Bugün-yarın diyerek, yıllardır seçimlere kilitlediler halkı. 2019 yerel seçimlerinden bu yana seçimle yatıp seçimle kalkıyoruz. Muhalefet partileri son dört yıldır “erken seçim” beklentisi yayarak, kitlelerin sorunları için sokağa çıkmasını, eylem yapmasını engelledi. Geldik 2023 yılına… Şimdi seçimlerin Nisan başında yapılmasını istiyorlar, onu bile “erken seçim” olarak tanımlıyorlar.
AKP-MHP bloku ise, seçim tarihini Haziran’dan Mayıs’a çekmeye çalışıyor. Onların da bir dolu hesapları var tabii… Yeni seçim yasasının yürürlüğe girmesi, MHP’nin baraj sorununu aşması, seçim tavizlerinin etkisinin bitmemesi, vb. gerekçelerle kendileri için en uygun zamanı belirliyorlar. Kitle desteğini büyük oranda yitirdiklerinin farkındalar kuşkusuz. Tüm hile ve entrikalarına rağmen yenileceklerini anladıklarında, OHAL ilan etmekten savaş çıkarmaya kadar her yolu mubah sayıp seçimleri erteleme ihtimali de masada duruyor.
Bu ihtimali yok saymadan seçimlere aylar kaldığını söylemek mümkün. Buna karşın birçok konuda belirsizlikler sürüyor. “6’lı masa”nın ne adayı, ne programı netleşmiş değil. İmamoğlu’na verilen cezayla ortalık yeniden karıştı. Meral Akşener’in İmamoğlu’na desteği, Babacan’ın aday olabileceğini duyurması, Davutoğlu’nun her konuda 6 liderin onayının alınacağını söylemesi, “masa”da bir uzlaşının değil, kaotik bir ortamın olduğunu ortaya koydu.
Diğer yandan “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın farklı bir adayla çıkabileceğini bildirmesi, “6’lı masa”nın her koşulda kazanacağı varsayımına ağır bir darbe indirdi. Buna karşın “EÖİ”nin de kendi adayını çıkarıp çıkarmayacağı hala belirsiz. “6’lı masa”nın adayına ve tutumuna göre netleşeceği anlaşılıyor.
Belirsizlik adaylarla sınırlı değil. Asıl önemlisi, “parlamenter sistem” dışında ne vaat ettiklerinin bilinmemesidir. Kaldı ki, “parlamenter sistem”e de ne zaman, nasıl dönecekleri hala bilinmiyor. Kitleleri asıl ilgilendiren açlık, işsizlik, hayat pahalılığı gibi temel sorunlarda ise, somut hiçbir çözüm önerileri yok! Akşener’in “başbakan” olduğu, ekonominin Babacan’a, dışişlerinin Davutoğlu’na bırakıldığı; Saadet Partisi’nin dini eğitim, tarikatlar, kadın sorunu gibi konularda kendini dayattığı bu tabloda, nasıl bir yönetimin ortaya çıkacağını tahmin etmek ise, zor değil.
Ne var ki, “Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin” duygusu, kitleleri “6’lı masa” denilen burjuva muhalefete yöneltmiş durumda. AKP-MHP blokunun artan sömürü ve baskısından bıkan halk, denize düşenin yılana sarılması misali bu ittifaka sarılıyor. Oysa Amerikan tarzı “demokrasi”lerde olduğu gibi, bir dönem “Cumhuriyetçiler”, bir dönem “Demokratlar” işbaşına gelerek, düzenin çarkları dönmeye devam edecek.
Bizde de kitleler “cumhur” ve “millet” olarak ayrışan iki seçeneğe mahkum edildi. Tek fark, AKP döneminin 20 yıl kadar uzun bir dönem sürmüş olmasıdır. Onu da kitlelerin desteğine değil, muhalefetin onayına borçludur. Erdoğan’ın her sıkıştığı dönemde önünü açan hep muhalefet oldu. Emperyalistlerin ve egemen sınıfların Erdoğan’a desteği sürdüğü müddetçe, muhalefet de onu ayakta tutmayı, kitlelerin öfkesini bastırmayı görev bildi.
Şimdi ABD-AB emperyalistleri ve TÜSİAD’ın büyük patronları Erdoğan’dan desteğini çekmişlerdir. Elbette bunda Erdoğan’ın yıpranması, kitle desteğini yitirmesi ve bu şekilde devam ederse toplumsal patlamalara yol açacağını görmeleri vardır. Diğer yandan yaşanan çok yönlü krize AKP-MHP blokunun artık çözüm olamayacağı anlaşılmıştır. Kısacası “at değiştirme” zamanı gelmiştir.
Erdoğan, Rusya-Çin blokunu arkasına almaya çalışarak ya da milis gücüyle-darbeyle yönetimde kalmayı zorlayabilir. Bunu başarabilir mi bilinmez.
Trump ve Bolsonaro gibi, seçimleri kaybettikten sonra çeşitli atraksiyonlara girişenler oldu. Sonuçta, seçimlerde son ana kadar burjuva klikler arasında sürtüşmeler-pazarlıklar kıyasıya sürüyor. Bizde de öyle olacaktır. Erdoğan’nın ve ailesinin mal varlığına dokunmama, hiç bir şekilde yargılamama sözü verilerek “barışçıl geçiş” de mümkündür; bu söze güvenmeyip son ana kadar direnmesi ve çatışmayı seçmesi de…
Bu noktada belirleyici olan, halkın desteğini kimin alacağıdır. Dolayısıyla sonucu sandık değil, halkın gücü belirleyecektir.
* * *
Türkiye seçimlere doğru giderken yeni bir “siyasi cinayet”le daha karşı karşıya. Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi, devletin mafyalaşmasını gösterdiği kadar, AKP-MHP blokunun “iktidarı”nı korumak için her şeyi yapabileceklerini de bir kez daha kanıtladı.
Sinan Ateş’in varolan MHP yönetimine karşı olduğu için öldürüldüğü, MHP’nin sonraki tutumuyla da gözler önüne serildi. Bahçeli dahil yönetimden günlerce ses çıkmadı. Tepkiler üzerine bu kez tehdit dolu açıklamalar geldi. Ateş’in katil zanlısı, MHP il yönetiminde görevliydi; gözaltına almak için polis eve gittiğinde, karşısına MHP milletvekili dikildi ve açıkça vermeyeceğini bildirdi. Bu zanlı, savcılık kararıyla gözaltına alındıktan bir süre sonra serbest bırakıldı. Keza zanlıların banka hesabına MHP’li bir vekilin eşinin hesabından 100 bin civarında para transfer edilmişti.
Ortaya çıkan tüm veriler, cinayetin arkasında MHP’nin olduğunu gösteriyor. Cinayete karışanların Gülsuyu’nda Hasan Ferit Gedik’i öldüren, birçok devrimciyi yaralayan uyuşturucu çetesinin üyeleri olduğu da anlaşıldı. Emekçi semtlere uyuşturucuyu sokanların, buna direnen devrimcileri katledenlerin basit çeteler olmadığı, arkasında faşist partilerin ve devletin bulunduğu somut olarak görüldü.
* * *
Karşımızda cinayet dahil her yöntemi kullanan, halkı uyuşturan, öncülerini katleden, tepeden tırnağa örgütlenmiş faşist güçler var. Bu gerçeği görerek, bilerek hazırlanmak zorundayız. Lenin’in deyimiyle “birkaç yılda bir, egemen sınıfın hangi temsilcisinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve bizi ezeceğine karar vermek” için sandığa giderek değil, kendi gücümüze güvenerek haklarımızı ve özgürlüklerimizi savunmalı, mücadelesini vermeliyiz. Bunun da tek yolu, birleşmekten, örgütlenmekten, hazırlık yapmaktan geçiyor.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hiçbir hak, bize lütfedilmeyecek! Onları söke söke, dövüşe dövüşe alacağız! Ve zaferi, üretimden gelen gücümüzü ortaya koyarak, sokakta kazanacağız!…