin 493 TL olacak! Buna rağmen 2023’te bütçe açığının 660 milyar TL olacağını öngörüyorlar. Milyonlarca işçinin-emekçinin canı-kanıyla beslendikleri halde bir türlü doymuyorlar!…
* * *
Bu gerçeklerin kitleler tarafından bilinmesini engellemek için de yasa üzerine yasa çıkıyor. Yeni “sansür yasası”yla muhalif kesimler üzerindeki cendere daha da sıkılıyor. Kitlelerin sokağa çıkmasını polis zoruyla bastırmaları yetmiyor, attıkları twitlere bile tahammül edemiyorlar.
Buna da “dezenformasyon yasası” diyorlar, dezenformasyonun alasını yaparak… Her zaman “barış” dediklerinde savaşı, “demokrasi” dediklerinde baskıyı arttırdıkları gibi…
“Gezide camide içki içtiler”, “başörtülü bacıma saldırdılar” yalanını bizzat cumhurbaşkanı defalarca yinelemişken, “yalan haber”den devrimci-demokrat medya kuruluşlarına cezalar yağıyor. Her konuşmalarında “halkı kin ve nefrete” sevkettikleri, bölüp parçaladıkları halde, buna karşı çıkanlar bu maddeden yargılanıyor!
“Cumhurbaşkanına hakaret”ten açılan onbinlerce dosya var, binlerce kişi bu yüzden gözaltına alındı, tutuklandı. Esasında bu tablo bile cumhurbaşkanının ve AKP rejiminin halkın ezici çoğunluğu tarafından benimsenmediğini, aksine öfke ve tepkinin her geçen gün arttığını gösteriyor.
* * *
Ama muhalif partiler AKP’nin tabanını kazanma adına, AKP’den daha muhafazakar-milliyetçi davranmaya devam ediyorlar. Sözde laik kesimlerin adayı Kılıçdaroğlu, ülkenin en önemli sorunu “türban”mış gibi, meclise yasa teklifi sundu. Bunu da “AKP’nin elinden başörtüsü silahını almak” olarak açıkladı.
Oysa her taklit, aslını güçlendirir. Nitekim AKP, “yasa değil anayasaya koyalım” diyerek CHP’nin bu hamlesini boşa çıkardı. Kılıçdaroğlu, halkın onca sorunu varken türbanı öne çıkarmasıyla tepki de aldı.
Diğer yandan şu anda baskı altında olan “türbanlılar” değil, başı açık olan, laik kadınlardır. İran’da kadınlar başlarını açtıkları için öldürülüyorlar. Türkiye’deki dinci-gericilerin de hedefi bu. Henüz başaramadılarsa, Türkiye’nin geçmiş birikimi ve tüm baskıya rağmen önemli bir kesimin direnmeye devam etmesindendir.
CHP ve Kılıçdaroğlu, Alevi ve laik kesimleri “çantada keklik” görüyor, her halükarda oylarını alacağını düşünüyor. Onun için sağ kesime şirin görünecek atraksiyonlar yapıyor. HDP ve reformist partilerin ikinci turda “millet ittifakı” adayını destekleyeceklerini söylemeleri, şimdiden “açık çek” vermeleri, elini daha da rahatlatıyor.
Öyle ki, seçimlere aylar kala Kılıçdaroğlu ABD’ye gitti. Tıpkı Erdoğan gibi seçim öncesi ABD’den icazet isteniyor. Sol’dan gelen tepkileri bastırmak için de, “bilim insanlarıyla buluşma” şeklinde lanse ediyorlar. ABD’ye kadar gidip ABD yetkilileriyle bir biçimde temas kurmaması mümkün olmadığı halde bu yalanı uyduruyorlar.
* * *
Halk açlık içinde kıvranıyor, işçiler her gün iş cinayetlerinde ölüyor; “iktidarı” muhalefetiyle bize tek çare olarak seçim sandığını gösteriyorlar. Kendi “kader”imizi kendi elimize almadıktan sonra, ne seçimler, ne de şu ya da parti bizi kurtarabilir; açlığa, işsizliğe, ölmeye devam ederiz.
Ruhi Su’nun o gür sesiyle okuduğu gibi, “kaldırmadıkça başlarımızı, esaretimiz bitmez!”