2023’e girerken… DİRENEREK KAZANACAĞIZ!

Bir yılı daha geride bırakıyoruz. 2023’e sayılı günler kaldı. Her yeni yıla girilirken, devletler, parti­ler, şirketler, kurumlar vb. geçen yılın artısı-eksisi ile değerlendirmesini yapar ve yeni yıla dair beklenti­lerini, hedeflerini ortaya koyar. Kuşkusuz bu yıl da öyle olacaktır. Hatta şimdiden yapılmaya başlandı bile…

Üstelik bu yıl -özellikle ülkemiz açısından-daha farklı ele alınıyor, alınacak… 2023’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı olmasın­dan dolayı egemen kesimler ona ayrı bir anlam yüklüyorlar. Bu kesimlerin sözcülüğünü üstlenen düzen partileri de buna uygun hazırlıklar yapı­yor. “Türkiye’nin yüzyılı” “İkinci yüzyıla çağrı” gibi isimlerle paketler sunuyor; “cumhuriyeti demokra­siyle taçlandırmak”tan, “Türkiye’yi dünyanın sayılı ülkelerinden biri haline getirmek”ten dem vuruyorlar. Önce AKP sonra CHP, gelecek yüzyıla dair projele­rini kamuoyuna sundular.

AKP bile Cumhuriyet’in 100. yılına gönderme yapma ihtiyacı duydu. AKP yöneticilerinin Cum­huriyet dönemini “yüzyıllık bir parantez” olarak değerlendirdikleri, Osmanlı’ya övgüler yağdırdıkla­rı, özellikle de Halifeliği kaldırdığı için büyük öfke duydukları kimse için sır değil. Keza Erdoğan da Atatürk ve İnönü’ye “iki ayyaş” demişti. Ama burjuva siyasetçiler için “dün dündür, bugün bugün!” Hele Erdoğan gibi “pragmatist ve öngörülemez” olarak nitelenen bir siyasetçi için…

2023’ün seçim yılı olması, bu yöndeki çabaları arttıran diğer bir faktör. En geç Haziran ayında seçim bekleniyor. Dolayısıyla her partinin “100. yıl vizyonu” aynı zamanda seçim programı, kitlelere sunduğu vaatler silsilesi anlamına geliyor. Fakat “vizyon” adıyla sunulan bu programlarda hamaset dışında kitleleri heyecanlandıracak somut bir hede­fin olmadığı da görülüyor.

Buna karşın 2023’ün kritik bir yıl olacağı su götürmez. Seçimler yapılsa da yapılmasa da çok ciddi gelişmelere-değişimlere gebe bir yıla giriyoruz. Elbette bunu da sadece egemenler belirlemeyecek. Aslolarak işçi ve emekçiler, onların mücadele gücü, tayin edici bir rol oynayacak. Bu yönüyle işçi ve emekçilerin ve onların öncülerinin önümüzdeki yıla dair hedefleri önem kazanı­yor. Geçen yılı başarıları kadar zayıflıkları ve eksikleri yönüyle de değerlendirip çıkardıkları dersler üzerinden neler yapacaklarını ortaya koyması gerekiyor.

Kısacası en az egemenler kadar, ezilen-sömürülen kesimler de 2023’e hazırlıklı girmeli ki, bu mücadeleden kazançlı çıkabilsin. Bunun için geçen yılın belli başlı olaylarını, gelişme­lerini hatırlamak ve sonuçlar çıkarmak zorunludur.

 

Kriz, savaş ve halk ayaklanması

Tüm dünya halkları 2022 yılında ekonomik krizin ve emperyalist savaşın yayılmasının getirdiği sorun­ları en şiddetli haliyle yaşamaya başladı. Buna karşı tepkiler de büyük oldu, kimi yerlerde ayaklanmaya dönüştü.

2019-2021 arası, yaklaşık iki yıl boyunca Covid salgını ile bir yandan sağlığını, bir yan­dan da haklarını-kazanımlarını kaybeden işçi ve emekçiler, 2022’ye eylemlerle girdi. Pandemi döneminde büyük oranda kesilen direnişler yeniden ve daha güçlü biçimde başladı.

2022’nin ilk günlerinde Kazakistan halkı ayaklandı. Kazakistan’da doğalgaz zamlarına karşı halk sokaklara döküldü ve bu eylemler günlerce sürdü. Kazak halkı, sosyalizmin kazanımlarının gaspına, baskıcı yönetime, artan yoksullaşmaya, hayat pahalılığına karşı tepkilerini ortaya koydular. Sonunda zamların geri çekilmesini başardıkları gibi, hükümetin istifa etmesini de sağladılar.

Mart ayında ise Sri Lanka ayağa kalktı. Elektrik kesintilerinin günde 13 saate çıkması, ilaç, yakıt, gıda gibi temel ihtiyaç maddelerinin buluna­maması ve fahiş fiyatlarla satılması, halkın sabrını taşırdı. Ekonomik krize karşı başlayan eylemler, doğrudan hükümete yöneldi. Çünkü ülkeyi 20 yılı aşkın süredir Rajapaksa ailesi yönetiyordu. Onlar yolsuzlukları ve vurgunlarıyla zevk-ü sefa içinde yaşarken, halk günde üç öğün yemek yiyemez hale gelmişti. Yönetime karşı halkın öfkesi öylesine boyutluydu ki, sadece birkaç bakanın değil, hep­sinin istifasını istiyordu. Devlet Başkanı’nın özel konutunu bastılar, kaçma ihtimaline karşı yolları tuttular. Ne OHAL ilanı, ne de ordunun devre­ye girmesi, protestoları durduramadı. Aksine sendikaların ortak kararıyla milyonlarca işçi genel greve çıktı. Sonunda devlet başkanının bir biçimde kaçtığı öğrenildi. Fakat halk aynı aileden bir başkan seçilmemesi için sarayı işgal etti. Aylar süren eylemler, işgaller sonucunda taleplerini kabul ettirmeyi başardılar.

Sri Lanka’daki ayaklanmada bizi de yakından ilgilendiren yönler bulunuyordu. Tamiller yıllar sü­ren mücadele sonucunda özerklik elde etmişler­di. Fakat 2009 yılında büyük bir katliamla bu hak ellerinden alındı. 40 binden fazla kişinin öldürüldü­ğü, gerilla önderlerinin yokedildiği, Tamillerin önemli bir kısmının Hindistan’a kaçmak zorunda kaldığı vahşi bir katliam yapıldı. Bunun da adına “Sri Lanka modeli” dediler. Hiç bir hak vermeden halkı öncüsüz bırakma, katliamlarla yoketme, sindirme modeliydi bu. Türkiye’deki şoven milliyetçiler de, aynı modelin Kürt halkına karşı kullanılmasını istedi. Esasında 2015 yılında bölgenin faşist ablukaya alınması, ardından binlerce kişinin öldürülmesi buna benzi­yordu.

Sri Lanka halkının ayaklanması, egemenlerin ulusal, dinsel, mezhepsel ayrımları kullanarak “böl-parçala-yönet” politikasına en güzel yanıt oldu. Halk kendi “modelini”, yani birleşik mücadele­yi ortaya koydu. Ve ayaklanmalar zincirini yeniden başlatan “ilk domino taşı” olarak tarihe geçti. Yaban­cı basında Sri Lanka’dan önce Türkiye’den böyle bir patlama beklendiği yer aldı. 2023, bu beklentinin gerçeğe dönüşeceği bir yıl olsun!

Dünya ölçeğinde bir yandan ekonomik kriz derinleşirken bir yandan da emperyalist savaş boyutlandı. 22 Şubat 2022 tarihinde Rus uçakları Ukrayna’yı bombalamaya başladı. Böylece ikinci emperyalist savaştan sonra ilk kez Avrupa da savaşın içine girdi. Ukrayna’daki faşist yönetim aracılığıyla Rusya’yı kuşatmayı planlayan ABD, bu savaşın kışkırtıcısıydı aynı zamanda. Böylece ABD ile Rusya açıktan karşı karşıya geldi. Dahası, ABD-AB ile Rusya-Çin arasındaki emperyalist bloklaşma net biçimde gözler önüne serildi. ABD, Ortadoğu’da aldığı yenilgiyi Ukrayna ile gidermeye, yaşadığı irtifa kaybını önlemeye çalışıyordu. Rusya’yı birden fazla cephede savaşmaya zorlayarak zayıflatma amacını güttü. Rusya ise eski gücüne ulaşma, bölgenin tek hakimi olma çabasındaydı. Fakat sadece Ukrayna ordusuyla değil, bir bütün olarak NATO ile savaş­mak zorunda kaldı. Bu durum savaşın uzamasına ve zayiatının artmasına neden oldu.

Ama her zaman olduğu gibi “filler tepişirken çimenler ezildi.” İşçi-emekçi halk öldü, açlık çekti, evini-yurdunu terkedip mülteci ordusuna katıldı. Üstelik savaş koşullarında her şey daha pahalı hale geldi, kıtlık tehlikesi başgösterdi. Sadece savaşan ülkeler de­ğil, tüm dünya bunun sıkıntılarını yaşadı, yaşıyor. Ukrayna savasıyla birlikte doğal­gaz fiyatları fırladı, zaten pahalı olan temel ihtiyaç maddeleri otomatikman zamlandı. Bu durum krizi daha da derinleşti. Ve krize karşı eylemler arttı. İngiltere’de demiryol­cular, Yunanistan’da sağlıkçılar greve çıktı. Hollanda’da çiftçiler isyan etti, yolları trafiğe kapadı. Arjantin halkı, IMF politikalarına karşı yine sokakları doldurdu. Ekvador’da OHAL’e rağmen gösteriler ve çatışmalar yaşandı.

Kısacası dünyanın dört bir yanında krizin neden olduğu hayat pahalılığı ve açlığa karşı eylemler yük­seldi. Bu eylemlerin 2023’te artarak devam edeceği­ni öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Çünkü ne savaş ne de kriz bitecek! Aksine her ikisinin de çapı genişleyerek sürecek.

 

Ülkemizde kriz ve direniş

Krizin ve savaşın etkilerini en fazla yaşayan ülkelerden biri de Türkiye’dir. 2022’de halkın en çok yakındığı konu, hayat pahalılığı olmuştur. Türkiye tarihinin en yüksek enflasyonu yaşanıyor. Öyle ki, enflasyonda Avrupa birincisiyiz, dünyada ise ilk sıralarda yer alıyoruz.

Dur durak bilmeyen zamlar, orta kesimleri bile yoksulluğun pençesine attı. Yoksullar ise artık açlıkla cebelleşiyor. Açlıktan ölümlerin yaşandığı, intiharların arttığı, beyin göçünün hızlandığı bir ülke haline geldik. Elbette buna tepkisiz kalınmadı. Ülkenin dört bir ya­nında “zamlar geri alınsın”, “geçinemiyoruz” eylemleri yapıldı.

İşçiler ise ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, sendika hakkının gaspına karşı direnişe geçtiler. 2022’nin ilk aylarına işçi direnişleri damgasını vurdu. Ocak ayından itibaren 60’tan fazla işyerinde direniş gerçekleşti. Kargo işçilerinden tekstile, metal­den inşaata hemen her işkolunda fiili grevler, işgaller yapıldı. Radikal eylem biçimleriyle sadece patrona karşı değil, polis saldırılarına karşı da direndiler. Bu direnişlerin çoğu kazanımla bitti.

Direnişler kazanımla bitti fakat patronlar da hemen karşı-saldırıya geçtiler. İşçi kıyımı yaptılar, özellikle sendikalı işçileri işten attılar. İşçinin zaten hakkı olan tazminatı, bir lütufmuş gibi sundular. Varolan sendi­kalar da, işçilerin tazminatını alarak atılmasını sorun etmeyince, işçilerin önemli kısmı işten atılmış oldu. Oysa temel talep, sendikalı olarak işe geri dönmek olmalıydı.

Sendikalar ne yazık ki, üzerlerine düşen görev­lerini yerine getirmiyor. 2022 işçi direnişleri ken­diliğinden gelişti; kendilerinin kurdukları örgütsel ağlarla, ya da bağımsız sendikalarla başarı elde ettiler. DİSK dahil olmak üzere konfederasyonlar, işçilere yönelik onca saldırı varken, sessiz kaldılar. Basın açıklamasından öte bir varlık göstermediler.

Buna karşın 2022 yılında işçilerin direnişi durmadı. Sadece işçiler de değil, doktorlar, avukatlar, öğretmen­ler, küçük üreticiler, emekliler, kısacası her meslekten ve yaştan insan direnişe geçti. Çünkü hemen her kesim saldırı altındaydı. Yaşanan sorunlar hepsini ilgilendiriyordu. Sanatçılar bile bu saldırılardan nasibini aldı. Giydikleri kıyafetten, söyledikleri şarkılara kadar müdahale edildi, festivaller yasaklandı.

Halk yoksulluk içinde kırılırken, sermaye sahipleri rekor üzerine rekor kırdılar. Maliye Bakanı Nureddin Nebati, “bu sistemden dar gelirliler hariç, üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar” dedi açıkça. Ni­tekim bankalar yüzde 400’ün üzerinde kar yaptıkla­rını açıkladılar. Hazine, işçi ve emekçilerin vergileriyle dolduğu halde, asgari ücrete, memurlara, emeklilere zam gündeme geldiğinde, “hazineye yük bindireceği” söylenerek olabildiğince düşük tutuldu. Ama “işçiyi enflasyona ezdirmedik” demagojisini eksik etmediler. Asgari ücrete en yüksek zammı yapmakla övündüler. Hatta 2022’de iki kez zam yaptılar, fakat işçinin eline zamlı ücretler daha geçmeden “açlık sınırı”nın altında kaldı.

Yeni yıla girerken yeniden asgari ücret tartışılıyor. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay hiç utanmadan Kasım ayındaki “açlık sınırı” olan 7 bin 785 TL’yi öneriyor. Bütün zenginlikleri üreten işçiye reva gördükleri yaşam “açlık sınırı”dır! Üstelik her ay bu “sınır” sü­rekli arttığı halde… İşçiler zam değil hayat pahalılığı­nın durmasını istiyorlar. Çünkü ücretlerine yapılan zamlar, asla temel ihtiyaçlara yapılan zamlara ulaşamıyor!

10 milyonu aşkın emeklilerin durumu ise içler acısı. Erdoğan, en düşük emekli aylığının 2 bin 500 TL olmasını övünerek açıklıyor! Yani “açlık sınırı”nın üçte biriyle yaşamaları dayatılıyor. Buna büyük tepki göste­ren emekliler uzun yıllardan beri ilk kez Türkiye’nin dört bir yanından gelerek Ankara’da miting yaptılar ve birleşik mücadelenin adımlarını attılar.

2022 yılında küçük üreticiler de sürekli eylem halindeydi. Bazen yola döktükleri sütlerle, bazen trak­törlerle yolu keserek, bazen de miting ve gösterilerle öfkelerini haykırdılar. Girdi maliyetleri sürekli yükselir­ken taban fiyatlarının düşük tutulmasına, yüksek faizli kredilere, borçlarını ödeyemediği için gelen icralara tepkilerini ortaya koydu. AKP’nin emperyalist tarım tekellerinin çıkarları doğrultusunda yürüttüğü politika­lar, üreticiyi üretim yapamaz hale getirdi. Bir daha ekim yapmayacağını söyleyen, hayvanlarını kesen üretici sayısı onbinleri buldu. Gıda krizinin yaşandığı bir dönemde tarım ve hayvancılıktaki çöküş, önümüzdeki dönemin çok daha zorlu geçeceğini gösteriyor.

HES’ler, JES’ler, termik santrallerle doğa tahribatı, 2022 yılında artarak sürdü. Elbette buna karşı direnişler de. Karadeniz köylülerinden sonra Egeli köylüleri zeytinlikleri için direnişe geçtiler. Çevre sorunları, bir avuç aydının-çevrecinin mücadelesi ol­maktan çoktan çıktı; başta köylü kadınlar olmak üzere tüm emekçileri kapsamaya başladı. Ve bu mücadelede önemli başarılar elde edildi.

