Onbinlerce insan hayatını kaybetti bu depremlerde. 9 Şubat akşamı, resmi rakam 17 bini geçmişti. Ancak şunu da söylüyorlar: Sadece “kimliği tespit edilenler” sayılıyor.
Peki ya kimliği tespit edilemeyenler?
Peki ya henüz ulaşılamayan köylerde kasabalarda, kayıtsız biçimde gömülenler?
Henüz enkazın içinden çıkarılmayanlar?
Daha ilk gün, enkazdan çıkartılan cenazelerin, kokmaması-bozulmaması için yerlere, toprağın üzerine serildiğini görmüştük. İnsanlar kendi sığındıkları alanların bir kenarına ölülerini diziyorlardı.
Enkazdan çıkartılan cenazeler, sorunu giderek daha da büyüttü. Yaşayanlar ihtiyaçlarını bile karşılayamıyorken, ölüleri koruması mümkün değildi zaten. Devlet, enkaz kaldırmak için, arama-kurtarma için, yaralılara yardım için ortada yokken, cenazelerin tespit ve kaldırılması için de yoktu. Enkaz altındaki yakınlarının adım adım ölümüne tanıklık edenler, yaşayanların bile değersiz olduğunu gördüklerinden, devletin gözünde ölülerinin de değersiz olduğunu çok iyi anladılar. Yaşayanlara saygı göstermeyen yetkililerin, ölülerine saygı göstermeleri düşünülemezdi zaten.
Bu koşullarda hayatta kalanlar, ihtiyaçlarını nasıl kendi olanaklarıyla karşılamaya çalışıyorlarsa, ölenlerin cenazelerini de kendi olanaklarıyla kaldırmaya başladılar.
Devletin hiçbir biçimde ulaşmadığı bölgelerde, resmi işlemler yapılmadan cenazeler gömülmeye başlandı.
Kar yağışı ve dondurucu soğuk hava koşullarında, mezar kazmak kolay bir iş değildi aslında. Olağan koşullarda mezarlar zaten iş makinaları ile kazılır. Oysa deprem bölgelerinde, “insan kurtarmak” için iş makinası yok ki, ölüleri gömmek için olsun… Depremin üçüncü gününde ancak ortaya çıkan devlet yetkilileri, enkaz altından çıkanların kimliklerini tespit etme çabasına girmeden gömmeye başladı. Hatta 5-6 kişiyi birden aynı yere gömdüklerini görenler var. Hem de kefensiz, yakınlarına ulaşmadan, onların izni olmadan…
Diğer yandan birçok yerde cenazeler orta yerde durmaya devam ediyor. Yerel gazeteciler, benzinliklerde, yol kenarlarında cenazelerin yerde dizili halde bulunduğunu ve başlarında onlarla ilgilenecek kimsenin bulunmadığını anlatıyorlar.
Pek çok kişi de, depremden sağ kurtulduktan ve enkaz altında kalan yakınlarının öldüğünü anladıktan sonra, kimsenin enkaz kaldırmaya gelmediğini gördükleri için, kenti (ya da en hafifinden enkaz bölgesini) terkettiler; daha güvenli gördükleri açık alanlara ya da başka kentlere gittiler. Yarın enkaz kaldırıldığında, onların cenazelerini teşhis edecek kimse olmayacak.
Yaralı kurtulup hastanede ölen, ailece tamamen enkaz altında kalan, yalnız yaşayanlar… Onların nasıl gömüleceği de belirsiz…
Ve devlet, büyük bir pervasızlıkla, sadece “teşhis edilen”leri saydığını açıklıyor. Teşhis edilemeyenler, ölmedi mi? Sahipsiz cenazeler “ölü” değil mi?
Amaç resmi ölü sayısını düşürmek, gerçek rakamların ortaya çıkmasını engellemek olunca, her yol mübah sayılıyor. İnsanların en hassas noktası olan “ölüye saygı” da ortadan kalkıyor. Şu ya da bu nedenle sahip çıkılamayan, ya da devletin tespiti olmaksızın gömülenler, kayıtlara geçmiyor.
1999 Marmara depremi sonrasında, enkaz altında kalan onbinlerce kişinin, binaların molozları ile birlikte kaldırılarak götürüldüğünü görmüştük. Böylece 50 binin üzerinde olduğu tahmin edilen ölü sayısını düşük göstermişlerdi. Şimdi de “kimliği tespit edilemeyen” kategorisini oluşturdular.
Bu devlet, sadece yaşayanlara dönük saygısızlığının, pervasızlığının, umursamazlığının değil, ölülere dönük umursamazlığının da bedelini ödeyecek bir gün!