“DEVRİM KARTALI Remzi Basalak” kitabının ikinci baskısı çıktı

“DEVRİM KARTALI Remzi Basalak” kitabında yer alan, “İkinci baskıya önsöz” bölümünü yayınlıyoruz

* * *

“Devrim Kartalı Remzi Basalak” kitabının birinci baskısı, iki-üç ay gibi kısa bir sürede tükendi. İkinci baskısını hazırladığımız günlerde, 6 Şubat 2023 günü 11 ili kapsayan Türkiye’nin en büyük depremini-katliamını yaşadık. Kapitalist sistemin ve AKP-MHP yönetiminin doğaya-insana düşman yüzünü en acımasız biçimde kustuğu o günlerde, depreme kilitlenmek, depremzedelerin yardımına koşmak; acil ve zorunlu bir görevdi. İkinci baskıda gecikmenin nedeni budur.

Kitabın ilk baskısının bu kadar kısa sürede tükenmesi, devrimci kitaplarda pek görülmeyen bir durumdu. Üstelik basında yeterince yer almadığı, yaygın tanıtımının yapılmadığı, bu nedenle kitapçı satışı düşük kaldığı halde… Asıl olarak “elden satış” yöntemiyle ilk baskısını bitirmiş olduk.

Kitabın bu kadar ilgi görmesi, hiç kuşkusuz Remzi Basalak gibi direnişle özdeşleşmiş bir devrimciyi anlatmış olmasıdır. Dahası, onu ölüme götüren son eylemiyle, “masaya inen tekme”siyle, 12 Eylül’ün bir uygulamasını bitirmesi, tarihe bu şekilde geçmesidir. Genel olarak devrimci-demokrat kesimler, Remzi Basalak ismini bu eylemiyle duymuş ve unutmamıştır. Devrimci hareketlerin Remzi’yi sahiplenmesi, birçok aydın ve sanatçının onun hakkında yazılar yazması, bundan dolayıdır.

Remzi’yi asıl olarak son eylemiyle tanıyanlar, kitapla birlikte birçok yönünü daha tanıma fırsatı buldular. Tarihe malolan her yiğit devrimci gibi Remzi’nin de o tarihi nasıl yazdığını, kendisini adım adım nasıl geliştirdiğini, yani “masaya inen tekme”nin arka planını, o noktaya nasıl geldiğini ve hangi saiklerle gerçekleştirdiğini öğrenmiş oldular. Remzi’ye beslenen sevgi ve hayranlık daha da pekişti.

Remzi Basalak ismini yeni duyanlar ve kitapla birlikte tanıyanlar ise, bu gecikmeden dolayı üzüldüler, hayıflandılar; fakat Remzi gibi bir devrimciyi geç de olsa tanımış olmanın sevincini, coşkusunu, yaşadılar. Remzi umut demekti. Yeniden umudu yeşertti.

                                               * * *

Kitap, en zor anlarda bile inançlarından taviz vermeyenlere, her koşulda direniş ateşini harlayanlara,  boyuneğemeyen devrimcilere duyulan özlemi ortaya çıkardı. Böylesi kitaplara ne kadar ihtiyaç olduğunu gösterdi.

Çoğumuzun en sevdiği, en fazla etkilendiği, unutamadığı kitaplar, büyük acılar çeken ama ona boyuneğmeyen, direnen insanların hayat hikayeleri veya bir direnişi anlatan kitaplardır. Neden böyledir? Sovyet eğitmen ve yazar Makarenko, “mutluluklar genellikle kişiseldir, acılar ise evrensel” diye yanıtlıyor bunu. Ve şöyle devam ediyor: “Çeşit çeşit mutluluk vardır. Çalışmanın verdiği mutluluk, doğayla, kötü toplumsal koşullarla savaşımların verdiği mutluluk… Güç, rahatsız edici, huzursuz bir mutluluktur bu. Bu tür mutluluğun bir yerinde şiş, bir yerinde çürük, çizik, yara vardır her zaman- ama unutma ki, dünyayı döndüren şey de budur.”