Sağlıkçılar, ağır çalışma koşulları ve artan şiddet olaylarına karşı greve çıktılar. Öğretmen sendikala­rı uzun yıllardan sonra ilk kez “Öğretmenlik Meslek Kanunu”na karşı birleşik tavır aldılar, ortak grevler yap­tılar. Kadınlar, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına, kadın cinayetlerine karşı eylemlerini sürdürdü. BÜ’de kayyum rektöre karşı protestolar devam etti.

Direniş kervanına son yıllarda yeni bir kesim daha eklendi. Barınma, bir sorun haline gelince “kentsel dö­nüşüm” adı altında evleri yıkılan halktan, yurt ve kiralık ev bulamayan öğrenciye kadar “barınma” eylemleri başladı. 2022’de Okmeydanı’ndan Tozkoparan’a, Beykoz’a uzanan yıkımlar, direnişleri de beraberinde getirdi. Elektriği, suyu, doğalgazı kesilen ve gece yarısı polis zoruyla evlerinden çıkartılan halk, ayları bulan direnişler gerçekleştirdi.

Kısaca toplumun tüm kesimleri 2022 yılında ayak­taydı. Bir önceki yıla göre eylem ve direniş sayısı neredeyse ikiye katlandı. Elbette başarıları kadar zayıflıkları, eksiklikleri de vardı. Fakat baskılar karşı­sında yılmayacaklarını net biçimde ortaya koydular.

 

Yönetim sallandıkça saldırıyor

Kitle desteğini yitiren her yönetim gibi AKP-MHP bloku da artan direnişler karşısında daha fazla sal­dırganlaştı. Her direnişi polis saldırısıyla bastırmaya çalıştı. Basın açıklamasına dahi tahammül edemez hale geldi.

Varolan faşist yasalar yetmedi, yeni yasalarla halkı kıpırdamaz hale getirmeyi amaçladılar; bir twit bile suç sayıldı. Yeni sansür yasasıyla medya üzerindeki baskılar katmerlendi. Hapishaneler dolup taştı. Sadece “cumhurbaşkanına hakaret”ten binden fazla kişi yargı­lanıyor. Gözaltında ve hapishanede işkenceler yeniden artmaya, hasta tutsaklar başta olmak üzere hapisha­nelerden cenazeler çıkmaya başladı.

Bitmeyen “Gezi korkusu” ile saldırmaya devam ediyorlar. AKP en büyük yenilgisini Gezi’de aldığı için, kaç kez beraatle sonuçlansa da Gezi davaları bitmedi. Ve sonunda “Taksim Dayanışması”nın tem­silcilerine ağır cezalar verdiler. Bu cezaların bir yanını Gezi’den intikam almak oluşturuyorsa; diğer yönü ve esası, yeni Gezi’leri engellemekti. Asıl olarak halka gözdağı verilmek istenmişti.

Kısacası Erdoğan yönetimi, baskı ve şiddetle ayakta durmaya çalışıyor. Çünkü kitlelere sunacağı vaatleri kalmadı. Yalan ve demagojileri artık tutmu­yor. Bunun verdiği hırçınlıkla daha fazla hakarete, küfre başvuruyorlar. Siyasi kriz, seviye düşkünlüğü olarak da karşımıza çıkıyor. Yanı sıra “suç oranları”nda ve bunların devletle ilişkisinde büyük bir artış var. Uluslararası düzeyde aranan ve yakalanan uyuş­turucu baronlarının hemen hepsinin Soylu’yla, Erdoğan’la fotoğrafları ortalığa döküldü. Böylesine içiçe geçmiş durumdalar. Türkiye, uyuşturucu ve silah kaçakçılığında dünyanın ilk 6 ülkesi içinde yer alıyor.

Yıl boyunca en çok konuşulan konulardan biri, mafya lideri Sedat Peker’in ifşaları oldu. Daha önce AKP’nin kullandığı Peker, geri plana itilince gönderildi­ği Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) çektiği videolarla gündeme oturdu. Mehmet Ağar’dan Soylu’ya tanınmış bir çok kişinin cinayete varan suçlarını ortaya dökme­sine rağmen hiç birinin hakkında soruşturma açılma­dı. Soylu da şimşekleri kendi üzerinden çekmek için başka AKP’lileri suçladı.

Elbette bu durum, Peker’in kişisel bir “öç alma” meselesi değildi; egemen kliklerin çekişmelerinin geldiği boyutu gösteriyordu. Peker’in BAE tarafından korunup kollanması da, bu kliklerin arkasında emper­yalist güçler olduğunu ortaya koyuyordu. Soylu, daha önce 15 Temmuz’un sorumlusu ilan ettiği BAE’ye yılın son günlerinde sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi, belli ki Peker pazarlığı sürüyordu.

Bir ülkede üretim ekonomisinin dışında büyük gelirler, devasa para akışları varsa, orada çok güçlü bir mafya ağı var demektir. AKP döneminde Türkiye, uyuşturucu, silah, petrol, hatta insan kaçakçılığının merkezi haline geldi. Burjuva anlamda bile huku­kun olmadığı yerde, devlet çeteden farksız hale gelir. Rüşvet-haraç almadan hiçbir iş görülmez olur. Devlet çete gibi yönetilince, çeteler de devlet içinde cirit atmaya başlar. Nitekim son yıllarda yaşadığımız budur.

AKP-MHP bloku, ayağının altındaki zeminin kaydığının farkında. Bunu durdurmanın yolu olarak içeride-dışarıda savaşı büyütüyor. “Sınırötesi operas­yon” adı altında Irak ve Suriye topraklarını işgale girişiyorlar. Bir yandan Kürtlerin bu topraklardaki kazanımlarını yok etmek, diğer yandan içte şove­nizmi körükleyerek diğer sorunları unutturmak ve kitle desteği oluşturmak istiyorlar.

Kasım ayında İstanbul’un göbeğinde bomba pat­latılması da aynı amaca hizmet ediyordu. Süleyman Soylu’nun hemen PYD’yi hedef göstermesi, ardından Irak ve Suriye’ye operasyonların başlaması, bunun açık göstergesi oldu. Diğer yandan “HDP kapatılsın” kara propagandası yeniden yükseldi, HDP’ye yönelik saldırılar artttı. Zaten yıl boyunca HDP il binaları defalarca basıldı, İzmir’de HDP il binasında çalışan bir genç kız öldürüldü.

AKP-MHP faşist bloku, sadece Kürt halkına değil, Alevilere de düşman yüzünü gösterdi yeniden. 2022 yılı içinde Alevi kurumlara, Cemevlerine eşzamanlı saldırılar yapıldı. Bunların devlet destekli faşist saldırı olduğu açıkken, “münferit bir olay”mış gibi geçiştirildi. Ardından Erdoğan, Cemevleri’ni ziyaret etti, cemevlerini ibadethane gör­mediği gibi Diyanet’e bağlayarak “devletin Alevisi”ni yaratma projesini yeniden devreye soktu.

AKP-MHP blokunun işçiye-emekçiye, ezilen halklara ve mezheplere saldırıları sürerken, muha­lefet partilerinin tek yaptıkları şey, halkın öfkesini “erken seçim” beklentisiyle yatıştırmak oldu. Ne zaman halk sokağa çıksa, seçim sandığını adres gösterdiler. Dahası AKP’nin milis kuvvetlerini harekete geçireceği söylenerek halka korku salındı. CHP halkın zamlara karşı tepkisini bastırmak için mitingler yapacağını duyurdu, fakat kitlelerin miting alanlarına sığmayan kalabalığı ve öfkesi karşısında en barışçıl biçimden bile vazgeçti. Sonuçta hükü­meti-muhalefetiyle egemenler halka şükür ve sabır telkin etmekte birleştiler.

 

Direnerek kazanacağız

2022’nin özetlemeye çalıştığımız tablosu, 2023’ün nasıl geçeceğine dair ipuçları sunuyor. Her kriz, “yıkım” kadar “fırsatlar” da doğurur. Önemli olan bunları değerlendirebilmektir.

Reformistlerin, liberal aydınların, devrim kaç­kınlarının iddia ettiği gibi, bunca açlığa, işsizliğe, baskıya karşı “halk sessiz” veya “hiçbir şey yapmıyor” değildir. Son bir yıl içinde irili-ufaklı yüzlerce direniş yaşandı. Hem de polis saldırısı­na, gözaltısına, işkencesine rağmen…

Direnişler birleşemiyor ve birçoğu sonuç alamadan bitiyorsa, bunun temel nedeni, kitlelerin örgütsüzlüğü­dür. Resmi rakamlara göre bile yaklaşık 16 milyon çalı­şanın 13.5 milyonu sendikasızdır. Sendikalı olan yüzde 10’luk kesimden TİS hakkını elde edenler ise yüzde 5’tir. Yani gerçekte sendikalı sayısı yüzde 5’lerdedir. Sözde “anayasal hak” olan sendikal örgütlenmeye çıkarılan engeller sürmektedir. 12 Eylül’ün sendikalar yasası halen yürürlüktedir.

İşçi ve emekçiler bütün bu engelleri aşmakla karşı karşıya. Bunun yolu da fiili-meşru mücadele hattından geçiyor. İşçiler bunu kendi deneyimleriyle öğreniyorlar. Bir yandan varolan sendikaların yönetimleri zorlanmalı, diğer yandan her yerde taban örgütleri kurmaya de­vam edilmelidir. Sadece işçi sınıfı değil, emekçi halkın her bölüğü kendi alanında örgütlenmeden, taleplerini karşılayamaz, sorunlarını çözemez.

2022 yılında devrimci-demokrat kurumların bi­raraya gelmesiyle oluşan “işçi-emekçi birliği” gibi eylem ve güç birlikleri de çok önemlidir. En başta öncü kesimlerin birleşik ve örgütlü bir duruş içinde olması, halka güven vermesi gerekir. Bu birliklerin yerel ayakları da oluşmalı, kitlelerle bağlarını güçlendi­recek adımlar atılmalıdır.

Ne yazık ki ülkemizde her şey çok pahalı, tek ucuz şey insanlarımızın canıdır. Başta iş cinayetleri olmak üzere her gün onlarca işçi-emekçi ölüyor. En son Amasra’da 41 madenci katledildi. Ve buna “kader planı” dediler. Onların bize “kader” diye gösterdiği planlarını reddetmekle kalmamalı, kendi kaderimizi kendi elimize almalıyız.

Dünyada ve ülkemizde sadece son bir yıl içinde gerçekleşen halk ayaklanmaları, direnişler, eylemler, bize yol gösteriyor. Yeter ki onlardan doğru dersler çıkaralım, sadece ayaklarımıza değil, bilinçlerimize vurulan prangalardan kurtulalım!..

Erdoğan, eski AKP’lilere yaptığı bir konuşmada “kaybedecek çok şeyimiz var” demişti. Onların kaybe­deceği yatları-katları, paraları-statüleri çok şeyleri var. Oysa işçi ve emekçilerin kaybedecekleri hiç bir şeyi yok! O yüzden bu mücadele, “kaybedecek çok şeyi” olanlarla “hiç bir şeyi” olmayanlar arasındadır. Ve tarih göstermiştir ki, savaşın sonunda her zaman “kaybedecek hiç bir şeyi olmayanlar” kazanmış, saraylar-saltanatlar yıkılmıştır.

Bir kez daha diyoruz ki; sabrederek değil, dire­nerek, birleşerek kazanacağız! Sandıkta değil so­kakta haklarımızı alacağız! Bizleri kurtaracak olan -şu ya da bu düzen partisi değil- örgütlenme düzeyimiz, mücadele gücümüzdür! Acil taleplerimiz doğrultusunda örgütlenelim, mücadeleyi yükseltelim! Seçimlere değil, kendi sorunlarımıza ve çözüm yollarına kilitlenelim!

2023’ü işçi ve emekçilerin kazanmasının yolu buradan geçiyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …