Gazi sadece bir “anma” değil, “direniş”tir!

Gazi 12 Mart Platformu 11 Mart akşamı Gazi Cemevi’nde bir panel düzenledi. Panele konuşmacı olarak PDD adına Gülümser Seyitcemaloğlu katıldı. Diğer panelistler, EMEP GYK üyesi Nuray Sancar, HDP Danışma Kurulu üyesi Veli Büyükşahin, Gazi şehidi Sezgin Engin’in abisi Ergin Engin oldu.

Gülümser Seyitcemaloğlu’nun paneldeki konuşmasını kısaltarak yayınlıyoruz:

Gazi’nin iki yüzü var. Bir yüzü katliam! Ama bir de direniş yüzü var! Nedense bunu anlatmıyoruz. Son yıllarda böyle bir yaklaşım gelişti. Toplumsal hareketleri, katliam ve devletin teşhiri noktasından anlatıyoruz. Şehitlerimiz olunca “anma” tanımlaması yapılıyor…

Bu yaklaşımla hiçbir şeyi kutlayamayız. Mesela 1 Mayıs’ı kutlayamayız. Çünkü 1 Mayıs’ta çok fazla şehidimiz var. Mesela Ekim Devrimi’ni kutlayamayız. Her devrimde olduğu gibi Ekim Devrimi’nde de şehitler var. Ya da Sovyetler Birliği’nin 2. Dünya Savaşı’nı bitirişini, Berlin’in kalbine kadar gidişini, Nazizm’i-faşizmi yenişini kutlayamayız. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 27 milyon şehidi var. Gazi’de de şehitlerimiz var ve şehitlerimizi her zaman anacağız. Ama biz onun direniş yüzünü anlatmazsak, geleceğe Gazi ruhunu bırakamayız. Onun için Gazi’nin direniş yönünü anlatacağım.

Hepinizin bildiği gibi 12 Mart akşamı kahvehanelerimize bir silahlı saldırı gerçekleşti, bir insanımız öldü. Arkasından halk toplandı. Gazi’yi herhangi bir protesto eyleminden büyük bir direnişe çeviren üç kritik nokta var: Birincisi “katiler karakolda” sloganıyla doğru hedefin gösterilmesidir. O sırada bunu değiştirmeye çalışan, bir Alevi-Sunni çatışmasına çevirmek isteyen provokatörler oldu. Halkın içine girip “onlar bizim alanlarımızı, kahvelerimizi bastı, biz de camiyi basalım” diye bağıranlar, kitleyi yönlendirmeye çalışanlar oldu. “Katiler karakolda” sloganı eylemin yönünü, Alevi-Sünni çatışmasından, devletin provokasyonlarına karşı direnişe dönüştürmüştür. Gazi’nin Gazi olmasındaki en önemli noktalardan biridir.

Gazi katliamı, ’92 konseptinin bir ürünüydü. O yıllar çok sayıda insanımızı kaybettiğimiz, “karanlık” diye tanımlanan yıllardı. Gazi de böyle başladı ve daha ilk anda kitleyi camiye yönlendirerek, onu Alevi-Sünni çatışmasına çevirmeye çalıştılar. Ama başaramadılar, Ardından “faşist odakları dağıtacağız” sloganıyla kitle buralara yöneldi, buraları tahrip etti.

Gecenin ilerleyen saatlerinde protesto eylemi bitti ve halk dağılmaya başladı. İkinci dönüm noktası burada yaşandı. Tam halk dağılırken Nurtepe’den yürüyerek gelen 5 bin kişilik bir kitle, Gazi’ye ulaştı. Bu coşkulu kitle, halkın yeniden toparlanmasına yol açtı. Ardından Kağıthane’den, Okmeydanı’ndan, İkitelli’den, Alibeyköy’den binlerce insan geldi destek vermeye…

İkinci gün barikatlar kuruldu. Bir yandan da devletle pazarlık sürüyor, araya liberal uzlaştırıcılar sokulmaya çalışılıyor. Mesela Ecevit ve Zülfi Livaneli geliyor. Halkı eylemden vazgeçirmeye çalışıyorlar. Ama Gazi halkı çok net bir çizgi çiziyor. Dört talebimiz var diyor; “bu talepler yerine getirilmeden barikatlar kalkmayacak” diyor.

Nedir bu talepler? Şehitlerimizin cenazeleri verilsin, asker-polis geri çekilsin, sokağa çıkma yasağı kaldırılsın ve gözaltındakiler serbest bırakılsın. Onlarca gözaltı var, yüzlerce yaralı. 20 kişi Gazi’de 3 kişi Ümraniye’de 23 şehidimiz var. Bu dört talebin arkasında duruyor. Bütün araya girmeye uzlaştırmaya çalışanlar kitlenin büyük bir tepkisiyle karşılaşıyor ve dönüp gitmek zorunda kalıyorlar. Devreye asker sokulmaya çalışılıyor. Katliam polis tarafından gerçekleştirildiği için, askerlere sıcak bakılacağı düşünülüyor. Bu politika da tutmuyor.

Üçüncü dönüm noktası, 14 Mart akşamı yaşanıyor. Kitle dağılmaya başlamışken devlet gece 2’de barikatlara saldırıyor. Barikatlarda çok müthiş direniş gerçekleştiriliyor. Mesela son barikat savaşında 1500 molotof atılıyor arkadaşlar. Önceden hazırlanmış 1500 molotof, onlarca mutfak tüpü. Etraftaki inşaat firmalarının kalasları taşınıyor, barikatlar ateşe veriliyor. Saatler süren muhteşem bir direniş gerçekleşiyor. Ve ertesi sabah asker geliyor. “Bütün taleplerinizi kabul ettik direnişi bitirin” diyor.

Gazi’nin nüfusu o sıralar 20 bin; Gazi direnişine katılan insan sayısı ise 30 bin. Böyle görkemli bir direniş gerçekleşiyor.

Gazi, Sivas Madımak Katliamı’nın rövanşıdır aynı zamanda. Devlet de böyle gördü, devrimciler de. Çünkü Madımak Katliamı’nda yapılan en büyük hata, devletin müdahalesini beklemek oldu. SHP hükümet ortağıydı o zaman. Dediler ki, “biz telefon ettik, hemen asker göndereceklerini söylediler.” “Sakin olun, telaşlanmayın, üst katlara çıkın sorun çözülecek!” Sonuç; çok büyük bir katliam gerçekleşti. Bu nedenle Gazi’de devletle görüşme, uzlaşma çabalarını elinin tersiyle itti halk. “Taleplerimiz kabul edilinceye kadar direneceğiz” dendi, öyle de yapıldı.

Madımak katliamından sonra büyük bir öfke patlaması yaşandı, ama sonra sönüp gitti. Gazi, üç gün süren, İstanbul’u saran, Türkiye’yi etkileyen büyük bir direnişi doğurdu. ’92 konseptinin artık yavaşladığı, azaldığı noktadır Gazi Direnişi. Gerçekten devleti çok korkuttu. Kontrolden çıkan başka kitlesel olaylara, yeni patlamalara sebep olur mu diye düşündürdü.

Bu yüzden tekrar şunu söyleyeceğim; devletin katliamlarını teşhir edelim, ama direnişi anlatmayı unutmayalım. Çünkü sınıf mücadelesi tarihi, hiçbir zaman sadece katliamlardan ibaret değildir. Hiçbir zaman sadece bize saldırılardan ibaret değildir. Tam tersine! Tarihi ileriye götüren şey de direniştir, mücadeledir.

Son sözümü de depremle ilgili söylemek istiyorum. 15 gün orada kaldım. Gerçekten de orada ne kadar büyük bir acının yaşandığının ne büyük yoksunluklar çekildiğinin tanığıyım. Gerçekten çok güzel bir dayanışma yaşanıyor orada. Herkes elinden geldiğince bütün olanaklarını seferber ediyor. Biz de gittik konteyner çalışması yaptık, sınırlı bir bütçeyle. Bunlar insanların o andaki en acil ihtiyaçlarını karşılamaya dönük şeyler. Ama aylarca sürdürülebilecek şeyler değil. Deprem bölgelerinde talepler uğruna mücadele, direniş ortaya çıkmadığı sürece ve biz o direnişleri güçlendirmediğimiz sürece, oradaki yoksunluk haberleri gelmeye devam edecek. Depremde doğrudan etkilenen, birinci derecede etkilenen beş milyon insanın haklarını devletten talep etmesini, hesap sormasını, bu doğrultuda direnişe geçmesini sağlamalıyız. Hem deprem bölgelerinde hem burada.

Dayanışma bizim insanlığımızdır, sonuna kadar devam etmelidir. Bu dayanışma sayesinde depremzedeler ayakta kaldılar. Fakat halkın koşullarının gerçekten düzelmesi için, acıyı öfkeye, öfkeyi eyleme dönüştürmek gerekir. Hesap sormak ve haklarımızı istemekle karşı karşıyayız. Yaralar ancak böyle iyileşir.

Şehitlerimizi anmalıyız, onları anarken kattıklarını da anlatmalıyız. Mesela Zeynep Poyraz, Gazi’de şehit düşmüş yoldaşlarımızdan biridir. “Bizsiz olmaz bu işler” diyerek koştu buraya. Gazi’de yaşamıyordu, Sarıyer Derbent’ten koşup geldi. Ve ertesi gün yürüyüş sırasında şehit düştü. Bunu anlatmalıyız ki, yeni Zeynep Poyrazlar da direnişin olduğu yere koşsunlar. Mesela Remzi Basalak, 1992 yılında Adana’da gözaltına alındığında emniyette “teşhir masası”na tekme indirdi ve o gece vahşi bir şekilde katledildi. Biz sadece ona yapılan vahşeti anlatırsak, yeni Remzi Basalak’lar yaratamayız. 12 Eylül’de de devlet çok büyük saldırılar gerçekleştirdi, ama 12 Eylül’de direnenler de vardı. Bu ikisi içiçe anlatıldığında, yeni kuşaklara ulaşmak da, kazanımlarımızı çoğaltmak da, mücadele gücümüzü arttırmak da mümkün olacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …