Mustafa Yaşar ve “Nefer” kitabı üzerine birkaç söz…

Bugüne kadar Remzi Basalak’ın yakalanma fotoğraflarını yayınlarken, aynı eylemde beraber yakalandığı Mustafa Yaşar’ı siliyor, resimden çıkartıyorduk. Genel yaklaşım olarak şehitlerin resimlerini kullanırken, yanında yaşayanlar varsa çıkartıyoruz zaten. Fakat Mustafa Yaşar’la ilgili özel nedenler de vardı.

En başta, resme bakan herkes, Mustafa Yaşar’ın Remzi Basalak’ın yanına “yakışmadığını” görür. Bu resimde Remzi ne kadar görkemliyse, Mustafa Yaşar o kadar siliktir. Remzi kanatlarını kaldırmış havalanmak üzere olan bir kartal gibidir; Mustafa Yaşar ise küçülmüş, büzülmüştür. Remzi meydan okurken, polislerin üzerine yürürken, Mustafa Yaşar acizce beklemektedir. Remzi’nin bir direniş destanı yazmakta olduğu çok açıktır; Mustafa Yaşar ise şaşkın, titrek ve “kaybolmuş” haldedir. Gözaltı ve işkence deneyimi olan her devrimci, bu fotoğraftaki “yenilmiş” ruh halini net biçimde anlar. Mustafa Yaşar’ın yüz ifadesine bir bakın; her şey çok açık görülmüyor mu?

Bu tablo, televizyonda dakikalar boyunca canlı olarak gösterildi; masaya inen tekme, Remzi’nin hiç durmayan konuşması, polislerin şaşkınlığı, müdahale etme çabası… Sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir tarafında ekranlardan seyredildi. Remzi’nin hesap soran, yargılayan duruşu ve masaya inen tekmesi beyinlere nakşoldu. Tersten, Mustafa Yaşar’ın titrekliği, şaşkınlığı, korkmuş yüz ifadesi de…

Yakalandığı dönemde, herkesin kafasında soru işareti yaratan bu görüntülerin ardından yöneticiler, Mustafa Yaşar’ın şube tavrının “kabul” düzeyinde olduğunu söyledi. Remzi’nin o görkemli duruşunun yanında, Mustafa Yaşar’ın “kabul”ünün yeri olamazdı zaten. Bu nedenle tek başına devleşen Remzi’nin, fotoğraflarda da tek başına kalması doğru olandı.

Onyıllar boyunca bu duruma ilişkin Mustafa Yaşar’ın hiç sesi çıkmadı. Kendi gerçekliğinin farkındaydı aslında. Direnişte Remzi’nin yanında duramamışken, fotoğrafta Remzi’nin yanında kalmayı talep edecek hali yoktu. Sonrasında giderek sesi yükselmeye, pervasızlaşmaya başladı. Çıkardığı kitaba Remzi’nin fotoğrafını koyması, pervasızlığın ulaştığı düzeyi gösteriyordu.

342 sayfalık kitabında, Remzi ile ilgili yazdıkları on sayfayı geçmez; üstelik çarpıtılmış olarak. Ama kapağa Remzi’nin fotoğrafını basarak, onun yarattığı ünden, onurdan yararlanmaya girişti. İçindeki bütün hırslarını, örgüte ve örgütlü mücadeleye öfkesini kustuğu bir kitabın kapağına Remzi’nin fotoğrafını koymaya utanmadı üstelik. Devrimci duygu ve kaygılardan uzak bir üslup ve içerikle, kendisinin başrolde olduğu bir tarih yazmaya kalktı; bunu da Remzi’nin arkasına saklanarak yaptı.

Kitabındaki çarpıtmalar, tükenmiş bir adamın hezeyanları olduğu için onlara girmeyeceğiz. Ancak Remzi Basalak’ı anlattığımız bu kitapta, adını devrim tarihine yazdırmış bir komünistin yarattığı görkemli direnişe “ortak olmaya” çalışan bu kendini bilmez kişiyle ilgili, tarihe not düşmeden de geçmeyeceğiz.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, eylemden sonra şubedeki tutumunun “kabul”le sınırlı olduğunu sanıyorduk; “resmi açıklama” buydu. Kitapta doğrudan kendisinin anlattıkları ve yakın zamanda ortaya çıkan “dava dosyası bilgileri”, gerçek durumun çok daha vahim olduğunu gösterdi.

Kitabında “gözaltındayken 2-3 gün boyunca Remzi’nin sesini duymaya devam ettiğini” anlatıyor. Oysa Remzi, gözaltına alındıktan saatler sonra, aynı günün akşamı işkencede katledildi. Bu durum, hastane raporlarıyla, tutanaklarla kesinleşti. Buna rağmen 2-3 gün Remzi’nin sesini duymaya devam ettiğini söylemek, işkenceci polislerin ve savcı Ethem Ekin’in hazırladığı senaryoya uygun davranmaktan başka bir şey değildir.

Yine kitabında “kendi belirlediğim çerçevede ifade verdim” diyor. Eylemi -öldüğünden haberinin olmadığını iddia ettiği- Şaban Budak’ın üzerine yıkan, kendisinin sadece katılımcı olduğunu anlatan bir ifade verdiğini söylüyor ve bu yaptığını savunuyor. Bizim direnme anlayışımızda şehit de olsa yoldaşlarını suçlamak yoktur! 12 Eylül öncesi ya da sonrası, her kim yoldaşlarını suçlayan bir ifade vermişse “çözülmüş” kabul edilir.

Kaldı ki, Mustafa Yaşar’ın ifadesinin çok daha kapsamlı olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Eyleme katılan yoldaşlarıyla gezdikleri yerlerden yaptıkları işlere kadar anlatımları, “yer gösterme tutanakları”, ortada “çizilmiş bir çerçeve” olmadığını gösteriyor. Belli ki devletin sorduğu soruların hepsi yanıtlanmış, bu arada sadece eylemdeki kendi rolü önemsizleştirilmeye çalışılmış. İddia ettiği gibi “sınırlı” ya da “çerçeveli” bir ifade vermiş olsaydı, bu ifadeyi kitabında basardı zaten. Kendine güvenen biri “belgeli” konuşur, afaki değil.

Diğer yandan eylemin niteliği, yakalanış biçimi, iki yoldaşının o sırada katledilmiş olması, ifade vermemeyi gerektiriyordu. “Her yakalanışımda ifade verdim” diyerek, bu yanlışı meşrulaştıramaz!

Remzi ve Şaban’ın katledildiğini, cezaevine gidene kadar bilmediğini söylemesi ise, ucuz bir yalandır. Şunu biliyoruz: İşkenceciler, o sırada gözaltında olan PKK’lilere “sizi de Remzi gibi geberteceğiz” diyorlar. Mustafa Yaşar ise kendisine böyle bir tehdit yapılmamış gibi davranıyor. Oysa polis, PKK’liler dahil, o sırada şubede bulunan herkesi bu biçimde tehdit etmişken, Mustafa Yaşar’ı neden bunun dışında bıraksın?!

Çok açık ki, Mustafa Yaşar şubede kötü bir çözülme yaşadığını gizlemek için, yoldaşlarının ölümünü inkar ediyor. Çünkü, “kabul” düzeyinde ifade verenler bile, yanıbaşında yoldaşları şehit düştüğünde, kendilerini toparlama, daha şubedeyken hatalarını telafi etme çabasına girerler. Şehit yoldaşları için savcılıkta suç duyurusunda bulunmak, bunların içinde en basit ve en zorunlu olandır.

Mustafa Yaşar, “cezaevine gidene kadar bilmiyordum” diyerek, tüm bu görevlerinden “kurtulmuş” oluyor!

Yetmiyor, “yavuz hırsız” misali üste çıkmaya kalkıyor. Remzi’nin davasıyla kimsenin ilgilenmediğini söyleyecek kadar ileri gidiyor.

Oysa Remzi’nin yoldaşları ve avukatları başta olmak üzere pek çok insan, bu davanın açılması, işkencecilerin ceza alması için büyük bir çaba ve emek sarfetti. O dönemin koşulları içinde yapılabileceklerin azamisini yapmaya çalıştılar. Bu olağanüstü çabanın sonucunda işkenceci polisleri mahkemeye çıkartmayı başardılar da. Ama ne oldu?! Mustafa Yaşar’ın verdiği ifadeyi dayanak gösteren polisler beraat ettiler, dava düştü! Herkesin gözü önünde yaşanan bir işkencede katletme davası, Mustafa Yaşar’ın ifadesiyle yokedildi!

* * *

İnsanların suçları ne kadar büyükse, utançlarının da o kadar büyük olması gerekir. Fakat Mustafa Yaşar’da bu yok! Saldırgan biçimde “beni resimlerden niye siliyorsunuz”, “tarihi karartamazsınız”, “benim direnişimi gölgeleyemezsiniz” diye konuşup duruyor.

İşlerin bu noktaya gelmesinde Mustafa Yaşar’ın kişiliğinin, değer erozyonunun, yaşam tarzının etkisi var elbette. Ama asıl belirleyici olan, onunla kurulan ilişkinin yanlışlığıdır.

İşkencede çözülmüş birine cezaevinde “temsilcilik” veren, ifadesinin boyutlarını gizleyen dönemin yöneticileri birinci dereceden sorumludur. Dosyayı ve Mustafa Yaşar’ın ifadesini bildiği halde 30 yıldır susan avukatlar da ne yazık ki bunun ortağı olmuştur. Ki bu avukatlar, “işkencede çözülenlerin davasını almama”yı kendilerine ilke edinmişlerdi. M. Yaşar’ın çözüldüğünü bile bile avukatlığını neden yaptıkları ayrı bir soru işaretidir.

Bugüne gelirsek; kitabın çıkması konusunda Mustafa Yaşar’ı teşvik edenlerin, önayak olanların, kitabını düzeltenlerin, kitaba övgüler yağdıranların da, değişik düzeylerde sorumlulukları var. Kitapta örgüte ve örgütlü yaşama kin kusan, devrimcilik adına yoz düşünceleri meşrulaştırmaya çalışan Mustafa Yaşar’dan bir “direnişçi” yaratma çabaları açıkça görülüyor. Kitaptaki bütün çarpıtmalar, demagojiler içinse, M. Yaşar’ın “Korsakof” olduğu, “unutkanlık yaşadığı” belirtilerek, eleştirilerin önü baştan kesilmek isteniyor.

Üstelik kitap, Türkiye devrim tarihinin en güçlü unsurlarına yaslanarak hikayesini satmaya çalışıyor. 12 Eylül direnişiyle öne çıkan TİKB’ye, bir döneme damgasını vuran ölüm orucu direnişine ve masaya inen tekmesiyle Türkiye devrimine malolan Remzi Basalak’a… Kitabın kapağına Remzi’nin fotoğrafı basılmasaydı, iç sayfaya “geliri Wernicke-Korsakof’lulara bağışlanacak” yazılmasaydı, bu kitabı kaç kişi satın alırdı acaba? Yoksa Mustafa Yaşar’ın hata ve yanlışlarla dolu kişisel hayatının, sefil “yaşam-öyküsü”nün kimseyi ilgilendirmediği son derece açıktır.

“Bir insana gereğinden fazla değer verirsen, karşılığında alacağın tek şey, gereğinden fazla nankörlük olur” derler. Mustafa Yaşar’ın bu kadar kendini şaşırmasının nedeni budur.

Bunlara da bakabilirsiniz

As Kaynak’ta (Lincoln Electric) direniş başladı

Kocaeli-Gebze’de As Kaynak Tekniği fabrikasında, TİS görüşmelerinin tıkanması üzerine eylem başladı. Konuyla ilgili olarak bir …

Çayırhan madencileri Ankara’ya yürüyor

Çayırhan Termik Santrali ve Linyit Madeni’nin özelleştirmesine karşı 20 Kasım’dan bu yana eylem yapan maden …

Adana’da SASA işçileri direnişte

Yapı ve Yol İşçileri Sendikası’na üye olan 670 işçi, maaşlarını aylardır alamıyorlar. Bu işçiler, “Adana …