Akşener’in çıkışı ve yaklaşan seçimler

Yıllardır kitleleri bağladıkları seçimler, yeni bir gelişme olmazsa, 14 Mayıs’ta yapılacak. Deprem sonrası Bülent Arınç tarafından seçimlerin bir yıl ertelenmesi gündeme getirilse de, tepkiler üzerine geri çekildi. AKP-MHP bloku Arınç üzerinden böyle bir yoklama çekti. Anayasada sadece savaş durumunda seçimlerin ertelenmesi sözkonusu iken, depremin savaş gibi ele alınması, muhalefetin sert duvarına çarptı. Fakat halen YSK eliyle seçimlerin ertelenme ihtimali -az da olsa- bulunuyor.

AKP-MHP blokunun seçim tarihi olarak 18 Haziran’ı değil de, 14 Mayıs’ı tercih etmesi, Erdoğan’ın üçüncü kez aday olması önündeki engeli aşmak içindir. Elbette seçimleri sadece bir ay öne çekmesi yetmiyor, aslında meclisi de feshetmesi gerekiyor. Ama bugüne dek Erdoğan’ın anayasayı defalarca çiğnediğine şahit olduk. Şimdi adaylığını tartıştırmamak için seçim tarihinde küçük bir oynama yapıyorlar. Bunda en önemli faktör, ayağının altındaki halının çekilmekte olduğunu görmesidir.

 

Muhalefet karıştı

Seçim tarihi açıklanınca, “6’lı masa” olarak bilinen muhalefet bloku da hareketlendi. Aylardır erteledikleri cumhurbaşkanı adayını açıklamak üzere toplandılar. 2 Mart’ta gerçekleşen toplantı ve sonrası tam bir krize dönüştü; üç gün süren başdöndürücü gelişmeler yaşandı.

Bir yılı aşkın zamandır konuşulan Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, “6’lı masa”ya sanki ilk kez gelmiş, parti başkanları, sanki ilk kez duymuş gibi davrandılar. Toplantı sonrası herkes adayın açıklanmasını beklerken, “anlayış birliğine vardık” diyerek top çevirmeye devam ettiler. Ve sonunda Meral Akşener bombayı patlattı. Kendileri dışındaki beş partinin Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklediğini, bunun bir “dayatma” olması nedeniyle kabul etmediklerini, “kazanacak aday”ın İmamoğlu veya Mansur Yavaş olduğunu söyleyen ve diğer partilere veryansın eden bir açıklama yaptı.

Önceki aylarda AKP ve MHP’den Akşener’e “geri dön” çağrısı yapılmıştı. Akşener bu çağrılara icabet etmese de yer yer AKP ile diyalog kuruluyordu. En son deprem sonrası Erdoğan’la görüşme talebi olmuştu. “6’lı masa”yı terkederek, Erdoğan’la bir dönem daha devam etmekten yana olanlara göz kırpmış oldu. Erdoğan da son dönemde sık sık “bana bir yıl daha verin” deyip duruyordu. Bir yıl içinde “parlamenter sisteme geçiş” sözü verilerek Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu, mecliste çoğunluğu muhalefetin oluşturduğu bir “ara geçiş”i isteyen kesimler vardı. CHP sözcülerinden Engin Altay da yakın zamanda “bize devlet tarafından yumuşak geçiş önerildi” açıklaması yapmıştı. Egemen klikler içinde Erdoğan’la bir süre daha gitmeyi isteyenlerin Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıktıkları söyleniyordu.

İYİP’in “ana muhalefet partisi”, Akşener’in de “başbakan” olması, bu planın bir parçasıydı.

Fakat hesaplar tutmadı. İmamoğlu ve Yavaş’ı cumhurbaşkanı adayı olmaya çağırdığı halde, onlardan olumlu yanıt alamadı. Daha önemlisi, kendi tabanı dahil, kitlelerin büyük tepkisiyle karşılaştı. Üyelikten istifalarla e-devlet kilitlendi. İYİP’in barajı geçip geçemeyeceği tartışılır hale geldi. Bir televizyon programı esnasında hukukçu Ersan Şen’in “cumhurbaşkanı adayı” olma istemi üzerine İYİP’in görüşmeye çağırması, dalga konusu haline getirdi. Ve Akşener, “kumar masası-noter masası” olarak tanımladığı o “masa”ya üç gün sonra geri dönmek zorunda kaldı.