“Dünyayı döndüren şey” sömürü ve zorbalığa karşı bin yıllardır süren sınıf savaşımıdır; bu savaşıma öncülük eden devrimcilerdir. Marks’ın “tarihin lokomotifi devrimlerdir” sözü, bu gerçeğin en özlü ifadesidir. En karanlık günlerde bile umudu diri tutan, geleceğe dair beklentileri arttıran, sadece ve sadece direnenlerin varlığı olmuştur. “Mutluluğumuz” bu savaşımın ve direnişin içindedir. Haksızlıklara karşı ölümüne direnenlerin, “acı”dan çok, gururu ve mutluluğu yaşaması ve yaşatması bundandır.

                                               * * *

Remzi’nin yaklaşık 15 yıllık devrimci yaşamı, Türkiye tarihinin en keskin iniş-çıkışlarını yaşadığı döneme denk düştü.

O, halk hareketinin en yüksek olduğu bir dönemde ‘70’li yılların sonunda devrimci saflara katıldı. Çok kısa bir süre sonra 12 Eylül’le, işkence ve zindanla tanıştı. ‘80’lerin ortasından itibaren toplumsal uyanış yeniden başladı ve 90’larda yükselişe geçti. Dolayısıyla 70’lerin sonundan 90’ların başına uzanan süreç, halk hareketinin zirveye çıktığı, ardından büyük bir yenilgi aldığı, sonra yeniden toparlanıp yükseldiği tarihsel bir kesittir.

Remzi’nin ölümü, “92 konsepti” olarak anılan legal-illegal devlet terörünün gemi azıya aldığı yıllarda gerçekleşti. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’in başbakan, Doğan Güreş’in genelkurmay başkanı olduğu bu dönem, Kürt halkına ve Kürt ulusal hareketine dönük en vahşi saldırıların gerçekleştiği dönem olarak bilinir.

Saldırılar sadece Kürt bölgesiyle sınırlı değildi. Aynı zamanda Türkiye devrimci hareketine, toplumsal muhalefete karşı topyekun bir saldırı başlatıldı. “Gözaltında kayıplar” ve  “yerinde infazlar”la birçok devrimci işkencede, sokakta, evinde katledildi. Devlet içinde çeteleşmenin ve kontrgerilla eylemlerinin çok yaygın olduğu bir dönem yaşandı.

Remzi Basalak, devrimciliğin “moda” halini aldığı ve insanların yığınlar halinde örgütlere aktığı dönemi de, faşist terör altında ezildiği, teslim olduğu, başını kaldıramadığı dönemi de yaşadı. Yenilgileri de gördü zaferleri de. Devrimci saflara bir gençlik hevesi olarak katılmadığını, 12 Eylül sonrası “yenilgi yılları”nda direnişiyle ortaya koydu. ‘80’lerin ortalarından itibaren, sınavlardan geçmiş, olgunlaşmış bir komünist olarak mücadelenin yeniden yükselişine, örgütün toparlanışına önayak oldu

Remzi’nin ’92 konsepti döneminde katledilmesi tesadüf değildir. O, bulunduğu dönemde ileriye fırlayan komünist bir militan olarak faşizmin boy hedefi haline gelmişti zaten. Son yakalanışında vurduğu tekmeyle, sadece “masa”yı değil 12 Eylül’ü, faşist devleti sarstı; hepsini rezil-rüsva etti. İşkencecilerin, basının önünde bile büyük bir hışımla saldırması, ardından hunharca öldürmesi, Remzi şahsında onlara meydan okuyan başeğmezliği, militan devrimciliği ezmek içindi.

                                               * * *   

’92 konsepti, yükselen mücadeleyi durdurmaya yetmedi, ama darbelenmesindeki önemli etkenlerden biri oldu. 2000’lerin başından itibaren sınıf mücadelesinin gerilediği, hak ve özgürlüklerin gaspedildiği, teslimiyet ve tasfiyenin yaygınlaştığı, faşizmin ve gericiliğin hakimiyet kurduğu karanlık bir döneme girildi. Elbette bu dönemde de büyük direnişler gerçekleşti, fakat varolan durumu değiştirmeye, faşizmi yenmeye yetmedi.

Bu yönüyle faşist saldırıların amacına ulaştığını söylemek mümkün. Ancak bunun geçici olduğunu, sınıf mücadelesinin gerilese bile hiç bir zaman durmayacağını ve faşizmin er-geç yıkılacağını unutmamak gerekiyor. Bu tarih bilincine sahip olanlar umutsuzluğa kapılmazlar. Tabi ki, kendiliğindenci bir beklenti, boş bir umut değildir bu. En karanlık günlerde de mücadele ederek dişiyle-tırnağıyla geleceği örmektir.

“Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavramayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur” diyor Lenin. Tersten söylersek; yıkımın nedenlerini kavrayan, çıkış yolunu gören ve mücadeleyi sürdüren kişilerin hayatında umutsuzluğa yer yoktur.

“Devrim Kartalı” kitabının gördüğü ilgi ve geniş kesimler tarafından sahiplenilmesi, umudu yitirmemek gerektiğinin bir başka kanıtıdır. Üstelik reformizmin ve parlamentarizmin böylesine baskın olduğu bir dönemde…

12 Eylül’ün karanlık yıllarında saflaşma, direnenler ve teslim olanlar şeklindeydi. Bugünkü saflaşma ise, devrimci kalanlar (hatta devrimci kalmaya çalışanlar) ile düzen-içileşenler, düzenin bir parçası olanlar arasındadır. Azınlıkta kalmalarına rağmen 12 Eylül dönemine damgasını vuran ve geleceğe kalan, nasıl direnenler olduysa; günümüzde sayıları giderek azalmış olsa da devrimci kalmakta ısrar edenler, geleceği temsil ediyorlar. Onurlu ve dik duruşlarıyla devrimi kendi şahıslarında yaşatıyor ve gelecek kuşaklara taşıyorlar.

                                               * * *

İkinci baskıda, Remzi hakkında çeşitli dergi veya sitelerde yazılan yazılardan bazılarını kitaba koyduk. Remzi’nin direnişini anlatan her yazının bizim için kıymetli olduğunu, onun sahiplenilmesine çok değer verdiğimizi belirtmeliyiz. Diğer taraftan Remzi hakkında bilinçli çarpıtma yapan, ya da “bağrına basarak boğmaya çalışan”lar da yok değildi. Birinci baskıda bu “kötü” örneği teşhir etmiştik. İkinci baskıda ise yeniden yer vermeyi gereksiz bulduk.

Anlatı bölümlerinde tekrara düşülen yerleri olabildiğince azaltmaya çalıştık. Bazı bölümleri kısalttık. Ancak belge niteliğindeki yazılara hiç dokunmadık. Sadece Remzi Basalak’ın “Adressiz Sorgular” kitabında ve Sağmalcılar Cezaevi’den DGM’ye yazdığı dilekçede, ’88 yılındaki işkence ile ilgili anlattığı bölümler doğal olarak aynı olduğu için, dilekçeden o kısmı çıkararak yayınladık.   

İlk baskıda olduğu gibi ikinci baskının da büyük bir ilgi göreceğine inanıyoruz. “Yeni Remzi Basalak’lar yetiştirmek”te bir katkısı olması dileğiyle…

15 Nisan 2023

Yediveren Yayınları

Bunlara da bakabilirsiniz

“Adana’nın Yoldaşcan’ı” METİN AYDIN (1956-1980)

11 Aralık 1980… Metin Aydın, belinde silahı, yanında bir yoldaşı, çalıntı bir araba ile Adana-Kozan …

İEB asgari ücret için eylem yaptı

Asgari ücret için göstermelik toplantıların başladığı 10 Aralık günü, İşçi Emekçi Birliği İstanbul-Tophane’deki Çalışma Müdürlüğü …

Suriye düştü; şimdi yeni bir Ortadoğu

27 Kasım günü HTŞ’nin Halep saldırısı ile başlayan süreç, 10. gününde tamamlandı. 7 Aralık günü …