Öfkemiz, isyanımız sömürü düzeninedir!

Depreme devletin ilk “müdahalesi” 36 saat sonra geldi: Erdoğan 10 ilde 3 ay OHAL ilan etti! Sömürücü-faşist devlet gerçek yüzünü böyle gösterdi: Amaç enkaz kaldırmak, insan hayatını kurtarmak değil, tepki gösterenleri kontrol altına almak, halk üzerinde baskı kurmak.

 

Kitlenin öfkesini OHAL ile kontrol edemezsiniz!

OHAL ilanı demek, halk üzerinde her tür keyfi baskının pervasızca uygulanabilmesi demektir. Sokağa çıkma yasağı ilan etmekten bölgeye insan girişlerini sınırlamaya, yolda keyfi üst araması yapmaktan ev basmaya, gazeteleri ve her türlü basını engellemeye, dernekleri sendikaları kapatmaya, işçilerin grevlerini, kitlelerin eylemlerini yasaklamaya kadar her konuda yasaklar konabilir, faaliyetler engellenebilir. Bu yasaklara uyulmadığı zaman her türden polis saldırısı, gözaltı, tutuklama gündeme gelebilir.

Antakya merkezde özel harekat polisleri konuşlanmış durumda mesela. Depremin ikinci gününde henüz Antakya’da AFAD yok, doğru düzgün iş makinası yok, ama özel harekat polisi ve jandarma var. Neden geldi bu polis; kurşun geçirmez yelekleri ve otomatik silahlarıyla enkazda arama-kurtarma faaliyeti mi yapacaklar, yoksa öfkesi giderek yükselmekte olan kitlenin üzerine mi saldıracaklar?

Devletin harekete geçmesi konusunda genel bir başarısızlık, beceriksizlik, organizasyon bozukluğu olduğu açık. Ancak daha önemlisi, harekete geçilen noktaların da “taraflı” olması. Bölgeden yapılan haberlerde, AFAD’ın asıl olarak Antep’e gittiği söyleniyor mesela. Belediye başkanı, AKP’nin önemli kadrolarından bir olan Antep. Üstelik Antep’teki yıkımın, Antakya ile kıyaslanamayacak kadar sınırlı olduğu biliniyor. Keza bazı CHP’li belediyelerin arama-kurtarma ekiplerinin AFAD tarafından Osmaniye’ye yönlendirildiğini öğreniyoruz. Diğer taraftan, Maraş’ın yerle bir olmuş Elbistan gibi, Pazarcık gibi Alevi-muhalif ilçelerine tek bir iş makinası bile gönderilmiyor. Keza Antakya tamamen kendi kaderine terkedilmiş durumda.

Ve buralarda gerçekten de kitlenin öfkesi giderek yükseliyor; yer yer ilk öfke patlamaları kendisini gösteriyor. Öyle ki ilk gün deprem alanlarına giden valiler, bakanlar hızla ortadan kayboldular. Çünkü gittikleri her yerde büyük tepki ile karşılandılar. Onbinlerce insan, enkaz altındaki yakınlarının saatler boyunca sesini duydu, yalvarmalarını, yardım çağrılarını dinledi; adım adım, göz göre göre ölümüne tanık oldu. Halk bu acıyı iliğinde-kemiğinde hissederken, bir takım bürokratlar gelip “her şey yolunda” açıklamaları yapınca, büyük bir öfkeye yolaçtı. Hele ki Adıyaman Valisi’nin halkın acılarıyla alay edercesine gülmesi, sadece oradaki insanlarda değil, genel olarak tepkileri büyüttü.

Deprem bölgelerine hiçbir faydası olmayan, en önemli amacı zaten herşeyini kaybetmiş insanları faşist baskı altında tutmak olan OHAL bir an önce kaldırılmalıdır!

 

“İnsan kalmaya çalışıyoruz!”

Deprem bölgelerinde yaşanan insanlık dramını anlatmaya kelimeler yetmiyor. Ama bir depremzedenin “nasılsın” diye soran arkadaşına “insan kalmaya çalışıyoruz” diye cevap vermesi, yaşadıkları acıyı yüreğimizde hissetmemize neden oluyor.

Gerçekten de “insanlıktan çıkaran” bir pervasızlık yaşanıyor. Anlatılan her bir olay, çaresizliğin boyutunu gözler önüne seriyor. Enkaz altındaki yakınlarıyla konuşuyorlar saatler boyunca. Kimisinin başı görünüyor, kimisinin eli. Saatler ilerledikçe sesler zayıflıyor ve bir noktada kesiliyor; bir metre uzaktaki bir insanın adım adım ölmesine tanıklık ediyorlar. Enkazdan çıkarılan ölülerin götürüleceği bir hastane, bu hastaneye ulaşacak ambulans bile yok; ölüler yollara serilmiş durumda.

Antakya’da bir baba, depremden saatler sonra ölen kızının elini tutmaya devam ediyor iki gündür, bırakıp gidemiyor. Yine Antakya’da gençler, enkazın içine girip, sıkışmış olan babalarına yemek veriyor ve dışarı çıkıyorlar. Beton blokları kaldıracak bir iş makinasının geleceği umudunu kaybetmemeye çalışıyorlar. Bir başkası, deprem olur olmaz Manisa’dan aracına atlayıp yola çıkıyor, Antakya’ya kadar sürüyor, enkazın içine girip annesini kurtarıyor.

Bu arada Zonguldak’ta arama-kurtarma uzmanı 500 madenci, en kritik dönem olan ilk 24 saat içinde, AFAD onay vermediği için yola çıkamıyor, sonrasında sadece 85’ine izin veriliyor ve 20 saat sürecek bir otobüs yolculuğuna çıkıyorlar. Dayanışmak için başka bölgelerden hazırlanıp yola çıkan gençler, devlet tarafından durduruluyor. Devlet güçleri, depremzedelere yardıma gitmeye çalışanları engellemekle görevlendiriliyor. İş makinası operatörleri, kendi olanaklarıyla Antakya sınırına geliyor, ama içeri giremiyorlar.

Böylesi bir çaresizlik, insanlarda derin bir tahribat yaratıyor. Bir taraftan ölümlere tanık oluyorlar, güçleri yetmiyor; bir taraftan kendilerini çok yalnız, çok umutsuz hissediyorlar.

* * *

Yaşadığımız acının tek sebebi, kapitalizmin kar hırsıdır. Depremin afete dönüşmesinin tek sebebi, sömürücü kapitalist devlettir. Bir deprem ülkesi olduğumuz halde, binaları depreme dayanıklı yapmayan müteahhitler, bu binaların inşasına onay veren ve denetlemeyen, imar afları çıkaran, “kentsel dönüşüm”ü hiç umursamadan “rantsal dönüşüm” için yasaları değiştiren, bir sarsıntıda yerle bir olacak havaalanları ve yollara milyon dolarlar döken devlet yetkilileridir.

Ve bu koşullarda, “hayatta kalmak” için kitlelerin dayanışma bilincinden başka bir güvencemiz yoktur.

Öfkemiz ve isyanımız bu sömürü düzenine yönelmelidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …