Antakya koca bir toplu mezar gibi…

Şehirlerarası yollar tıklım tıklım. İstanbul’da yaşayanlar bilir, yolda kala kalırsın ya da gideceğin bir saatlik yol çıkar üç saate, onun gibi. Ama evine veya işine giderken değil, yardıma giderken oluyor bu. Tırlar, kamyonlar, kamyonetler, özel araçlar… Herkes yolların bir an evvel açılmasını bekliyor. Arabalar dur-kalk halinde… Bu konvoy karşısında belki de ilk kez daha sakin kalabiliyorsun. Biliyorsun ki herkes aynı amaçla hem de büyük bir amaçla yola çıkmış. Yardımlaşmak için, yaraları sarmak için, zor günde kucaklaşıp “ben de senin yanındayım” demek için…

Televizyon haberlerine yansıyan göçmüş, kırılmış ana caddelerden geçiyoruz. Tehlikeli olduğunu belirtir el yapımı küçük işaretler görüyoruz. İçi taş, toprak vs. ile dolu teneke veya kaya benzeri büyük bir taş… İnsanların aldığı ilk tedbirlerden biri olmalı. Yol boyu benzinlik arıyoruz. Bulabildiğimiz bir-ikisinde de uzun kuyruklar var. Ya da depremden zarar görmüş, kapatılmışlar. Benzinliklerin büyük çoğunluğu depremde yıkılmış veya yıkılma tehlikesi içinde. Tuvalet ihtiyacı bizim gibi yardıma giden insanlar için de büyük sorun. Benzinliklere giremedik. Yolda yardımlaşma devam ediyor. Arabası bozulanlara tamirattan anlayanlar iniyor hemen tamir ediyor ve birlikte yola devam ediyorlar. Arabasının yağı bitene bizim arabadaki yedek yağdan verdik. Parasını vermek isteyince tabi ki kabul etmedik.

Kente girerken yıkılmış binalar çarpıyor insanı. “Bu nasıl olur” demeden edemiyoruz. Sistemin yarattığı bu çarpıcı tablo koca bir toplu mezar elbette. Orduyla gelip silahla taramamışlar, ya da bombalamamışlar, ama imar afları ve rüşvetlerle müteahhitlere yol veren hükümet ve belediyeler eliyle yaratmışlar bu tabloyu… Böyle yıkık dökük evler arasından ve artık sokak özelliğini kaybetmiş yerlerden ilerlerken, bastonuyla yürümeye çalışan yaşlı bir adama sorduk; o bize ihtiyacı olanların oturduğu başka bir yer tarif etti. Orada çocuklar doluştu etrafımıza. Anneleri yetişti hemen. Çocuklar oyuncak istiyordu. Oyuncağına sarılan koşarak uzaklaştı arabadan. Çocuklarının kabana, ayakkabıya, kazağa ihtiyaçları olduğunu söyleyen anneler, bir yandan da “uzaklaşma” diye uyarıyorlardı koşan çocukları. Onların isteklerini karşıladıktan sonra ayrıldık oradan. Yıkıntılar arasından yol bulmaya çalışırken evinin molozlarının hemen yanı başında ateş yakıp ısınmaya çalışan bir grup insana rastlayıp duruyoruz. Neye ihtiyaçları olduğunu sorduğumuzda “çocuklarımıza süt” dediler. Hemen üstü kapalı kamyonet arabanın içinden inip bir kasa süt verildi.

Ortalık toz-duman ve çöp görüntüleri çıkıyor karşımıza. Yıkık ve terk edilmiş evler insanın içini acıtıyor. Evinin yanından ayrılamayan insanlar öbek öbek oturuyorlar. Ama daha çok sessizlik hâkim. Ölümden dönmüş olmanın sevincini bile yaşayamıyorlar. Gözleri yüreklerinin derinliklerini anlatıyor ve bin bir soru soruyor. Çoğunun yakınları enkaz altında, ölüm haberlerini almışlar. Derin acı ve çaresizliğin verdiği düşünememe hali içindeler. Dalgın ve şaşkınlar. Ama bir yandan da hayatın dayattığı yaşam kavgasının içinde hareket halindeler. Birlikte ağlıyor, birlikte sarıyor yaralarını. Yakınma halinde değil kimse. “Şimdi birbirimize derman olalım hesabımızı soracağız elbet” der gibi sözleşmişçesine kenetlenmiş durumdalar. Açlıkla, soğukla mücadele etmek zorundalar. Kadınların çocuklarına cevap yetiştirmesi gerek. Daha dün “elini yıkamadan sofraya oturma” dediği çocuğuna “suyumuz çok az elini yıkama” diyor. “Ama elim pis” diye ısrar eden çocuğunu karşısına alıp kelimeleri seçiyor ve anlatmaya çalışıyor. Gözü sürekli onların üzerinde, eli ellerine dokunacak kadar yakın olmak istiyorlar çocuklarına.

Yardım geldiğinde hızla birbirlerini haberdar ediyorlar. Hiç acele etmeden düzenli bir şekilde alıyorlar ihtiyaçlarını. Ya da en acil ihtiyacı neyse onu söylüyor. “Hiç bu duruma düşmek istemezdim” dedi biri, “Her şeyimiz vardı, ben herkese yardım ederdim, şimdi yardım bekliyorum”… “Bize çadır lazım, tüp lazım, ısınmak için soba gerek, ama bizi yok saydılar iki gündür hiç yanımıza gelen olmadı” diyor bir başkası. Üçüncü gün gelenler bizim gibi ancak ihtiyaçları toplayıp yola düşen binlerce insan.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Adana’nın Yoldaşcan’ı” METİN AYDIN (1956-1980)

11 Aralık 1980… Metin Aydın, belinde silahı, yanında bir yoldaşı, çalıntı bir araba ile Adana-Kozan …

İEB asgari ücret için eylem yaptı

Asgari ücret için göstermelik toplantıların başladığı 10 Aralık günü, İşçi Emekçi Birliği İstanbul-Tophane’deki Çalışma Müdürlüğü …

Suriye düştü; şimdi yeni bir Ortadoğu

27 Kasım günü HTŞ’nin Halep saldırısı ile başlayan süreç, 10. gününde tamamlandı. 7 Aralık günü …