8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür. “Emekçi” vurgusu basit bir fark değildir. Kadının özgürleşme mücadelesine bakışla, toplumsal konumlanmasıyla ilgilidir. Sadece “kadın”a-kadın sorununa bakışın değil, sınıflar mücadelesini ele alışın somut bir ifadesidir.
8 Mart’ın ortaya çıkışı ve dünya devrim hareketine kazandırılma süreci, bunu net biçimde ortaya koymaktadır.
8 Mart’ın tarihçesi
Kapitalizmin yeni geliştiği 1800’lü yıllarda Amerika’da sömürü had safhadadır. Newyork’da çoğu kadın 40 bin dokuma işçisi, ağır çalışma koşullarına karşı greve çıkar. Günde 16 saate varan çalışma sürelerine, düşük ücretlere karşı başlayan bir direniştir bu. Amerikan burjuvazisiyle dişe diş bir kavgaya tutuşurlar. Grevin yaygınlaşacağından korkan patron, grevcileri fabrikaya hapseder. Ardından çıkan yangında 129 kadın işçi yanarak can verir. Tarih 8 Mart 1857’dir.
Bu yangının alevleri, mücadeleyi yükseltir. İşgününün kısaltılması ve bazı siyasi haklar için Manhattan iplik işçisi kadınların yaptığı greve polis acımasızca saldırır. 140 kadın işçi öldürülür, yüzlercesi tutuklanır.
Bunun üzerine 8 Mart, ilk olarak 1909’da ABD’de ulusal bir kadın günü olarak kutlanır. 1910 yılında ise, Kopenhag’ta toplanan Sosyalist Kadınların İkinci Konferansı’nda komünist kadın önderlerden Clara Zetkin’in önerisiyle “uluslararası kadın günü” ilan edilir. Zetkin’in oturum başkanlığını da üstlendiği kongrede, “uluslararası sosyalist kadınların kadın işçi hareketiyle dayanışmasını göstermek” adına bu karar alınmıştır. Onun için “çalışan kadınlar” vurgusu yapılmıştır. Ve ilk olarak 1911 yılında Almanya’da “Uluslararası çalışan kadınlar günü” olarak kitlesel etkinliklerle kutlanmıştır.
Emperyalist savaşın başladığı 1914 yılında ise, Almanya dışındaki Avrupa ülkeleriyle Rusya’da 8 Mart etkinlikleri yapılır. 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen 8 Mart ise, kadınların yaptığı “ekmek ve barış” yürüyüşüyle Şubat devriminin başlangıç vuruşu olmuştur.
1917 Ekim Devrimi’nden sonra yine Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart, Lenin tarafından 1922 yılında tatil ilan edilir. 8 Mart’ı tatil günü yapan ilk ülke sosyalist Sovyetler Birliği’dir. İkinci emperyalist savaş sonrası demokratik devrimini gerçekleştiren ülkeler de 8 Mart’ı resmi olarak tanırlar. Komünist partilerin güçlü olduğu ülkeler başta olmak üzere emperyalist-kapitalist ülkelerde de 8 Mart kutlamaları yapılır ve giderek tüm dünyaya yayılır.
Bunun üzerine 1975 yılında Birleşmiş Milletler, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak tanıma kararı aldı. Fakat komünist kadınların öncülüğünde toplanan “Sosyalist Kadın Enternasyonali”ndeki 8 Mart’ı kutlama kararıyla, Birleşmiş Milletler’in 8 Mart’ı tanıması özsel olarak birbirinden farklıydı. Birinde “kadın işçi ve emekçilerle sosyalist hareketi birleştirme” amacı güdülürken, diğerinde burjuva kadınları da içine alan feminist bir bakışaçısı sözkonusuydu.
Özcesi 8 Mart, işçi-emekçi kadınların mücadelesiyle ortaya çıkmış, onların öncüsü komünist kadınların çağrısıyla enternasyonalist bir gün halini almıştır. Buna karşın 8 Mart, sanki Birleşmiş Milletler tarafından kadınlara “armağan” edilen bir günmüş gibi sunulmaktadır. Gerçekte, BM’nin aldığı karardan yaklaşık 60 yıl önce, sosyalistler 8 Mart’ı “çalışan kadınlar” günü olarak kabul etmişler, tüm dünyada kutlanmasını sağlamışlardır. Onu resmi olarak tanıyan ve “tatil günü” ilan eden ilk ülkenin sosyalist Sovyetler Birliği olması bile, 8 Mart’ın komünistlerin çabasıyla yaygınlaşıp kabul gördüğünü ortaya koymaktadır.
Komünistlerin 8 Mart’a bakışı
Sosyalist Kadınlar Enternasyonali’ne katılan ve Clara Zetkin’in en büyük destekçisi olan Rusya delegesi Aleksandr Kollantay komünistlerin 8 Mart’a ve kadın sorununa bakışını şöyle özetliyor:
“Kadınlar Günü” nedir? Gerçekten gerekli midir? Burjuva sınıftan kadınlara, feministlere ve sufrajetlere (liberal politik kadın hakları hareketi) verilmiş bir taviz midir? İşçi hareketinin birliğine zarar mı vermektedir? Yalnızca sosyalist kadın hareketi ile burjuva sufrajetleri arasındaki radikal farkı anlamayan birisi böyle düşünebilir. Feministlerin amacı nedir? Amaçları kapitalist toplum içinde kocaları, babaları ve erkek kardeşleri tarafından sahip olunan avantajları elde etmektir. Kadın işçilerin amacı nedir? Amaçları, doğuştan ya da zenginlikten türeyen tüm ayrıcalıkları ortadan kaldırmaktır… ‘Kadınlar Günü’ proleter kadın hareketinin uzun, maddi zincirindeki bir halkadır… Kadınların maruz kaldığı geri kalmışlık ve hak yoksunluğu, ezilmişlikleri ve kayıtsızlıkları işçi sınıfına hiçbir yarar sağlamıyor; tersine, ona doğrudan doğruya zarar veriyor. İşçi örgütlenmeleri kadın işçilere açıldı, ama sadece birkaçı bunlara katıldılar. Çünkü işçi sınıfı ilk anda kadın işçinin bu sınıfın yasal ve toplumsal açıdan en çok ezilmiş üyesi olduğunu, yüzyıllar boyunca dövülmüş, aşağılanmış ve infaz edilmiş olduğunu ve onun kalbiyle zihnini harekete geçirmek için özel bir yaklaşımın gerekli olduğunu; onun bir kadın olarak kavranabilir kelimelere ihtiyaç duyduğunu… kadının sadece emek gücünün satıcısı olarak değil, anne olarak ve kadın olarak da ezildiğini anlamadılar… (…) Çalışan sınıflardan kadınlar arasında yapılacak her türlü özel, ayrışmış çalışma biçimi onun bir kadın işçi olarak sahip olduğu bilinci yükseltmenin bir aracı olduğu gibi, onu daha iyi bir gelecek için verilen kavgaya katmanın da yoludur. … Kadınlar Günü ve kadın işçinin öz-bilincini yükseltmeyi amaçlayan adım adım ve sürekli çalışmalar, işçi sınıfının bölünmesi değil, birleşmesi davasına hizmet etmektedir. Bırakalım, hem ortak sınıf davasına hizmet etmekten, hem de kendi kadınca kurtuluşu için dövüşmekten kaynaklanan coşku, kadın işçilerin Kadınlar Günü kutlamalarına esin kaynağı olsun.”
Komünist kadınların, kadın mücadelesine ve 8 Mart’a bakışı bu kadar nettir. Fakat günümüzde 8 Mart’ın içi boşaltılmış, feministlerin baskın olduğu bir gün haline gelmiştir. 8 Mart’ı işçi-emekçi kadınların mücadele günü olmaktan çıkarmışlar, genel olarak kadınların günü haline getirmişlerdir. Uzunca bir süre feministler 8 Mart’ı karnaval havasında kutladı; erkek simitçilerin dahi kovulduğu “kadınlar matinesi” formunda çalgılı-çengili kutlamalar oldu. AKP’nin saldırıları başlayınca kendiliğinden de olsa çatışmalı bir hale büründü. Fakat 8 Mart eylemlerini akşam saatlerinde yapmaları ve “gece yürüşüyü” demeleri bile, kadınların gece saatlerinde rahatça dolaşabilmesi talebine dönüktü. Kuşkusuz kadınlar gece saatlerinde de korkusuzca sokakta, caddede yürüyebilmelidir. Fakat 8 Mart’ın temel mesajı bu olamaz! Dahası, işçi-emekçi kadının temel sorunu da gece yürüyebilmek değildir. Ağır sömürü koşulları, işyerlerindeki ayrımcılık, düşük ücret, kreş vb. gibi çok daha önce çıkan sorunları ve talepleri bulunmaktadır.
Kadının sınıfsal kimliği
Kadınlar ilkel komünal toplumdan bu yana üretim sürecinin bir parçasıdır. Köleci ve feodal toplumlarda da, ezilen sınıfın kadınları kesintisiz biçimde çalışmıştır. Kapitalizmde ise, üretimin evden uzaklaşıp atölyelere, fabrikalara taşınmasıyla, kadınlar da ücretli işçi olarak çalışmaya başladı. “Özel alan” olarak ev işlerinin tanımlanması ve “ev kadını” kavramının ortaya çıkışı, kapitalizmle, “ücretli iş” kavramının ortaya çıkışıyla bağlantılı gelişti.
Fakat kapitalizmde “çalışan” her kadın “işçi” değildir. “Beyaz yakalı”lardan burjuva kadınlara kadar oldukça geniş bir alan sözkonusudur. Dolayısıyla sorunları da farklıdır. Elbette kadın, cins olarak her alanda sorunlar yaşar, geriye itilir, ikinci sınıf muamelesi görür, erkek tarafından dışlanır-ezilir; ancak her alanda belirleyici sömürü, sınıf olarak yaşanan sömürüdür.
Kadın işçi, kapitalizmle birlikte varolmuştur ve kapitalist sömürünün doğrudan baskısını yaşamaktadır. Buna karşın burjuvazi, kadını sınıfsal kimliği ile tanımlamaktan özellikle kaçınır. “Kadın işçiler”den sözedilmesini istemez. Kadını “anne” olarak kutsar; görevini de, “işgücünün yeniden üretimi” olarak tanımlar. Yani kocanın, çocukların, aile bireylerinin bakımı, dışarıda çalışarak yorulmuş olanların ertesi güne hazırlanması ve çocuk doğurarak “türün devamı”nın sağlanmasıdır.
Bu yanıyla burjuvazinin gözünde, işçi kadın da asıl olarak “cins” kimliğiyle, “aile” içindeki kimliğiyle tanımlanır. Bu, üretimdeki refah ve kriz dönemlerine bağlı olarak, burjuvazinin iradesi dışında, kadını üretime sokmak ya da işten çıkarmak zorunda kalmasından bağımsız bir gerçektir.
Başta kapitalizm olmak üzere tüm sınıflı toplumlarda kadın, sadece cins olarak değil, ezilen sınıfın da en çok baskı göreni, aşağılananıdır; “ezilenlerin ezilenidir.” Kadın işçi, erkek işçilere göre daha yoğun baskı ve sömürü altındadır. Kapitalizm onu yedek ve ucuz işgücü olarak görür. Aynı işkolunda aynı işi yaptıkları halde, erkek işçilere göre çok daha az ücret alırlar. Ya da genellikle vasıfsız ve eğitimsiz işgücüne sahip olduklarından, geçici ve mevsimlik işlerde sigortasız, güvencesiz olarak çok düşük ücretle çalıştırılırlar. Bunların bir sonucu olarak, sınıfın en örgütsüz kesimidir kadın işçiler. İşçi kıyımlarında ise, ilk akla gelendir. Kriz dönemleri, bunun zirve yaptığı dönemlerdir.
Günümüzde de aynı çark işlemektedir. Her gün onlarca kişi işten atılmaktadır. Bunların içinde kadın işçilerin, özellikle de genç kadınların oranı oldukça yüksektir. Bugün ortalama 10 kadından sadece 3’ü çalışmaktadır. Keza genel olarak düşük olan sendikalaşma oranı, kadın işçiler sözkonusu olduğunda daha da düşüktür. Erkek işçilerde sendikalaşma oranı yüzde 13 civarında iken, kadın işçilerde yüzde 8’dir. Bunların içinde sendika yönetimlerinde yer alan kadın işçilerin sayısı ise, bir elin parmaklarını geçmez.
Diğer yandan kadın işçiler, kadına yönelik şiddeti ve tacizi işyerlerinde de görürler. Kriz koşullarında bu durum katmerlenir. İşsiz kalma tehdidiyle her tür uygulamaya boyuneğmek zorunda bırakılır. Özcesi kadın işçi, kapitalizmle birlikte varolmuştur ve kapitalist toplumun her tür sömürüsünü doğrudan yaşamaktadır.
Sonuç olarak
8 Mart’ın “kadınlar günü” mü, yoksa “emekçi kadınlar günü” mü olarak kutlanacağı, basit bir tanımlama değildir. Onun içi boş gösterilerle kutlanmasıyla, kadınların ezilmesinin gerçek nedeni olan kapitalizme karşı bir kavga çağrısı olarak kutlanması arasındaki farktır. Kadının yüzyıllardır biriktirdiği öfke, erkek işçilerle birlikte doğrudan bu çürümüş sömürücü ve zorba düzene karşı, devrim ve sosyalizme mi akıtılacaktır; yoksa düzen-içi çözümlere, sandığa, şu ya da bu düzen partisine mi, sorusuna verilen yanıttır. Fark bu kadar açık, kesin ve derindir.
8 Mart, işçi-emekçi kadınların mücadelesiyle ortaya çıkmış, onların öncüsü komünist kadınların çağrısıyla enternasyonalist bir gün halini almıştır. Yani doğuşundan uluslararası bir mücadele günü haline gelmesine kadar, her aşaması sınıfsaldır, devrimcidir. Onun bu emekçi-devrimci karakteri, burjuvazinin ve onun kadınlar içindeki kolu olan feminizmin tüm çabalarına rağmen silinmeyecektir.
Sınıf mücadelesinin genel yükselişi dışında, ne genel olarak kadın sorununun çözümü, ne de emekçi kadına dönük her türden saldırının püskürtülmesi mümkündür. Bu ancak, kadınıyla erkeğiyle, işçi ve emekçilerin ortak mücadelesi olacaktır.