Deprem bölgelerindeki yağma olaylarına tepki göstermek ve yağmayı engellemek gerekir. Ancak bu durumu fırsat bilerek gözaltında işkence ve ölümlerin yeniden başlaması, depremin acısının yağmacılardan çıkartılması, insanlık suçudur; derhal durdurulmalıdır!
Erdoğan “OHAL sayesinde yağmacılarla daha rahat mücadele edeceğiz” demişti. Elbette bu, OHAL’i meşrulaştırmak için bahaneydi. Çünkü yasalara göre zaten yağmacılık bir suçtur ve cezası tanımlanmıştır.
Ancak bu açıklamanın ardından, yağmacılara dönük doğrudan linç görüntüleri ortaya çıktı. Bunlardan bazıları, halkın kendi yakaladığı yağmacı ve hırsızlara dönük öfkesinin boşaltılmasıydı ve yanlıştı. Daha önemlisi, resmi üniformalı kişilerin, yağmacı ve hırsızları kimi zaman halkın içinde, kimi zaman gözaltında ölümüne dövmeleri oldu.
Hatay’da Büyükburç Mahallesi’nde 11 Şubat günü jandarma, Sabri Güreşçi’nin evine gelerek; tekel hırsızlığı yaptığı iddiasıyla gözaltında almak istedi. Jandarmanın ilk saldırısı, kapının önünde havaya ateş açarak korku ve tehdit ortamı yaratmasıydı. Kardeşinin alınmasına itiraz eden Ahmet Güreşçi de gözaltına alındı. Aynı gün karakolda Ahmet Güreşçi işkence ile öldürüldü; kardeşi Sabri Güreşçi ayakta zor duruyordu, vücudunda kırıklar ve yaralar vardı. O gün Sabri Güreşçi ile görüşmek üzere karakola giden avukatlar, gözaltındaki herkesin işkence görmüş olduğunu söylüyorlar.
İşkence, sadece onlarla sınırlı değil.
Mesela Adıyaman’da beş genç, yağmacılık suçlamasıyla polisler tarafından işkence edildikten sonra, çırılçıplak şehir dışına atıldılar.
Cezaevinde katliam ve sürgün
Ayrıca Antakya başta olmak üzere deprem bölgelerinde bulunan cezaevlerinde katliam ve insanlık-dışı uygulamalar başgösterdi. Bir yandan depremin şokunu ve sorunlarını yaşayan mahpuslar, diğer yandan ailelerinden-yakınlarından haber alamamanın acısıyla idareden yardım istediler. Sorunlarını çözmek yerine şiddetle karşılaştılar, kimi yerlerde isyanlar çıktı. Jandarma ve özel harekat polislerinin açtığı ateş sonucu üç mahpusun öldüğü öğrenildi. Uzun bir süre Adalet Bakanlığı sessiz kaldı, sonunda resmi bir açıklamayla durumu doğruladı; “firar girişiminde bulundukları için öldürüldükleri”ni bildirdi.
Bunların doğruluğu şüphelidir. Daha kaç kişinin öldürüldüğü bilinmemektedir. Dahası, enkaz kaldırmaya gitmeyen devlet, cezaevlerine depremin ilk saatlerinde müdahale etmiş, katliam yapmış, zorunlu sürgünler gerçekleştirmiştir.
Devlet kendi suçunu örtmeye çalışıyor
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “yağmacılara karşı acımasız olacağız” diyor. Bazı partiler, ırkçı söylemleri de ekleyerek halkı kin ve düşmanlıkla doldurmaya, birbirlerine karşı kışkırtmaya çalışıyor. Bazıları ise “vur emri verin”e kadar götürüyorlar saldırganlığı. İşkencede ve cezaevlerinde ölümler yaşanıyor.
Depremdeki yıkımın da ölümlerin de suçlusu devlettir. İnsanların yaşama hakkını koruyamamış, deprem sonrasında barınma ve beslenme olanaklarını sağlamamıştır. Halk günler boyunca kendi kaderlerine ve gönüllülerin çabalarına terkedildi. Bu da yetmezmiş gibi, gönüllülerin yardımlarını engellemeye, gönüllüleri bölgeden uzaklaştırmaya yeltendiler.
Bu kadar yıkım ve ölüm olmasaydı, yağmacılık için de ortam oluşmayacaktı. Devlet kendi suçunu gizlemek için, üç-beş yağmacıyı hedef gösteriyor. Bu arada, işkence yeniden meşrulaşıyor, işkencede ölümler yeniden görülüyor.
“Yağmacı yakaladık” bahanesiyle yapılan işkenceler derhal son bulmalıdır. İşkence ve katliam yapanlara fırsat verilmemeli, yargılanmaları sağlanmalıdır.