Bu defa Bartın’dan geldi kara haber. Bu defa Bartın’da ateş düştü yüreklere…
Yerin 350 metre altında bir can pazarı yaşandı. Ve 41 can koparıldı hayattan… Patronların kar hırsına kurban edilen 41 işçi… Acımız büyük! Öfkemiz, isyanımız daha büyük!..
Bartın-Amasra’da, 14 Ekim günü saat 18.15’te, TTK’ya (Türkiye Taşkömürü Kurumu) bağlı bir maden ocağında patlama meydana geldi. Tıpkı Soma’da yaşandığı gibi, ölümleri azar azar, alıştıra alıştıra açıkladılar. Önce 2 dediler, sonra 14, sabaha karşı 28’e yükseldi ve ertesi gün 41 dendi. Daha hastanelerde ölüm-kalım savaşı veren maden işçileri var.
“Ayakları altındaki kuyularda az önce / Kayalıklar arasındaki kömür damarlarında / Yanan ve parlayan gaz birdenbire / Ölüm saçtı dört bir yana…”
Kadınlar koştu yine ilk önce maden ocağının kapısına… Çıkanlardan iyi bir haber duymak umuduyla…
Dünyanın herhangi bir yerinde siren sesini duyan insanlar sığınaklara koşar. Ama Zonguldak gibi kömür bölgesinde siren sesini duyanlar maden ocağının kapısına yığılır. Yine öyle oldu. “Kadınlar bekleşti maden ocağının başında / Dehşetten kalpleri ha durdu, ha duracak… / Durdular kıpırdamadan, durdular sessiz-soluksuz…”
Kendi çabalarıyla çıkmayı başaranlar olmuştu. Ama arkadaşlarını geride bırakmış olmanın burukluğu vardı hepsinde. Dayanamayıp yeniden madene dönenler oldu. Her girişinde bir arkadaşını kurtarıp gelen, ama son girişinde bir daha çıkamayan… “Bir mucize kurtarır onları, kurtarsa kurtarsa… / Böyle geldiydi haber kadınlara / Ama kadınlar dönmeyecek yuvalarına / Bekleyecekler şafak sökene dek…”
“Gece kapkara, gece soğuk / Yağmur yağıyor sis içinde / üstleri başları sırılsıklam / çukur sıska yanakları mosmor…”
Bekledi kadınlar, çocuklar, babalar… Yürekleri ağızlarında, sevdiklerinin yaşadıklarına dair bir haber duymak için… Her sağ çıkanla birlikte umutlandılar, sarıldılar bu umuda… Sonra sedyeler çıkmaya başladı, birer birer… Ağır yaralılar, ölüler.. “Saatinden tanıyacaklardı kimini / Kimini bir düğmeden / Kimini bir sezgiyle sadece… Ve üç gün sonra bütün bu ölüler / Hep birlikte gömüleceklerdi büyük bir çukura…
Soma’da, Ermenek’te, Şırnak’ta, Bartın’da hep aynı sahneleri izledik. Son 20 yıl içinde ülkemizdeki maden katliamlarında 1986 kişi ölmüş! Oysa dünyanın toplamında son 20 yılda ölen maden işçi sayısı 380!
Göz göre göre ölüyorlar. Daha açıkçası öldürülüyorlar, hem de hukuk diliyle “taammüden”… Öyle olmasa Sayıştay raporlarına rağmen hiçbir önlem alınmaz mı?
Neredeyse tüm işçiler, yakınlarına gaz kokusu aldıklarını söylüyor; “bizi burada patlatacaklar” diyorlar. Bir maden işçisi şefine durumu bildiriyor, şefin verdiği yanıt ise, “buradaki kömür sizden daha değerli” oluyor!
Gerçek budur! Amasra’da çıkarılan kömürün tonu 5500 liradan satılıyor. Ölen işçiler günde adam başı beş ton kömür çıkarıyor. Aldıkları ücret ise 11 bin! Bir ay çalışıp bir günde çıkardıkları kömürü bile satın alamıyorlar!
Dolara vurduğumuzda, Amasra’daki maden işçisi 600 dolar alıyor, ama bir işçinin günde çıkardığı beş ton kömür 1500 dolara satılıyor. İşçinin ücretinin neredeyse 3 katı! Artı-değer sömürüsünün vardığı noktaya bir bakın! İşçi ayda bir gün bile değil, yarım gün kendisine, 29.5 gün patrona çalışıyor!
Sonra “patlamanın sebebi araştırılıyor” türü beylik laflar ediliyor. Sebebi çok açık değil mi? Madencinin çıkardığı kömürün işçiden çok daha değerli olması… Daha az işçiyle daha çok iş çıkarma gayreti… İşçinin sağlığı ve güvenliğini, patronların “maliyet” olarak görmesi… Kısacası sermayenin bitmeyen “azami kar” hırsı…
Tıpkı Marks’ın dediği gibi: “Sermaye… yüzde 10’luk emin bir karla her yere gider, her işe girişir; yüzde 20 ile canlanır; yüzde 50 ile cüreti mutlaklaşır; yüzde 100 ile bütün kanunları ayaklar altına alır. Yüzde 300 için işlemeyeceği cinayet yoktur.”
Nitekim öyle de oluyor. Onar, onar, yüzer yüzer ölüyor işçiler… Her gün en az 5 işçi ölüyor bu ülkede “iş kazaları” adı verilen cinayetlerde…
Bu cinayetler, katliamlar elbirliği ile işleniyor. Katilleri bir değil, birden çok… Patronlar işin başında ama yalnız değiller; bir dolu suç ortakları var.
Amasra’da katliamdan 10 gün önce “denetçiler” geliyor, hatta ocağın içine kadar giriyorlar. İşçiler gaz kokusu aldıklarını bas bas bağırırken, denetçiler “hiç bir sorun olmadığı”na dair raporlar hazırlıyor.
Kim bu “denetçiler”? Geçtiğimiz günlerde Ankara’da bir müzisyeni istedikleri şarkıyı söylemediği için öldürenlerin, Çalışma Bakanlığı’nda görevli müfettişler olduğu ortaya çıkmadı mı?.. Bu katil müfettişler mi işçi sağlığını ve güvenliğini denetleyecekler!?
Amasra’da katliamdan kısa bir süre önce Enerji Bakanı da oradaymış. İşçilere söylev çekmiş, fedakârca çalıştıkları için övmüş, can güvenliklerine önem verdiklerini söylemiş. Sonra patronlarla birlikte güzel bir poz vermiş. Ona göre de Amasra’daki kömür ocağında hiçbir sorun yokmuş!
İşbirlikçi sendikacıları da unutmamak lazım. Amasra’da tek örgütlü sendika olan GMİS’in başkanı Hakan Yeşil, patlamadan sonra yaptığı açıklamada, “bütün cihazların anti-grizu özelliği taşıdığını” söyleyerek “bir eksik olduğunu düşünmüyorum” diyor. İşçilerin çıkarını savunması gereken sendika, patronla, müfettişlerle, bakanlarla aynı dili konuşuyor. Patlamadan 10 gün önce, seçimi kazanmış olmasını kutlamak için bürosunda köçek oynatan bir sendika başkanı bu!..
Hepsi vur patlasın, çal oynasın!.. Patronlarla yemek yesinler, barlara gitsinler, köçek oynatsınlar… İşçiler ölümle burun buruna çalışıyormuş, ağır sömürü koşulları altındaymış, açlık çekiyorlarmış, çocuklarını okula gönderemiyorlarmış, kimin umrunda?..
“Sevgilerini ve üzüntülerini gönderecek kral hazretleri / Milletvekili de orada olacak / Hani şu son grevde madencilerin karşısına ‘asker çıkaralım’ diyen… Papaz efendi de orada olacak… / dua edecek ağlamaklı ağlamaklı… / Ve gazeteciler / Zehirlemek için kamuyu / kimbilir şimdi ne acıklı öyküler döktürecekler…”
Öyle de oldu. Cumhurbaşkanı geldi, “kader planı” dedi, “dün olduğu gibi yarın da olacak!..” Diyanet İşleri Başkanı geldi, madencinin cenaze namazını kıldırdı, geride kalanlara “sabır” telkin etti. Yandaş medya döktürdü hünerini yine, katliamın üstünü örtme göreviyle…
Ve tabii polisler… Katliamı gerçekleştirenleri değil de, katliamı protesto edenleri gözaltına alan, coplayan-gazlayan polisler…
İşçileri işte bu katiller ordusu öldürüyor! Hepsinin işçi cinayetlerinde, madenci katliamlarında eli var, payı var, katkısı var…
Mızrağın çuvala sığmadığı öylesine büyük suçlar işleniyor ki, bunların bir kısmı Sayıştay raporlarında bile var. Örneğin 2017 raporunda, “madendeki havalandırmanın çalışılabilecek nitelikte olmadığı” kayıtlara geçmiş. 2019’daki raporunda, “eksi 300’de yapılan düzenlemelerin, grizu patlamalarına neden olabileceği” belirtilmiş. 2020 raporunda ise, “emeklilikler nedeniyle işçi sayısında görülen azalma, bu azalmayı dengeleyecek düzeyde toplu işçi alımına izin verilmemesi”nden, işçi açığının “geçici” ve “eğitimsiz” işçilerle giderilmesinden sözediliyor. Verilen rakamlar şöyle: “476 olması gereken pano ayak üretim işçi sayısının 276’ya, 107 olması gereken hazırlık işçi sayısının 30’a, 39 olması gereken barutçu sayısının 1’e, 53 olması gereken tarama söküm ve bakım işçi sayısının 10’a, 134 olması gereken nakliyat işçi sayısının 109’a, 39 olması gereken mekanizasyon işçi sayısının 22’ye düştüğü…” Devamında “nitelikli eleman eksikliği nedeniyle… gündüz vardiyası dışındaki arızalara müdahale edilemediği” belirtiliyor.
Amasra’daki maden ocağının kamu adına sahibi Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ise, “Sayıştay’ın raporları gerçeği yansıtmıyor” diyor; yapılan haberlerin “dezenformasyon içerdiğini” ileri sürüyor. Ortada korkunç bir katliam varken, “kurumumuzdaki tüm müesseselerimizdeki maden iş sağlığı ve güvenliği kurallarına sıkı sıkıya riayet edilerek üretim yapılmaktadır” şeklinde bir açıklama yapıyor.
Hani “et kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa” diye bir söz var; işte “tuzun koktuğu” yerdeyiz. TTK’nın başına getirilen kişi, daha önce Zonguldak-Kozlu’da gerçekleşen maden katliamından yargılanmış! Sonra da “mükafat” olarak bu kurumun başına getirilmiş! Kuzunun kurda teslim edildiği bir düzende, ölümlerden kimin sorumlu olduğunu aramaya gerek kaldı mı?
“Ve milletvekili / Ve maden ocağı sahibi / Ve papaz efendi / Ve gazeteciler / Ve beyni yıkanmış kamu / Devam edecekler zehirlerini / kinlerini depo etmeye / gelecek ilk büyük maden grevinde / boşaltmak için… / Bu akşam kadınlar ocağın başında / Bekleşe dursun / Tanrı bile görmüyor, tanrı bile / İkiyüzlülüğünü ve utancını bu oyunun…”
Bu dizeler, “Joe CORRIE” adında İskoç bir şairin, İngiltere’deki madenciler için yazdığı şiirinden. Ama ne kadar tanıdık, ne kadar bize benziyor yaşananlar, yapılan açıklamalar, oynanan oyunlar…
Dünyanın neresinde olursa olsun, bu kapitalist sömürü ve zorbalık sürdüğü müddetçe, her yerde aynı manzaralar karşımıza çıkıyor. Bu “oyunu” bozacak olan tek şey, sömürülen ve ezilen kesimlerin bu duruma boyun eğmemesi, acısını-öfkesini eyleme dökebilmesi olacaktır.