“Devlet yoktu ama terörist diye bellediğimiz kurumlar vardı”

Hatay’da devlet hastanesi, okullar, belediye binası, tarihi camiler, yollar, havalimanı vb. birçok yer yıkılmış ya da hasar görmüştü. Devletin binaları, enkaz altındaydı.

Evleri yıkılmamış olanlar bile, oluşan çatlaklardan ya da devam eden artçı sarsıntılardan dolayı evlerine girmeye korkuyor. Ekinci Mahallesi’ne gittiğimizde insanların birçoğu, geçimlerini sağlamak için oluşturdukları seralarda yatıyor-kalkıyorlardı. Büyük seralarda 100-150 arası insan kalıyor. Kendilerince çözüm bulmuş olsalar da, gecenin ayazı altında yaşamak zorlaşıyor. Köylerdeki evlerde hasar daha az. Samandağ’a giderken geçtiğimiz köylerde bu durumu gördük. Samandağ merkezde ise, Antakya merkez kadar olmasa da büyük bir yıkım vardı.

* * *

Buralarda onlarca kişi ile konuştuk, ihtiyaçlarını çözmeye çalıştık. Harabeye dönmüş bir kentte yakınlarını, dostlarını, arkadaşlarını ve evlerini kaybetmiş bu insanlar, devletin kendilerini ortada bırakmış olmasına çok öfkeliydiler. “Devlet nerede?”, “kepçeler, aletler, yardım tırları nerede”, “AFAD’dan yardım istedik gelmedi, Kızılay çadır vermedi”, “hep fakirler mi ölecek”, “biz vergi vermiyor muyuz” soruları, neredeyse tüm konuştuğumuz insanlarda ortak vurguydu.

Toz toprağa dönmüş enkazların başında, yakınlarının sağ ya da ölü çıkmasını bekleyen insanlar, umutlarını ya kendilerinin ya da devrimci-demokrat duyarlı gönüllülerin çalışmalarına bağlamışlar. Günler geçmesine rağmen enkaz altındaki yakınlarının canlı çıkma ihtimaline karşı, enkazların başından ayrılmıyorlar. İlk günlerde enkaz altından bir yaşam belirtisi gördüklerinde tırnaklarıyla kazıyarak kurtarmaya çalışmışlar. Herhangi profesyonel bir ekipman ya da yönlendirici profesyonel biri olmadan sürdürülen bu çalışmalara katılanlardan, ikinci depremde ölenler olmuş.

Sonraki günlerde çalışmalar, devletin kurumlarından ziyade madenciler ya da belediyelerin itfaiyecileri, inşaat işçileri, gönüllü ekipler tarafından yürütüldü. Enkaz başlarında askeri-polisi sıklıkla gördük, ama kurtarma faaliyetleri için değil! Silahlı biçimde sokaklarda dolaşıyor, ya da merkezi yerlerde bankaları, marketleri bekliyorlardı. Devlet protokolünün kendini göstermek için geldiği zamanlarda ise, 10-12 saat trafiği kestiler, arama-kurtarma faaliyetlerinin durmasına (ve bu arada kimbilir kaç kişinin ölmesine) neden oldular.

* * *

Gittiğimiz bir mahallede Rende İnşaat’ın yaptığı bir binanın üç katı toprağa gömülmüştü. Aileler ilk günlerde kendi elleriyle bir kişiyi sağ çıkardıklarını, çocukların sesinin gelmeye devam ettiğini, ama çağırdıkları tüm ekibin “yıkılacak” diye binaya dokunmadığını söylediler. Bir kadın, kaldıkları çadırı göstererek “bu çadırı bize Ruslar verdi, onlar gelebiliyor da bizim devlet niye gelmiyor?” diye bağırıyordu. Şehir merkezinde devletin resmen saydığı “ölüler” dışında, enkazın altında daha onbinlerce ölü var. Bu yazıyı yazdığımız depremin 12. gününde artık şehrin merkezindeki enkazlarda cesetler kokmaya başlamıştı.

Erdoğan sadece ‘99 öncesi binaların yıkıldığını söylüyor ama, 1 yıllık yepyeni binalar dahi yerle bir olmuş. İnsanlar belediyelerde dönen yolsuzlukların da farkındalar. Torpiller, sahte ihaleler, devletin her kurumunda ortaya çıkıyor. Bunları açık açık konuşuyorlar. “Hangi binada hangi müteahhit ne yapmış, nasıl yapmış?” sorularına cevap verebilecek durumdalar. Devletin tapu-ihale kayıtlarının bulunduğu binayı hemen yıkması boşuna değil. Neyse ki ÇHD’li avukatların mücadelesi sonucu bazı evraklar kurtulabildi.

* * *

Konuştukları diğer nokta ise, devletin bilinçli olarak Hatay’a yardım etmediği yönündeydi. Arap-Alevi kültürünün yanı sıra, devrimci-demokrat bir yapıya sahip olması AKP-MHP blokunu rahatsız ediyordu. Suriye savaşı sonrası Hatay’ın demografik-sosyal yapısını bozmak istemişler, halkın buna karşı koymasıyla başaramamışlar. Deprem, devlet açısından yeni bir olanak olarak görülüyor. Ayrıca çeşitli provokasyonlarla şehri boşaltmaya çalışıyorlar. Bütün bunlar, Antakya’nın insansızlaştırılması, böylece dokunun bozulmasının istendiğinin kanıtı şeklinde değerlendiriliyor.

Suriyelilere karşı müthiş bir öfke ve düşmanlık belirtileri de göze çarpıyor yer yer. Yağmalama olaylarının Suriyeliler tarafından yapıldığına inanılıyor ve “onlar gitsin” diyorlar. Oysa aynı enkazın altında binlerce Suriyeli de kalmış. Daha sonraki süreçlerde ortaya çıktı ki, bu yağmalama olayları bilinçli bir şekilde devlet destekli cihatçı çeteler tarafından yapılıyor.

Yağmalama yaptığı iddia edilen kişilere sokak ortasında uygulanan devlet şiddeti de işin bir başka boyutu. Kolluk güçlerinin uyguladığı şiddetle karakolda ölümlerin gerçekleştiği bir noktaya gelindi. Yağma olaylarının abartılması, şehrin güvensiz bir hale geldiğinin düşünülmesi ve insanların şehri terk etmesi amacını da güdüyor. Konuştuğumuz herkese, hedefin sistem-devlet-hükümet olması gerektiğinin altını kalınca çizdik. Yaşadıkları bu gerçeği daha kolay anlamalarını sağlıyordu zaten, bize hak veriyorlar.

* * *

Depremden sağ kurtulanların en büyük problemi, susuzluk, elektriksizlik ve barınma. Elektrik problemi yer yer çözülmeye başlamışsa da, suların olmaması, salgın hastalıkların yayılmasında en büyük etken. TTB, kuyu sularının içilmemesine dair uyarılar yapıyor. Ama insanlar haklı olarak soruyor; “ne içelim, eşyalarımızı nasıl yıkayalım?” diye. Bir an önce Hatay’daki dağlardan temiz suları belediye araçlarıyla taşımak gerekiyor. O arada alt yapı problemlerini çözebilmek. Hatay Büyükşehir Belediyesi ortada yok. CHP’nin büyük şehir belediyelerinden ekipler-yardımlar görülüyor, ama depremzedelerin en temel sorunları çözülebilmiş değil. Halk ölülerini gömecek bir mezar yeri bile bulamıyor. Kazılan bir çukura üç-dört kişiyi gömdükleri oluyor.

Civar mahallelerde çocukların neşesi göze çarpıyor. Onların oyunları ve enerjisi, mahallelerdeki en önemli hayat belirtisi. “Bak çocukların gözlerine, umudu kesme yurdundan” dizelerinde olduğu gibi, yarına dair umudu canlı tutmayı sağlıyorlar.

* * *

Tüm sorunlara rağmen kenti boşaltmak istemeyenler, direniyor ve çözüm yolları arıyor. Konteynerler, seyyar tuvalet, toplu yemekhaneler, temiz su gibi yaşamsal sorunlar çözüldüğünde, gidenlerin de geri dönme ihtimali artacaktır.

Bunları yaparken depremzedeleri işin içine katmak da çok önemli. Aksi halde sürekli şikayetlenme, hatta “getirin verin” kolaycılığı oluşuyor. Bazı yerlerde en temel ihtiyaçların karşılanması için bile girişimde bulunulmuyor. Beraber yaşayan birçok ailede, görev dağılımı yapılsa çok rahat çözülebilecek sorunlar büyüyor da büyüyor. Bu noktada asıl görev devrimcilere düşüyor. Yapılan her işe halkı katmak, onun bir parçası haline getirmek gerekiyor. Sadece işlerin daha hızlı yapılması için değil, depremzedelerin ruhsal sağlığı açısından da bu zorunlu.

* * *

Depremin başından beri en önemli sorunlardan olan “organizasyon” problemi halen sürüyor. Devrimci-demokrat kurumlarda da birleşik ve organize hareket etmede eksiklikler giderilmiş değil. Koordinasyon oluşturmada geç kalındı, her tür saldırıya karşı kendi güvenliğimizi sağlamak için “savunma birimleri” oluşturmak, nöbet sistemini oturtmak gibi konular geriye itildi. Şimdi devletin, yardım merkezlerine el koyma saldırısı ile karşı karşıyayız. Kazanılmış mevzileri direnişsiz terketmemek gerekiyor. Bunu birleşik bir şekilde yaşama geçirmek zorundayız.

Hayatta kalanların ihtiyaçlarının karşılanması için çaba sarf edilmesi gerekiyor. Her şeye rağmen en organize olan kurumlar, devrimci-demokrat-ilerici kurumlar. Kiminle konuşursak “devlet yoktu ama terörist diye bellediğimiz kurumlar vardı” dediler. Bu kurumlar, şehrin merkezinde lojistik anlamda birçok durumu düzenlemeyi başardılar. Barınma, yemek, giyecek, ilaç, tedavi, arama-kurtarma gönüllüleri noktasında devletten daha aktif rol aldılar. Çarpıcı örnekler de yaşandı. AFAD olmadığı için getirdikleri malzemeleri bu kurumlara bırakan komutanlar, fener isteyen subaylar, kendi yakınlarının enkazdan çıkarılması için yardım isteyen bekçiler…

Televizyondaki o kızgın devlet adamı pozları, “devlet aciz değil” söylemleri yerle bir olmuş durumda; devletin kendi alt kadrolarının gözünde dahi. Bir bekçi, “ne yalan söyleyeyim, ben devletten görmediğim yardımları bu kurumlardan gördüm” diyor. “Devlet yok ortada. Bekçi kıyafetimi sırf güvenlik açısından giydim. Zaten başka elbisem de yok şu anda, ama sokaklarda geceleri gezilemiyor” diye ekliyor.

* * *

Son günlerde asker-polis sayısında müthiş bir artış var. Şehir merkezinin etrafında yığınak şeklinde bekliyorlar.

Devlet asli görevini yapmamışken, şimdi de gaspçılığa soyunuyor; halkın dayanışmasıyla topladıklarına el koyarak kendini göstermeye çalışıyor. Hatay’da birkaç denemenin dışında durum sakin görünse de, burayı da zorlayacakları aşikar. Buna göre hazırlık yapmak gerekiyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …