Taksim’de patlayan bomba: Hedefler, sonuçlar

Taksim-İstiklal Caddesi’nde 13 Kasım günü gerçekleşen bom­balı saldırı, içeride ve dışarıda çok yönlü etkiler yarattı. İki­si çocuk altı insanın yaşamını yitirdiği, onlarcasının yaralandığı bu saldırı, ege­menlerin bir çok hedefi için payanda ha­line getirilmeye çalışıldı.

 

Birincisi, bomba korkusuyla so­kak hareketlerini darbelemek istedi­ler. Kitleler uzunca bir zamandır “2015 heyulası” ile korkutuluyor. 2015’te 7 Haziran seçimlerinde Erdoğan’ın yenil­giye uğramasının ardından, 1 Kasım se­çimlerine kadar olan sürede bombaların patlaması, kentlerin yerle bir olması ve ardından seçimleri Erdoğan’ın kazan­ması, kitle bilincinde derin izler bıraktı.

Önümüzdeki seçimleri Erdoğan’ın kaybedeceği öngörülü­yorken, seçimlere kadar olan sürenin yine katliamlar, devletin ağır saldı­rıları ve hak gaspları ile ilerleyeceği korkusu zaten bir süredir dillendi­riliyordu. İstiklal’de patlayan bomba, daha duyulduğu anda kitlelerin bu kor­kusunu depreştirdi, o yöndeki değerlen­dirmeleri güçlendirdi.

Hatta patlamanın ardından ilk gün­lerde genel kitlede kalabalık yerlerden uzak durma eğilimi de ortaya çıktı. Bu uzaklık, elbette sadece “bireysel hareketler”le sınırlı kalmazdı. Devletin asıl istediği, sınıf mücadelesini, so­kak hareketlerini sekteye uğratmak­tı. 2015’de, Diyarbakır ve Ankara’da mitinglerde patlayan bombalar akıl­lardayken, İstiklal’deki patlama, her türden kitle eylemine dönük bir teh­dit anlamı taşıyordu. Mitingler, işçi eylemleri, basın açıklamaları, bu pat­lamanın yarattığı atmosferin baskısı altına alınmaya çalışıldı.

Ancak bir yandan “bombacı”ya iliş­kin oluşturulan mizansenin gerçekdı­şılığı öylesine açık, basına servis edilen “bilgi”ler öylesine tutarsızdı ki, konuyu gündemde tutmak için fazla da ısrarlı davranamadılar. Sonuçta, ilk günlerin ardından kitleler üzerinde yaratılmaya çalışılan korku atmosferi hızla dağıldı; özellikle de ekonomik krizin yakıcılığı altında, bombalı saldırı gündemin aşağı sıralarına düştü.

 

İkincisi, Kürt hareketini hedef göstermek istediler. Çeşitli biçimlerde saldırının YPG tarafından gerçekleşti­rildiğini kanıtlamaya, Rojava’yı hedefe çakmaya çalıştılar. Üstelik Kürt hareketi hızlı biçimde açıklamalar yapıp, saldırı­nın kendileriyle bir alakasının olmadığı­nı söylemesine rağmen.

Bombanın patlamasının ardından hemen operasyonlar gerçekleştirdi dev­let. “Bombacı” kadının yakalandığını duyurup; gözleri korkuyla yerinden fır­lamış, bir el tarafından boğazı sıkılan, üzerindeki “New York” yazılı tişörtüyle kameraların önünde titreyen sığınmacı bir kadını, Türk bayraklarının önün­de basına teşhir ettiler. Kadının “YPG tarafından özel olarak istihbaratçı olarak eğitildiği” bilgisi de bu fotoğraflara eşlik etti. Bu bilgi ile, görüntülerin hiç uyuş­madığı açık biçimde ortadayken. Senar­yoya göre, YPG “ajanı” olan bu kadın Kobane’den Türkiye’ye gelmişti; sonra Kobane değil Afrin’den geldiği söylendi; daha sonra İdlib’den…

Hikayeler hızla tükendi, gerçek orta­ya çıktı: “Bombacı” kadın, İdlib’deki radikal İslamcı çetelerle doğrudan bağlantılıydı, ailesinde IŞİD’çiler, ÖSO komutanları vardı, YPG bu kadını “ÖSO ajanı” olduğu gerekçe­siyle sorgulamış ve hapis yatırmıştı. Yani kadının Kürt hareketiyle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, Suriye’deki radikal İslamcı çetelere sayısız bağla bağlanmış durumdaydı. Taksim’deki bombanın “adresi” Kürt hareketi değil, AKP des­tekli cihatçı çetelerdi.

Dahası, Süleyman Soylu daha önce “teröristleri ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz” diyerek “her şey kontrolümüz altında” mesajını vermişti. Taksim’de patlayan bomba, “ayakkabı numarasını biliyorsunuz ama bomba patlatacağını bil­miyor musunuz” sorusunu sordurdu; bu da AKP’nin kendisini fazla abartan tu­tumunun teşhiri oldu.

 

Üçüncüsü, bombalı saldırıyı, Suriye topraklarına yeni bir işgal harekatı için bahane haline getir­meye çalıştılar. Önce 19 Kasım gecesi Irak’ta Kandil, Asos ve Hakurk dağları ile Suriye’de Kobane, Tel Rıfat, Ciz­re ve Derik bölgelerinde, resmi açık­lamaya göre “89 hedef” bombalandı. Bu saldırı, Rusya ve ABD’nin izni ve onayı ile gerçekleşmişti. Rusya, Ukrayna savaşında Erdoğan’dan aldı­ğı desteğe karşılık, onun bu hamlesine göz yummuştu. ABD için ise, Rusya’ya yaklaşmakta olan Erdoğan’ı tümden kaybetmemek için bir zorunluluktu bu. Özellikle Soylu’nun, İstiklal’deki saldı­rının arkasında ABD’nin olduğuna dair açıklamalarının ardından, Türkiye’nin hava harekatını onaylamak durumun­da kaldı. Keza bu hava harekatı baş­lamadan önce, Endonezya’daki G-20 zirvesinde Biden’in Erdoğan’la fotoğraf vermek zorunda kalması da, yine aynı nedenden kaynaklandı.

Ancak emperyalistlerin Erdoğan ile Rojava’yı pazarlık masasına koyarak arayı iyi tutma çabası, Kürt hareketi­nin tepkisine çarptı. YPG ilk tepkiyi ABD’ye gösterdi; TSK’nın saldırısı altında oldukları için ABD ile IŞİD’e karşı ortak mücadeleyi durdurduk­larını açıkladılar. Oysa “IŞİD’e karşı mücadele”, ABD’nin Suriye toprakla­rındaki varlık gerekçesi. YPG’nin bu “ortaklık”tan çekilme “tehdidi” anlamı­na gelen bu açıklama, ABD’yi Suriye’de zora sokacak en önemli unsurdur.

Diğer taraftan, hem ABD hem de Rusya, Erdoğan’ın bütün zorlamala­rına rağmen, Türkiye’nin Suriye’de bir kara harekatına girişmesine izin vermeyeceklerini de gösterdiler. Kürt hareketinin tepkisi, bunun en önem­li nedeni elbette. Yanısıra, Erdoğan’ın bitmek tükenmek bilmez talepleri de emperyalistleri rahatsız ediyor. Suriye topraklarında zaten önemli bir bölümü işgal etmiş olan ve bu topraklarda “il­hak” anlamına gelecek adımlar atan (ev inşasından devlet dairesi kurmaya, okul

açmaktan muhtar atama­ya kadar) Erdoğan, şimdi de Kobane, Menbiç ve Tel Rıfat’ı işgal etmeye çalışı­yor. SGD-YPG’nin kontro­lünde bulunan bölgedeki petrol gelirlerinin ÖSO ile (Türkiye’nin kontrolünde­ki cihatçı çetelerle) payla­şılmasını istiyor, YPG’nin sınırdan 30 km geriye çe­kilmesini zorluyor vb. Bu koşullarda ABD, TSK’nın hava harekatı sırasında ken­di askerlerinin de zarar gör­düğünü belirterek, Rusya ise Erdoğan’ın Esad ile gö­rüşme talebine “seçimlerden önce Erdoğan’ı güçlendirme görüşmesi yapılmayacak” ge­rekçesiyle ret cevabı verdi­rerek, sınırları net biçimde çizdiler.

Sonuçta İstiklal’deki bombalı saldırının faturası­nı PYD’ye çıkartma ve yeni bir işgal saldırısı için uygun bir zemin oluşturamadılar.

Taksim’deki saldırı, sıradan kitleye za­rar veren, bu yanıyla da hedefsiz-kör bir terör ey­lemidir. Egemen sınıflar, kitleleri maniple etmek, korku ve güvensizlik or­tamı yaratmak, saldırgan hedeflerini hayata geçir­mek, hepsinden önemlisi sınıf mücadelesinin hızı­nı kesmek için bu türden yöntemler kullanırlar. Tarih bunun sayısız örne­ğiyle doludur.

Bu defa başaramadılar, hazırladıkları büyük senar­yoları hayata geçiremedi­ler. Taksim saldırısından geriye, “saldırının sorumlu­su olan saksılar”ın İstiklal Caddesi’nden kaldırılması; AKP’nin hep fırsatını kol­ladığı sokak müzisyenleri­nin ve sokak simitçilerinin yasaklanması; internet eri­şimini kısıtlama provasının yapılması gibi hak gaspları kaldı. Bir de ömrü çoktan tükenmiş bir devlet yöne­timinin, ömrünü uzatmak için pervasızca saldırabile­ceğinin görülmesi…

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …