Hatay ayağa kalkacak!

Deprem haberini aldığım sabah saatlerinde, yıkımın büyüklüğünü anlayabilmiş değildim. Adana ve Hatay’daki yoldaşları arayıp durumlarını öğrendikten sonra rahatladım da diyebilirim. Hava aydınlanınca ortaya çıkan görüntülerle, depremin boyutunu ancak idrak edebildim.

Durumla yüzleştikten sonra yoldaşlarla görüşerek deprem bölgesine gitmenin olanaklarını aramaya başladık. Nihayetinde HDK’lılarla birlikte yola çıktık. “Devlet ortada yok” sözü, ete kemiğe bürünüyordu; fiilen de ruhen de ortada görünmüyorlardı. Özellikle Hatay, Maraş-Pazarcık ve Elbistan’a devletin ayrımcı yaklaştığını duymuştuk. Buralara ilk gidenler, devrimciler olmuştu.

Şehre yaklaştıkça yardım tırları, kepçeleri, araçları görüyoruz. Hatay’ın girişinde bekleyen bir sürü tır vardı. OHAL ilan edildikten sonra acaba şehre girebilecek miyiz kaygısı içindeyiz. Neyse ki herhangi bir engelleme olmadan, sabaha karşı saat 4 gibi indik. Ama deprem hala karanlıkta gördüğümüz siluetlerden ibaretti.

Sabahleyin bulunduğumuz çadırının etrafındaki binaları görünce, durumun vahametini anladım. Olmayan devlet de kendini askeri-polisiyle var etmeye başlamıştı. İlk gün feci şekilde dövülmüş bir kişi getirildi çadıra. Jandarmalar iki kişiyi dövmüş yağmacı oldukları iddiasıyla; onlardan biriydi. İlk tedavisi yapıldıktan sonra ambulans çağrıldı. Gelen sağlıkçılar, duruma jandarma müdahale ettiği için almadan gittiler. Sonrasında başka bir sağlık ekibi çağrılıp gönderildi. Devlet kendisini, “suçlu” ilan ettiklerini linç ederek, işkenceyle öldürerek gösteriyordu.

Oradaki yoldaşla görüşüp şehri gezmeye başladık, adeta savaş filmlerindeki gibiydi. Sokaklara girilmiyordu, geçtiğimiz sokaktan tekrar geçmek istediğimizde sokaklar kapanmış oluyordu. Tamamen yerle bir olmuş binalar vardı, bazıları “akordeon” aletine benziyordu. Bu koşullarda herhangi bir canlının sağ çıkma ihtimali yok gibiydi. Birçok binanın önünde kurtarma faaliyetine dair bir belirti de yoktu. Geçtiğimiz binaları yanımdaki yoldaş şöyle sıralıyordu: “Hastane, eski meclis binası, tarihi camiler, yapılar vb.” Bir tarih toptan silinmişti sanki.

İlk turlamadan sonra devrimci kurumların oluşturduğu yerleşim birimlerine gittik, onlarla konuştuk. Yollarda insanların soğuk havada ısınmaya çalıştıklarını, enkaz önlerini terk etmediklerini gördüm. Sürekli haberler geliyordu; “şu enkazdan ses geliyor, şuradan canlı çıktı” diye…

Ardından yoldaşların bulunduğu Ekinci Mahallesi’ne geldik. Gezi direnişinde şehit düşen Ali İsmail Korkmaz’ın mahallesiydi burası aynı zamanda. Ekinci, şehir merkezine göre daha iyi bir durumdaydı. Seralarda kalan insanları ziyaret ettik. Bir serada 150 kişi kalıyordu, onlarla konuştuk. Yardımların gelmediğini ve artçı sarsıntılardan korktuklarını söylüyorlardı. Bana “devrimci misin” diye sordular. Devrimcileri yakından tanıyan bir bölgeydi zaten. Zor zamanlarında devrimcilerin yanlarında olacağını biliyorlardı.

Ertesi gün Samandağ’a gittik. Geçtiğimiz köylerdeki durum daha iyiydi. Bazı depremzedeler köylerdeki akrabalarının yanlarına dönmüştü. Asıl sarsıcı olan şehir merkezindeki boşluktu, insanlar yaşadıkları korkuyla bir an önce şehri terk etmeye çalışıyordu. Tabi bunda devletin yaptığı provokasyonların ve söylentilerin payı büyüktü.

İlk günden itibaren şehrin terk edilmesini engellemek için, mahallede “yaşam merkezi” kurmaya odaklandık, bu doğrultuda girişimlerde bulunduk. Ekinci Mahallesi’nin muhtarı ve halkıyla birlikte oluşturacağımız “yaşam merkezi”nin, gidişleri azaltabileceğini, hatta dönüşleri sağlayabileceğimizi düşünüyoruz. Bu yöndeki çabalarımız sürerken, bir yandan da yardım ulaşmayan bölgelere ulaşmaya çalışıyoruz.

Görünen şu ki, devlet bu şehri gözden çıkartmış ve boşaltmaya çalışıyor. Enkazları bir an önce kaldırmanın peşindeler. Ölülerimiz üzerine yeni binalar dikmenin planlarını yapıyorlar. “Dünyanın en büyük felaketi” diyerek sorumluluğu başlarından savıyorlar. Olayı sadece şova indirgeyen muhalif kesimler de var. Ama burada kalan insanlar, Antakya’yı yeniden kurup geliştirmeye kilitlenmiş durumdalar.

Hatay halkları bugüne dek birçok zorluğu aştı; tarihi ve kültürüyle bunu da aşacaklarına inanıyorlar, inanıyoruz…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …