Makbule Anamızı andık

Anamız Makbule Berktaş’ın ölüm yıldönümünde mezarı başında bir anma gerçekleştirdik.

Onu geçen yıl 31 Ekim’de kaybetmiştik. Aramızdan ayrılışının birinci yıldönümünde ailesi, dostları ve sevenleri bir kez daha saygıyla, özlemle andılar.

Saat 13.00’de mezarı başında toplanıldı. Beş yıl önce yitirdiğimiz eşi Arif Berktaş ile yanyana yatıyorlardı. “O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler” diyerek söze başlandı ve kaybettiğimiz o güzel insanlar için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. O sırada Adnan Yücel’in dizeleri okundu. “Düşlerin sonsuza koştuğu yerde/Sabrın çiçekleri açtığı yerde/Asla kapanmaz yaşanan defter/Çünkü tarihin en güzel yerinde/Son sözü hep direnenler söyler”…

İlk konuşmayı yapan kızı Zeynep Berktaş “Hoş geldiniz dostlar” diye söze başladı ve şöyle devam etti:

“Gerçi mezara hoşgelinmez  ama. Bu davet annemizin davetidir. O kalabalıkları,  insanları çok severdi. Şimdi dostlarının arasında olmaktan çok mutludur. “

Makbule anayı “küçük dev kadın” olarak tanımladıklarını ve bunu duyan herkesin ona bu tanımı çok yakıştırdığını söyleyen Zeynep Berktaş, neden “küçük dev kadın” dediklerini anlattı. “Bütün devrimcilerin anası” olmayı nasıl başardığını, 40 yılı aşkın bir süre, önce devrimci tutsakların sonra tüm devrimcilerin anası haline geldiğini vurguladı. İşçi-emekçi bir kadından hak ve özgürlükler savaşçısı haline gelişi ve “bilge bir kadın” olarak hayatını noktalayışı anlatıldı.

Ananın en çok sevdiği iki sloganın “Susma sustukça sıra sana gelecek” ve ” Anaların öfkesi katilleri boğacak” olduğunu söyledi. “Anamız her röportajında, her konuşmasının sonunda ‘Bütün analara sesleniyorum, çocuklarınızı yalnız bırakmayın’ derdi. Ben de tüm gençlere sesleniyorum, ‘Annelerinizi yalnız bırakmayın, onlarla iyi vakit geçirin, onlardan alabileceğiniz daha çok şey vardır. Karşılıklı birbirinizi geliştirin’” diyerek sözlerini bitiren Zeynep Berktaş sözü kurucusu olduğu Adana İHD adına konuşma yapan Yakup Ataş’a bıraktı. Ardından mücadele içinde arkadaşı, kızı haline gelen Ayfer Güneşer konuştu.

Mezar anmasının ardından Makbule ananın evine gelindi. Onun adına verilen yemekler yendi, sohbetler edildi.

Ana’mızın unutulmadığı, dostlarının arasında hep yaşadığı bir kez daha görüldü. Onu daima yaşatacağız…

 

“Küçük dev kadın”ın anısına…

 

Zeynep Berktaş’ın anma sırasında yaptığı konuşma:

Hepiniz hoşgeldiniz! Mezara hoş gelinmez tabii… Ama hepimiz anamızın daveti üzerine buradayız.

Annem kalabalıkları, dostlarını çok severdi. Dostlarını her zaman büyük bir sevgiyle karşılar ve ağırlardı. Şimdi dostlarının arasında ve yine çok mutludur.

Aramızdan ayrılışının üzerinden tam bir yıl geçti. Ne kadar kısa, ne kadar uzun… Bize daha dün gibi geliyor. Çünkü neredeyse hergün onunlayız. Gördüğümüz, duyduğumuz bir şey hemen onu çağrıştırıyor. Yıllarca ayrı kaldık annemle. Daha çocukluğumuzda Almanya’ya gitmek zorunda kalınca 4 yıl hasretlik çektik. Sonrasında bizler uzun yıllar cezaevlerinde kaldık. Fiziken ayrıydık ama annem gerçekte hep yanımızdaydı. Bugün yaşıyorsak, bunu büyük oranda anneme borçluyuz. O bizi işkencede, cezaevinde, ölüm oruçlarında, zor günlerimizde hiç yalnız bırakmadı.

Ona “küçük dev kadın” diyoruz. Bunun birçok nedeni var.

“Küçük”lüğü sadece fiziksel durumuyla ilgilidir, ufak tefek oluşunadır. Ama dev gibi bir yüreği vardı, dev gibi bir bilince, dev gibi bir iradeye sahipti. O yüzden de herkes bu tanımı ona çok yakıştırdı.

O dev bir kadındı gerçekten.

Çocuklarının arkasında kaya gibi durdu. O yüzden coplandı, gözaltına alındı, hakaretlere uğradı, ama yılmadı….

Elini atıp da başaramadığı hiçbir şey yoktu. Çok çalışkan ve becerikliydi. Girdiği her yeri değiştirir, güzelleştirirdi.

Gençliğinde en çok istediği şey, başını sokacak bir evi olması ve çocuklarının iyi bir eğitim almasıydı. Bu iki amaç uğruna çok sevdiği ailesinden, yurdundan ayrı kalma pahasına Almanya’ya gitti. Oysa barınma ve eğitim, en temel insan hakkıdır. Ama bu düzende ne yazık ki, bu en temel insani haklar için insanlar hala bedel ödemeye devam ediyor.

Sonunda bir ev aldı, çocuklarını okuttu. Tam amacına ulaştığını, zor günlerin geride kaldığını düşünürken, faşizm bir karabasan gibi çöktü ülkenin ve ailemizin üzerine… 12 Eylül yıllarında neredeyse hergün evimiz basıldı. Sonrası işkence, cezaevi, mahkeme arasında mekik dokuduğu yıllar oldu. Ömrü gerçekten de cezaevi kapılarında, yollarında geçti. Ama birgün bile “ah” demedi.

 Çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için kilolarca eşya taşıdı. Sadece kendi çocuklarının değil, cezaevinde komün olarak kaldığımızı bildiği için tüm komünü düşünürdü. Ailesi görüşe gelmeyen yoldaşlarımızın özel ihtiyaçlarını bile karşılardı.

Önce devrimci tutsakların, sonra dışarıdaki devrimcilerin de “ana”sı oldu. Bu mertebeye hiç kolay ulaşılmıyor. Sadece onların ihtiyaçlarını karşılamakla da olunmuyor. Asıl olarak direnişte birlikte olmaktan, yanyana durmaktan geçiyor. O, tutsakların sesini, soluğunu dışarıya taşıdı. Kimi zaman onlarla birlikte açlık grevi yaptı, kimi zaman Ankara’yı mesken eyledi, bakanlıkları kapı kapı dolaştı. Kimi zaman sokaklara çıktı, eylemlerin başını çekti. Direniş bitene kadar onun “maratonu” bitmezdi. Ölene kadar da bu maratonu sürdürdü.

O zaten savaşçı bir kadındı. Varolan duruma boyuneğmez, pes etmezdi. Her zaman hedefleri oldu ve bu hedefleri için mücadele etti. Kendini sürekli yeniledi, geliştirdi.

Düşünün Şafi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor, daha çocuk yaşta gerici fikirlere maruz kalıyor. Çok başarılı bir öğrenci iken ve okumayı çok sevdiği halde, salt kız olduğu için 3. sınıftan sonra ailesi okutmuyor. Sonra o yaşta ailesine maddi destek sağlamak için tarlada pamuk topluyor, tekstil fabrikalarında çalışıyor. Yani çocuk yaşta hayatın zorluklarıyla karşı karşıya kalıyor. Ama yılmıyor. Her tür zorluğu aşa aşa yolunu açıyor…

Çocukken “Ermeni” sözünü bir küfür olarak duyuyor annesinden. Ama Hrant Dink’in katledilmesinin ardından onun fotoğrafını alıp sokağa çıkıyor. O fotoğraf çok çarpıcıdır. Fotoğrafın altında üç dilde Türkçe, Kürtçe, İngilizce olarak “Kardeşimsin Hrant” yazıyor. Ve bu fotoğrafı çeken gazeteci diyor ki, “Üç dilde Hrant’ı bağrına bastı”

Bu fotoğraf, aslında annemin nereden nereye geldiğini en iyi anlatan fotoğraflardan biridir. Egemenlerin bölüp parçalama politikasını boşa çıkarttığını gösteren bir fotoğraftır.

Onun en çok sevdiği sloganlardan biri, “susma, sustukça sıra sana gelecek”ti. Bir diğeri de “anaların öfkesi katilleri boğacak” İHD’de kendisinin önlüğü olduğunu ve bu sloganın yazdığını söylemişti. “Kendine özel önlük mü yaptırdın” diye sormuştum. Boyu kısa olduğu için önlükler yere değiyormuş, kendisi için kısaltmalarını istemiş ve bu sloganı yazdırmış. Zaten birçok eylemde bu önlükle fotoğraflarını görmüşsünüzdür.

Annem yaş aldıkça bilge bir kadın oldu. Her sözü, her davranışı, yılların imbiğinden süzülüp gelmiş ders niteliğindeydi. Dostlarını her zaman korudu, kolladı. Elinden geldiğince yardım etti, yol gösterdi. Onun sayesinde içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulduğunu söyleyen çok kişi var.

Akrabalarına düşkündü. Biz daha çocukken “bunlar sizin akrabanız, onları tanıyın” diye öğütlerdi. Babamın akrabalarını bile annem bize tanıtmıştır. Birlikte olunca güçlükleri daha rahat yeneceğimizi o zamandan biliyordu. Ömrü boyunca da hep birleştirici oldu. Akrabalarını, dostlarını hiç yalnız bırakmadı. Özellikle kötü günlerinde hep yanlarında olmaya çalıştı. O yüzden herkesin sevgisini, saygısını kazandı.

O çocuklarıyla hep gurur duydu. Biz de onunla gurur duyduk. ’96 yılında ölüm orucu sürerken annemi televizyondan seyrettik, çıkmış bir arabanın üzerine geniş bir kitleye konuşma yapıyordu. Sonra cezaevine görüşe geldi, arkadaşlardan biri “Tansu Çiller gibi konuştun ana” dedi, o sıra Tansu Çiller başbakandı. Annem “sakın ha, beni onunla karşılaştırmayın, ben emekçilerin, devrimcilerin anasıyım, o burjuvaların” diyerek sınıfsal bakışını da ortaya koymasını bildi.

İnsan ancak unutulduğu zaman ölürmüş… Biz onu hiç unutmayacağız. O yüzden hep yaşayacak, yaşatacağız..

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …