Deprem bölgesine konteyner inşa ederken…

Bugüne kadar yaşadığımız depremlerde, genellikle kentin bir bölümünde yıkım olurken, başka bölgelerinde yıkım olmadan, hızlı bir biçimde hayat normale dönüyordu. Bu defa on kent birden yıkılmıştı. Üstelik Hatay gibi bazı kentlerde bütün binalar ya tamamen yıkılmış ya da hasarlı hale gelmişti. Bu durum, kentin kendi iç dayanışmasının olanaklarını da ortadan kaldırdığı için, sorun çok daha büyük,  çok daha katmerli hale geliyordu.

Depremin ilk günlerinde, tüm devrimci demokrat kurumlarla birlikte, biz de olanaklarımız ölçüsünde deprem bölgelerine yardım götürdük, insanların ilk ve temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştık.

İlk günlerdeki izlenimlerimiz, en büyük sorunun barınma sorunu olduğunu gösteriyordu. Biz de bu soruna odaklandık. Çadır, ilk anda barınma sorununu çözüyor gibiydi; ancak Hatay’da “konut sorunu”, aylar, belki de yıllar boyunca devam edecekti ve ilk haftalardan sonra çadırda kalmak, “sürdürülebilir” bir durum değildi. Bu nedenle biz, birkaç yıl boyunca sağlam kalacak ve depremzedelerin asgari ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri konteynerler inşa etmenin en doğru çözüm olduğunu gördük.

Bu koşulda, olanaklarımızı konteyner inşası için kullanmaya karar verdik.

Konteyner satın almak ve nakletmek çok büyük bir maliyet oluşturduğu için, malzemeleri satın alıp doğrudan deprem bölgesinde inşa etmeye karar verdik.

Bunun çok kolay olmayacağını biliyorduk aslında. İşin bir yanı, hedeflediğimiz 10 konteynere yetecek parayı bulabilmekti. Yanısıra konteyner inşa etmek, inşaat işlerinde çeşitli ustalıkları olan bir ekibin yoğun çalışmasıyla mümkün olabilirdi. Zorlukları ne olursa olsun, bu bizim görevimizdi. Bu bilinçle harekete geçtik.

İlk önce maddi altyapıyı oluşturmamız gerekiyordu. Geniş bir bağış kampanyası yerine, en yakınımızdaki arkadaşlarımızla konuşmayı tercih ettik. Ve çok etkili bir sonuç elde ettik.

Konteyner inşa edeceğimizi duyan yoldaşlarımız, dostlarımız büyük bir sahiplenişle maddi olanaklarını harekete geçirdiler. Hemen hepsinin, kendisini çok zorlayarak katkıda bulunduğunu biliyoruz. Hem yurtdışında, hem de ülke içinde hızlıca harekete geçip mali açıdan ilk adımları atacak düzeyde para gönderdiler.

Bu arada inşa işinde yer alacak ekibi de oluşturmak gerekiyordu. Artvin-Şavşat’tan üç arkadaş çıktı yola… Biri, köyden gelirken üç metre karın içinde birkaç kilometre yürüyerek yola inebilmişti. Rize’den bir arkadaş daha katıldı onlara… Sonra Adana’dan bir arkadaş daha.

Arkadaşların her biri, depremin ilk gününden itibaren yardım çalışmalarına katılmışlardı. Yoğun kar yağışı içinde odun keserek, soğuktan donma tehlikesi yaşayan depremzedelere göndermişlerdi mesela. Giysi ve diğer ihtiyaç malzemelerini toplamışlardı mesela. Şimdi sırt çantalarını toplamış, kendi kalacakları çadırları arabaya yüklemiş, depremzedelerle aynı koşullarda yaşamak ve onlara konteyner üretmek için harekete geçmişlerdi.

Onlar yoldayken, konteynerin temel malzemesi olan sandviç paneller Hatay’a geldi, boş arsaya indirildi. Somut olarak konteyner çalışması artık başlamıştı. Çalışma çok hızlı ilerledi. İlk gün profil demirleri kaynaklanarak 10 konteyner için iskeletler hazırlandı.

Çalışma alanımız şehir merkezinde değildi. Yanında kaldığımız aile ise depremzedeydi ve Hatay’da deprem sonrasında çok görülen bir durum yaşanıyordu. Yaşlı anne-babanın şehir merkezinde oturan çocukları, depremde evleri yıkıldığı ya da hasar gördüğü için, eşleri ve çocukları ile birlikte anne-babanın evine dönmüş; bu ev de hasarlı olduğu için evin bahçesine iki çadır kurarak içine yerleşmişlerdi. 3-9 yaş arası çok sayıda çocuk vardı. Oldukça kalabalık bir aile ortamında bize de yer açıldı; bizi de sahiplendiler, ailenin bir parçası olduk.

İlk gün, yoldaşlarımız, dostlarımız geldikten birkaç saat sonra uzun bir sofra kuruldu ve herkes sofraya oturdu. Genel bir sohbet kurulmuştu; ancak zaman zaman, sofranın bir tarafında Arapça konuşmalar yükselirken, diğer tarafında ağır bir Karadeniz aksanının duyulduğu son derece çarpıcı anlar oluyordu. “Denizin çocukları” Amik Ovası’nın enkazında dayanışmayı örüyor, halkların kardeşliğini gösteriyorlardı.

Geldiklerinin ikinci günü, onlara şehir merkezini göstermek istedik. Yıkımın en ağır yaşandığı yerleri gezdik. Sokakların üzerine eğilmiş ağır hasarlı binaları, yerle bir olmuş çok katlı binaları, insanların kendi olanaklarıyla yaptıkları çadır benzeri derme çatma brandaları görmek gerçekten sarsıcıydı. “Bu kadarını beklemiyorduk” dediler bütün içtenlikleri ve üzüntüleriyle. “Kırılmadık tek bir ev yok” sözü, yıkımın boyutunu özetliyordu.

Bu ağır “şehir turu”nun ardından Sevgi Parkı’na gittik. Çadırların olduğu alanı gezdik, yemek dağıtılan yerde sıra bekleyip, oturacak yer bulamadığımız için tabldottaki yemeğimizi ayakta yedik, kurumlarla sohbet ettik, çayımızı içtik…

Toplamda 12 günlük yoğun bir çalışmayla, konteynerleri inşa ettik. Çok yoğun, çok yorucu bir çalışmaydı bu. Arkadaşların hepsi, kendi sınırlarını zorlayarak, yorgunluklarını umursamayarak çalıştı. Hatta biri, “kaynak bana dokunuyor aslında” diyordu; ama her ihtiyaç olduğunda, zarar görmeyi göze alarak kaynak makinesinin başına geçiyordu.

Bu arada, tanıştığımız ailelerin derdine ortak olduk, çocuklarla oyun oynadık, gecenin ayazında odun sobasının başında sıcak çayımızı içerken sımsıcak sohbetler ettik. Yaptığımız çalışmayı, onların da yardımıyla, kolektif bir çalışma içinde tamamladık.

18 metrekarelik, tuvalet ve duş alanı içinde olan, bir mutfak tezgahının bulunduğu konteynerler hazırlandı. Zaman yetişmediği için bazı eksiklikler oldu; ancak konteyneri verdiğimiz kişiler bu eksiklikleri sonradan kendilerinin tamamlayabileceklerini söylediler. Şu anda en önemli olan, çadırdan daha korunaklı ve daha “ev”e benzeyen bir alana geçmekti.

Deprem bölgesinde “barınma sorunu” gerçekten çok yakıcı. Çözümü ise uzun ve zorlu bir mücadeleyi gerektiriyor. Bizim çalışmamız, depremzedelerin yaşamını rahatlatmaya dönük küçük bir katkıydı sadece.

Bu çalışmayı başarmamızı sağlayan herkese; maddi destekte bulunanlara, çeşitli malzemeleri hibe edenlere, günler boyunca büyük bir gönüllülükle çalışanlara, bizi evinde ağırlayanlara, yardımlarıyla ve dostluğuyla yanımızda yer alanlara, bize güven duyanlara teşekkür ediyoruz.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …