İzmit-Kartepe İstasyon Mahallesi’nde bulunan Şok Market çalışanı genç bir kadın, geçen ay mağazanın deposunda intihar etti. Market bir gün bile kapatılmadı; işçilere arkadaşının yasını tutmasına izin verilmedi, çalışmaya devam ettirildi.
Benzer bir olay 2020 yılında Brezilya’da Carrefour’da yaşanmıştı. Market işçisi mesai saatinde yaşamını yitirdi. Mağaza hiçbir şey olmamış gibi, olağan bir günmüş gibi faaliyetine devam etti. Ölen işçinin cesedi market reyonları arasında, üzeri şemsiye kapatılmış halde yerde yatıyordu. Marketin içi müşteri doluydu, alışveriş yapmaya devam ettiler. Orada da işçilerin arkadaşının yasını tutmasına, cenazeyle ilgilenmesine izin verilmedi.
İşçi intiharları artıyor
Son yıllarda çok sık duyar olduk işçi intiharlarını. Şok Market işçisi intiharından birkaç ay önce İstanbul Finans Merkezi şantiyesinde iki işçi daha peş peşe intihar etti. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre, 2022 yılında en az 1843 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 2013 yılından bugüne 651 işçi, borç, baskı ve işsizlikten dolayı yaşamına son verdi.
Elbette bu kişiler rakamdan ibaret değil. Her birinin bir yaşamı, bir ailesi, arkadaşları, yaşanmışlıkları var. “Borçlanmasaydı, işsiz kalmasaydı, baskı gördüğü yerde çalışmasaydı, uzun saatler çalışmayı kabul etmeseydi, psikolojik sorun yaşamasaydı” vb diyenler oluyor, olacak… Veya intiharları “psikolojik sorunlara” bağlayanlar da çıkıyor.
Şok Market çalışanı ve diğer intihar eden işçileri intihara sürükleyen, ağır çalışma koşulları, idari baskılar ve günde 14-16 saat çalışmalarına rağmen ekonomik sıkıntı girdabından çıkamamaktır. Bazıları ekonomik sıkıntıyı hafifletmek için şans oyunlarına umutlarını bağlayarak daha kötü noktalara savrulmakta, borç kıskacı içerisinde debelenmektedirler. Düşük ücretlerle ölümüne çalışıyor; ama yine de yarı aç yarı tok yaşamaya, en değersiz çürük-çarık yiyeceklerle beslenmeye mahkum oluyorlar.
İşçi intiharlarında 4 temel faktör öne çıkmaktadır: İşsizlik, borçluluk, iş yükünün fazlalığı, işyerindeki baskı. Ekonomik kriz derinleştikçe, bir taraftan çalışma koşulları ağırlaşıyor (hem iş yükü ağırlaşıyor, hem de işçiye dönük aşağılama, hakaret vb.de artış yaşanıyor), diğer taraftan bu kadar ağır çalışmaya rağmen, yaşam koşullarını düzeltmek mümkün olmuyor.
Yaşamına son veren işçiler, böyle bir hayatı yaşamak istemezdi. Kapitalist sistem onlara istemediği koşulları dayattı. İşçinin ömrünü kısaltan bu sistemdir. Yaşamlarına son vermelerinin asıl nedeni de, işçilerin kanı-canı üzerinde kendisini var eden kapitalist sitemin kendisidir. Bunlar intihar değil, işçi cinayetleridir! Katilleri de azami kar uğruna arkadaşlarının yas tutmasına bile izin vermeyen patronlardır.
Ölümün ve yasın sınıfsallığı
İşçiler iş cinayetine kurban edilir, aynı işyerinde üretim devam eder, ama bir büyük patron, bir burjuva siyasetçi veya bürokrat ölmüş olsa, burjuva basında günlerce yer verilir. Cenazesine kimlerin katıldığı anlatılır. Kimileri için ulusal yas ilan edilir. Söz konusu işçi olunca, bırakalım basında yer almasını, cenazenin kaldırılmasına, arkadaşlarının yas tutmasına izin verilmez bile. Bu yüzden her ölüm sınıfsaldır, yası da sınıfsal olur.
Zincir marketlerde çalışanların günlük mesaileri 16 saate varıyor. Daimi kadrolu işçi yok denecek kadar az. Çoğunlukla İş-Kur üzerinden 6-9 aylık sözleşmeli çalışıyorlar. Örgütsüz, güvencesiz çalışma koşullarına uzun çalışma saatleri de eklenince, kimileri çaresizlik pençesinde yaşamına son vermektedir.
Diğer işkollarının çalışma koşulları, zincir marketlerden farksız değil. Soma maden işçileri rodövans denilen çalışma sisteminde “hadi, hadi” buyrukları altında iş gününü tamamlıyorlar. “Gaz sızıntısı var, patlama tehlikesi var” şeklinde gelen uyarıları, yetkililer “hadi daha çabuk” diyerek karşılık verir. Amasra’da aynı şekilde daha fazla üretim uğruna, uyarıları dikkate almayan patron, 41 maden işçisinin katili değil midir? Bunlara iş cinayeti demek hafif kalır, işçi katliamıdır.
Bu iki-üç örnek, Türkiye’nin çalışma tablosunun göstergesidir. Öyle ki, ağır ve uzun çalışma saatlerinden dolayı işçilere sosyal yaşam zamanı bırakmayan, bu sistemin kendisidir. Çalışma saatleri daha kısa olan işçiler de, parasızlıktan dolayı sosyal ihtiyaçlarını gideremezler.
Esnek çalışma biçimi yasallaşınca, zaman-mekan patronların keyfine göre düzenlendi. Patronlara esnekliğin keyfiyetinin tanınması, işçiyi ölümüne çalıştırma, ölüme götürme koşullarını getirdi. Taşeron sisteminin kendisi, güvencesiz çalıştırmanın ve ölümün adı oldu. Emeklilik hakkı, yapılan yasal düzenlemeyle mezara kadar uzatıldı. Kısacası patronlar ve onların temsilcisi hükümetler, işçi sınıfına dayattıkları çalışma ve yaşam koşullarıyla nedeniyle ölümlerine sebep olmaya devam ediyorlar.
“İnsanların dünyasının değersizleşmesi, nesnelerin dünyasının değer kazanması ile orantılı olarak artar” der Marks. Kapitalist için her şey artı-değer sömürüsüdür. İşçi cinayetlerine yol açan riskleri “maliyet” olarak görür, “maliyet”in artmaması için işçinin ölümünü umursamaz.
Yaşarken her şeyin en değersizi dayatılan işçi ve emekçilerin ölümü de değersiz kılınıyor. Halkın cenazeye dair değerleri, saygıları yok ediliyor. İşçilerin kendi cenazesine sahip çıkması engelleniyor. Bir bütün olarak işçiler ve onların değer verdiği her şey değersizleştiriliyor.
Tek seçenek mücadele olmalı
Bu kapitalist sistem var oldukça, işçi ve emekçilerin payına ölüm düşüyor. Üretirken de, üretim dışında da ölümle karşı karşıyadır işçiler. İşyerinde yaşanan iş cinayetlerinde ölen işçilerle, intihar ederek ölen işçiler arasında esasında bir fark yoktur. O yüzden “her işçi intiharı, bir iş cinayetidir” diyoruz.
İşçiler bazen çaresizlikten yaşamlarına son veriyorlar, bazen de koşullarını protesto etmek için… Elbette ikisi arasında fark vardır. Hatta protesto intiharları kimi zaman kitle eylemlerini de tetikleyebilir. Buna rağmen, işçi sınıfı “ölmeyi” değil, “savaşarak yaşamayı” seçmelidir. Üretimden gelen gücünü kullanmayı, örgütlenmeyi, direnmeyi, mücadele etmeyi… Kimi zaman bu direnişin içinde işçilerin yaşamını yitirmesi de sözkonusu olabilir. Ancak aslolan, işçinin mücadele içinde yaşam koşullarını iyileştirmeye çalışmasıdır; bu sömürücü düzene teslim olarak kendi canından vazgeçmesi değil. “Düşmana inat bir gün daha fazla yaşamak” için ayak diretmelidir.
Bizi çalışmak için yaşamaya mecbur eden, yaşarken de her an ölümle karşı karşıya bırakan bu kapitalist sisteme karşı mücadele, tek çözüm yoludur. Kendimizi değil kapitalist sistemi öldürmeliyiz! Kapitalist sistemi yıkıp emeğin iktidarını kurmak için yaşamalıyız!