“Ölüm sınırı”nda yaşama hayır! KULÜBELERE BARIŞ! SARAYLARA SAVAŞ!

Yeni yıla yine “asgari ücret” tartış­malarıyla giriyoruz. Çünkü yıl bo­yunca en çok konuşulan konu, hayat pahalılığı ve durmak bilmeyen zamlar oldu. Çünkü asgari ücret, “ortalama ücret” haline geldi. Ve sadece işçile­ri değil, tüm çalışanları ilgilendiriyor; hatta emekliyi, işsizi bile… İşsizlik ödeneğinin alt ve üst sınırı da brüt asgari ücrete göre belirleniyor. Emek­lilerin durumu ise daha vahim. SSK ve Bağ-Kur emeklileri enflasyon ora­nında zam alıyorlar. Hem de TÜİK’in belirlediği enflasyon oranıyla!..

Böyle olunca asgari ücret ve enf­lasyon rakamları büyük bir önem kazanıyor. Devletin bu rakamları ola­bildiğince aşağıya çekmesi boşuna değil! Ama sözde işçi temsilcisi olan işbirlikçi sendikacılar da onlardan geri kalmıyor. İşçiler adına “asgari ücret komisyonu”nda yer alan Türk-İş Başkanı Ergun Atalay, “kırmızı çizgi”lerinin Kasım ayı “açlık sınırı” olan 7 bin 785 TL olduğunu söyledi mesela.

Patronu, devleti ve işbirlikçi sen­dikacısıyla, işçiye reva gördükleri yaşam, “açlık sınırı”dır! Kaldı ki, söz­konusu rakam Kasım ayına ait. Belir­lenecek asgari ücret ise çalışanların eline Şubat’ta geçecek. Her ay açlık ve yoksulluk sınırının yükseldiği dü­şünüldüğünde, asgari ücretin açlık sınırının altında kalacağı şimdiden bellidir. Nitekim geçen yıl da öyle ol­muştu.

Türkiye, Uluslararası Sendika­lar Konfederasyonu’nun yayımla­dığı “Küresel Haklar Endeksi”nde, 148 ülke içinde “işçiler için en kötü 10 ülke” arasında yer alıyor. “Açlık sınırı”nın altındaki asgari ücrette ise, Avrupa birincisi!

“Açlık sınırı”nın altı ne demektir? “Ölüm sınırı”dır!

Zaten on milyon civarında emekli, uzun süredir “ölüm sınırı”nda yaşı­yor. Engelli, yaşlılık vb. sosyal yardımlarla geçi­nenleri saymıyoruz bile… Milyonlarca işsizin nasıl geçindiğini ise bilen yok!

* * *

Hal böyleyken asgari ücretle ilgili beklenti 8, en fazla 9 bin civarındadır. DİSK dahi asgari üc­retle ilgili görüşlerini açıklarken, Kasım ayı “yok­sulluk sınırı” olan 26 bin 400 TL’yi baz alıyor ve fakat onu da ikiye bölerek 13 bin 200 TL olmasını istiyor. “Bir evde iki kişi çalıştığını varsayıyoruz” diyerek… “Asgari ücretin bir kişiye göre değil, 4 kişilik aileye göre hesaplanması gerektiği”ni söylediği halde…

Oysa 4 kişilik bir ailenin en alt geçinme düze­yi “yoksulluk sınırı” ise, asgari ücret de buna sa­bitlenmeli. Bugünkü koşullarda -DİSK’in önerdiği gibi yılda 4 kez değil- her ay artması gerekiyor.

Günümüzde büyük şehirlerde ev kirası bile asgari ücretin üzerine çıktı. Doğalgaz, elektrik, su faturaları el yakıyor. Bizdeki enerji zamları dünya ortalamasının 5 katı. Geçen yıl 4 milyon kişi faturalarını ödeyememiş, önümüzdeki yıl bu oran daha da artacak. Ulaşım, sağlık, eğitim giderleri devasa boyutlara ulaştı. Sosyal-sanatsal aktiviteler zaten hesaba katılmıyor, onlar çoktan unutuldu.

Buna rağmen asgari ücret talebi nedense hep geriye çekiliyor. Sadece DİSK değil, kimi devrim­ci-demokrat kurumlar da böylesi rakamlar ifade edebiliyor. Asıl mesele yaklaşımda. Olması gere­keni söylediğimizde, “karşı tarafın asla vermeye­ceği”, çok “uç” bulacağı düşünülüyor. Türk-İş’in “açlık sınırı”nı ifade ettiği bir yerde, onun biraz üzerine çıkmak yeterli görünüyor. İlkesel değil günlük yaklaşılıyor.

Bu konuda da Lenin’in yaklaşımı bize yol göstermeli.

“Doğru bulduğumuz herşeyi ilke olarak istemeliyiz. Ve ancak gücümüz daha çoğuna yetmezse, elde edebildiğimizi alırız. İstemleri­mizde ne kadar yetingen olursak, hükümetler de bağışlarında o kadar yetingen olur.”

* * *

Yaşanan bütün bu açlığın, işsizliğin müseb­bibi bugünkü yönetim olmasına rağmen, hep bir “günah keçisi” buluyor. Geçmişte patates-soğan üreticileri suçlanmıştı, şimdi sıra “üç harfli” mar­ketlerde.

AKP’ye yaslanarak büyüyen bu marketler, bugün “ekonomik krizin sorumlusu” ilan edildiler. Onlar da bugüne kadarki “dokunulmazlık”larını sürdürebileceklerini sanıyorlar. Bu rahatlıkla “bizi kimse yerimizden oynatamaz” diye açıkla­ma yapan BİM yöneticisi, istifa etmek zorunda kaldı. MHP’li mafya şeflerinin ölüm tehditlerini, bazı BİM şubelerinin camlarının kırılması izledi. Duvarlarına “Devlet Baba” imzasını atmaktan da çekinmediler.

Devletin mafyalaşması-mafyanın devlet­leşmesi sürecinin geldiği nokta budur. Sokak ortasında gazeteci döver­ler, marketlere saldırırlar, cinayetler işlerler, hiçbiri sorgulanmaz.

Tek amaç yönetimde kalmak olunca, her yol mü­bah sayılıyor. Provokasyon­lar yapmak, savaş çıkarmak da dahil…

İstanbul’da patlayan bom­ba üzerine şoven çığlıklarla içerde-dışarda Kürtlere dönük saldırılar yeniden arttı. Irak ve Suriye’ye bir kez daha saldırılar düzenlendi. İnsanlar can derdine düşsün, açlığı-işsizliği unutsun, geri­ye atsın diye… Savaş tam­tamlarından başka bir ses duyulmasın, muhalif sesler bastırılsın diye… Düşen kitle tabanı milliyetçi hezeyanlarla durdurulabilsin diye…

Muhalefet partileri de bu savaş korosunun içindedir. Kitlelerin biriken öfkesinin sokağa taşmaması konusunda yönetimle hemfikirler. Her ikisi de şükür ve sabır telkin ediyor. Muhalefet, tek çözüm olarak seçimi gösteriyor. Üstelik ne zaman yapılacağı, hatta yapılıp yapılmayacağı belli olmayan seçimleri…

Tarih kitapları devrim öncesi koşulları şöyle tasvir eder:

“Halk ağır vergi yükü altında ezilmişti, savaş bütün gençlerini ve ürettiklerini yiyip bitirmişti, ül­kenin dört bir yanını açlık kaplamıştı. Buna karşın yöneticiler sarayda zevk-ü sefa içinde yaşıyorlar, günlerini gün ediyorlardı.” Bugünün Türkiyesi’ni anlatır gibi…

Bu koşullara hiçbir halk daha fazla tahammül edemez, isyan başlar; saraylar, saltanatlar yıkılır! Köleci toplumdan bu yana ezilen ve sömürülen­lerin temel sloganı; “Kulübelere barış, saraylara savaş” olmuştur. Bir başka ifadeyle saraylara savaş açmadan, kulübelere barış gelmez!

Bize reva görülen “ölüm sınırı”nda yaşamı kabul etmeyelim! Yaşadığımız sorunlar öylesi­ne köklü ve boyutludur ki, seçimle değil, ancak devrimle çözülür.

Bunlara da bakabilirsiniz

İEB asgari ücret için eylem yaptı

Asgari ücret için göstermelik toplantıların başladığı 10 Aralık günü, İşçi Emekçi Birliği İstanbul-Tophane’deki Çalışma Müdürlüğü …

Suriye düştü; şimdi yeni bir Ortadoğu

27 Kasım günü HTŞ’nin Halep saldırısı ile başlayan süreç, 10. gününde tamamlandı. 7 Aralık günü …

İşçi sınıfının önderi: Hamit Tekin (1934-1979)

Hamit Tekin (Hamido) doğal işçi önderiydi. Yıllarını işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesine vermiş bir proleter devrimciydi. …