Bu kez masaya dönmenin en uygun yolunu, “onurlu dönüş”ün formülünü aradılar. İmamoğlu ve Yavaş’ın “cumhurbaşkanı yardımcısı” olması koşuluyla Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyeceklerini duyurdular. Yine saatler süren toplantı sonrası Kılıçdaroğlu’nun adaylığı açıklandı. Fakat İYİP’in ileri sürdüğü gibi İmamoğlu ve Yavaş “yetkili-etkili” cumhurbaşkanı yardımcısı olamadı, Kılıçdaroğlu’nun “istediği” tarihte ve onun belirlediği sınırlar içinde olabileceklerdi. Ortak açıklamanın son maddesine iliştirilen bu koşulun, son derece zorlama ve göstermelik olduğu anlaşılıyordu.

Bu aslında İYİP ve Akşener’in yenilgisiydi. Daha önce “başbakan” olacağını açıklayan Akşener, “cumhurbaşkanı yardımcısı” olmayı kabul etmişti. Şişirilen oy oranlarına dayanarak “6’lı masa”yı oluşturan diğer partilerle eşit muameleyi reddettiği halde, onlarla aynı statüyü paylaşmaya razı geldi.

Yine anket oyunlarıyla “milletin cumhurbaşkanı adayı” olarak lanse ettikleri İmamoğlu ve Yavaş’ın kaderi, Kılıçdaroğlu’nun inisiyatifine bırakıldı. En önemlisi, o güne kadar karşı çıktıkları Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını kabul etmiş oldular.

 

Akşener’in çıkışının arka planı

Akşener’in tam da seçimlere ramak kala “masa”yı devirmeye kalkması, pek çok soruyu beraberinde getirdi. Akşener bu çıkışı “kişisel ihtirası”ndan dolayı mı yapmıştı? Kılıçdaroğlu’nun adaylığına neden karşı çıkıyordu? İmamoğlu ve Yavaş’ı neden tercih ediyorlardı? Bu çıkışın arka planı neydi?

“6’lı masa” bugüne dek “önemli olan ilkelerde anlaşmak” diyerek komisyonlar kurmuş, yüzlerce sayfalık raporlar hazırlamış, toplantılar yapmıştı. Hemen her konuda anlaştıkları izlenimini verdiler. Fakat ısrarla adayın belirlenmesini ertelediler. Asıl sorunun orada düğümlendiğini gözlerden sakladılar. Son noktada, gerçek durum patladı.

Esasında “6’lı masa” başından itibaren sorunluydu. MHP’den kopan İYİP, AKP’den kopan Deva ve Gelecek, AKP’nin içinden çıktığı Saadet ile CHP’nin oluşturduğu muhalefet bloku, “yamalıklı bohça” durumundaydı. En zayıf ayağını ise, İYİP oluşturuyordu. “Kazanacak aday” gibi uyduruk bir tanımla, İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı öne çıkardılar. İYİP kurmayları birçok kez Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıktıklarını söylediler. Son olarak Cihan Paçacı, Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğine gönderme yaparak onun seçilemeyeceğini ima etmiş, ardından görevinden istifa etmişti. (Akşener’in 3 Mart’ta “masa”yı terketmesi üzerine Cihan Paçacı’nın hemen geri dönmesi de manidardı.)

6 partiyi biraya getiren tek şey, Erdoğan karşıtlığıydı. Erdoğan’ı tek başına deviremeyecekleri için, böyle bir ittifak zorunlu oldu. Fakat “6’lı masa”nın yeni partilerle genişlemesine de ket vurdular. Oysa HDP başta olmak üzere pekçok muhalif parti bu “masa”ya dahil edilebilirdi, hiçbirini almadılar. Belli ki “masa”nın AKP-MHP tandanslı partilerin ağırlığında olması isteniyordu. Cumhurbaşkanı adayı olarak da ANAP kökenli İmamoğlu ile MHP kökenli Yavaş tercih ediliyordu. İYİP, Ankara ve İstanbul Belediyelerinde ihale ve rant dağıtımı süreçlerinde önemli kazanımlar elde etmişti.

Her siyasal partinin arkasında birtakım sermaye grupları bulunuyor. Onların çıkarları neyi gerektiriyorsa, partiler de ona göre bazı kılıflar uydurup savunuyorlar. Anket şirketleri de aynı şekilde çalışıyor. Kimi-neyi öne çıkarmak istiyorlarsa, soruları öyle hazırlıyorlar. Örneğin başka isimleri değil de İmamoğlu ve Yavaş’ı “aday” diye kitleye sunmaları boşuna değildi. Ve sanki “millet” Kılıçdaroğlu’nu değil de onları istiyormuş gibi bir izlenim oluşturdular.

Gerçek şuydu ki, İYİP’in arkasında duran tekellerle, CHP’yi destekleyen tekellerin çıkarı birbiriyle çatıştı. Kılıçdaroğlu’nun “5’li çete” olarak tanımladığı bazı şirketleri hedefe çakması, sadece “5’li çete”yi değil, onlarla iş tutan işbirlikçi tekelci burjuvaları da rahatsız etmişti. Keza CHP’li yetkililerin yer yer “kamulaştırma”dan bahsetmeleri, özelleştirilen kimi kamu kuruluşlarına el konulacağını söylemeleri, bu kuruluşları satın alanların çıkarlarına dokundu. Son dönemde Kılıçdaroğlu’nun Hazine’den çıkan 418 milyar doların peşine düşeceğini açıklaması, “usulsüz harcama” olarak tanımlanan parayı ülkeye geri kazandıracağını söylemesi, bazılarını ürküttü.

Sonuç olarak “6’lı masa”da çıkan krizin perde arkasında bu tekeller vardır. Ama herşeyi tekeller belirleyemiyor. Bir de kitleler var. Halkın gücü karşısında hiçbir gücün duramayacağı defalarca kanıtlandı. Bu kez de öyle oldu. İYİP’le “masa”yı dağıtma ve “pazarlık gücü”nü arttırma çabası hüsrana uğradı. Kitlelerin büyük tepkisiyle geri adım attılar.

 

“Masa” “sofra”ya dönüştü.

Akşener’in “masa”yı terk etmesinin ardından Kılıçdaroğlu da atağa geçti. Videoyla verdiği ilk mesajında, “Bu yola çıkarken hep Halil İbrahim sofrasından bahsettim” dedi ve “bu sofraya ülkenin tüm renklerini davet etmemiz gerekir” diyerek “masa”dan “sofra”ya geçti. Adaylığı açıklandıktan sonra da “sofra” demeye devam etti. Akşener’in “masa”yı terkettiği gün, TİP ve Sol Parti ile görüştü. HDP’ye sıcak mesajlar gönderdi. İYİP’ten boşalan yeri “sol”a açılarak dolduracağını gösterdi. Böylece İYİP’in restine “sol”dan rest çekerek yanıt vermiş oldu. HDP ve sol partiler de Kılıçdaroğlu’nu destekleyen açıklamalar yaptılar. Kılıçdaroğlu, Kürt-Alevi kitlesi başta olmak üzere “sol”un pek çok kesiminin desteğini arkasına aldı. O güne kadar ulaşamadığı bir kitle desteğine ulaştı. Akşener’in hamlesi Kılıçdaroğlu’na yaramış oldu, onu güçlendirdi.

Bu durum Kılıçdaroğlu’nun karşısında duran egemenleri telaşlandırdı. İYİP’in boşalttığı yerin “sol” ile dolması ve Kılıçdaroğlu’nu güçlendirmesi karşısında, apar-topar İYİP’i yeniden “masa”ya oturttular. Fakat eli güçlenen Kılıçdaroğlu ve CHP, eskisinden daha baskın biçimde isteklerini kabul ettirdi.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığının kesinleşmesi üzerine HDP, aday çıkarmayı yeniden değerlendireceklerini söyledi ve Kılıçdaroğlu’nu görüşmeye davet etti. Ardından Demirtaş, “Akşener’e açık mektup” yazarak onu sıkıştıran bir hamle yaptı. İYİP’in başını çektiği şoven kesimlerin HDP’yi muhalif bloktan dışlama çabası, artık tutmaz oldu.

Bu süreçten avantajlı çıkan bir diğer parti de HDP’ydi. HDP’nin seçimlerde “kilit” bir rol oynayacağı biliniyor. Kürt halkı üzerindeki etkisinden dolayı sadece muhalefet bloku değil, AKP de yanına çekmeye çalıştı, çalışıyor. Bunu başaramayacağı artık kesinleşmişse de Kürt halkını tümden kaybetmemek için hamleler yapıyor. Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin kapatma davası için yapacağı savunmayı 11 Nisan’a ertelemesi, seçimlere kadar HDP’nin kapatılması ihtimalini büyük oranda ortadan kaldırdı. Keza HDP’nin hazineden aldığı paraya blokajın da kaldırıldığı duyuruldu.

Bu süreç, sadece CHP ve Kılıçdaroğlu’nu değil, HDP’yi de güçlendirdi. HDP yeniden yasal ve meşru bir parti olarak görülmeye başlandı. Uzun bir süredir HDP’ye kapalı olan veya çok az yer veren televizyon kanalları ve gazeteler, daha geniş bir şekilde yer verir oldu.

   

Sandıkta değil

sokakta kazanacağız

Seçimler yaklaştıkça sadece muhalif blokta değil, AKP-MHP blokunda da kartlar yeniden karılıyor. Erdoğan’ın kabine değişikliğine gideceği, tepki alan bakanları değiştireceği söyleniyor. Yanı sıra “iktidar bloku”na yeni partileri ekleme çabası içinde. Bunların arasında Ecevit’in partisi DSP’nin ve Özal’ın partisi ANAP’ın adı geçiyor.

Erdoğan ne tür değişiklikler yaparsa yapsın, kitle desteğini kaybetmiş durumda. Son olarak depremde yaşananlar, bu yönetime duyulan tepkiyi had safhaya vardırdı. Bugüne dek Erdoğan’a destek veren emperyalist güçler ve işbirlikçileri desteklerini önemli oranda çektiler. Sandıkta çok büyük hileler dönmediği koşulda Erdoğan’ın kaybedeceği artık ayan-beyan ortada.

Ancak seçim süreci yeni başlıyor. Bu sürede pek çok provokasyon, pek çok saldırı gündeme gelebilir. Amedspor’a Bursa’da yapılanlar, bunun işareti sayılmalı. Rehavete düşmeden her tür saldırıya karşı hazırlıklı olmak gerekiyor. Onun için “sandıkta değil sokakta” kazanmak gerektiğini vurguluyoruz. Sokakta kazanılmadan sandıkta kazanılmayacağını defalarca gördük.

Ayrıca Erdoğan’ın sandıktan önce kitle hareketiyle yenilmesi, muhalefetin de ayağını denk alması anlamına gelecektir. Taleplerimizi elde etmenin yolu, kendi gücümüzü ortaya koymaktan geçiyor. Yoksa hiçbir yönetim, isteklerimizi kendiliğinden vermeyecektir.

Kitlelerin gücü, Akşener’in oyunun bozdu! Şimdi Erdoğan’ı yenme, yeni dönemi kazanma zamanı! Meydanlarda taleplerimizi haykırma, mücadeleyi yükseltme zamanı!

Mart’tan Mayıs’a geçecek dönemi “seçim süreci” olarak değil, sınıf kavgasını büyütme, haklarımızı elde etme süreci olarak ele almalıyız. “Helalleşme” değil “hesaplaşma” bilinciyle yapılanların hesabını sormalıyız.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …