Seçim yolsuzlukları ve hilelerle dolu bir seçimi daha geride bıraktık. Her anından “kumpas” taşan bu seçimin sonrasında, kitlelerin düzen partilerine bir kere daha güven duyması ve sandığa koşması, bir kere daha bu tiyatronun parçası olması isteniyor.
Elbette aktif, önemli, belirleyici bir parçası olarak değil; sahnedeki bir dekor, masadaki bir süs, perdenin bir kıvrımı olarak varolması, asla ve asla bunun ötesine geçmemesi koşuluyla…
Egemen sınıflar ve onların sözcüsü düzen partileri, kendi aralarında her tür pazarlığı yürütüp kararları alıp buna göre sonuçları belirlerken, bir kenarda ölü sessizliği içinde beklemesi koşu-luyla…
Seçim yolsuzlukları diz boyu
14 Mayıs sonrası başta CHP olmak üzere muhalif partiler, seçimde yapılan hileler üzerinde fazla durmadılar. Hatta üstünü örten bir tutum içine girdiler. Ancak zaman geçtikçe, hilelerin ne kadar boyutlu ve yaygın olduğu açığa çıkmaya başladı.
Bunların bir bölümü sandık sonuçları ile ilgiliydi. Kürt kentlerindeki kimi sandıklarda Yeşil Sol Parti’ye ve Kılıçdaroğlu’na verilen oyların tümü, milletvekili pusulasında MHP’ye, cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a yazılmıştı mesela. Bazı sandıklarda yüzde 565 katılım görünüyordu. 2 bin 838 sandıkta yüzde 100’den fazla katılım vardı, geçersiz oy sıfırdı ve oyların tümü Erdoğan’a verilmişti, vb. vb…
Bu şekilde, “yaşamın ve siyasetin doğasına aykırı” olduğu düşünülen sandık sayısı yaklaşık 22 bin olarak hesaplanıyor. Ve bu sandıklarda yaklaşık 6 milyon oy kullanılmış… Tümü Erdoğan’a yazılan 6 milyon oy!
Yüzde 100 ve üzeri oy kullanılan sandıklarda, “görevli” belgesiyle polis ve askerlerin çok fazla oy kullandığı görülüyor. Öyle ki, yapılan hesaplamalara göre, sistemde 6 milyon 700 bin fazladan seçmen tespit edilmiş. Tümü Erdoğan’a oy veren, ama seçmen listesinde yer almayan 6 milyon 700 bin hayalet!
Son 1 yılda yabancı uyruklu seçmen sayısı 1 milyon kişi artmış. Erdoğan’ın “ev alana vatandaşlık bedava” kampanyası nedeniyle, bir ev alıp 15-20 kişilik aile vatandaşlık kazanınca, Türkçe bilmeyen yüzbinlerce kişi artık sandıklarda oy kullanıp seçim sonuçlarını belirleyebiliyor.
Seçim hileleri bunlarla da sınırlı değil. Seçimler başlamadan önce mühürlenmeyen zarflar ve oy pusulaları; önüne koyduğu onlarca oy pusulasında Erdoğan’a mühür basan sandık görevlisi videosu; dövülen, tehdit edilen sandık müşahitleri; AKP’liler kalabalık biçimde yüklendiği için sandığa yaklaşamayan, yaklaştırılmayan muhalif partililer; HDP adıyla seçime girilmediği için Kürt halkının müşahit bulundurma hakkının gaspedilmesi; Kürt kentlerinde silme MHP’ye yazılan oylar; ıslak imzalı tutanaklardaki rakamların bilgisayara geçirilirken ya da birleştirme tutanaklarında farklılaştırılması; oy çuvallarının ilçe seçim kuruluna taşınırken araca muhaliflerin alınmaması; birçok sandıkta polis ve asker yığınağı ile seçmen ve muhalefet üzerinde baskı kurulması; tutanakların hazırlanmasını geciktirmek için yeniden, yeniden oyları saydırmak; Kılıçdaroğlu’nun oy deposu olan ilçelerde sayımı geciktirmek; Kürt kentlerinde ellerinde oy torbalarıyla YSK’nın önünde bekleyenlere polisin gaz sıkması…
Son 10-15 yılda her seçimde gördüğümüz, ama her defasında görmeye devam ettiğimiz sayısız yolsuzluk-hile ve oy çalma yöntemi…
Bir kere daha, herkesin gözü önünde ve apaçık biçimde seçimler çalınmış; bir kere daha kitlelerin tercihleri, kullandıkları oylar çöpe atılmış; bir kere daha muhalefet partileri kendilerine inanan, güvenen, bu nedenle sandığa koşan kitleleri yüzüstü bırakmışlardır!
Koş, koş, sandığa koş!
Şimdi büyük bir pervasızlıkla bu kitle yeniden sandığa çağrılıyor. Bu da yetmiyor, bir de görev konuyor: Herkes yanında ya oy kullanmamış birini, ya da Erdoğan’a oy vermiş birini getirsin! Öyle ki, oy kullanmaya gitmeyen, doğrudan “vatan haini” ilan ediliyor.
Adeta bir “seferberlik” havası yaratıyorlar. Herkes sandığa koşsun, dünyanın en önemli işini yaparcasına oyunu kullansın ve yaşadığı tüm sorunların çözüleceği inancıyla evine-güvenli alanına geri dönsün!
Hileler sonucu seçimler kaybedilirse, sonraki seçimde yeniden koşsun, yine oy kullansın! Bu hileleri önlemek için uğraşmaya gerek yok! Yeter ki, daha çok kişi sandığa gitsin, seçimlerden umudunu kesmesin!
“Aynı yolu izleyerek farklı sonuç elde edeceğini düşünmek ahmaklıktır”! Ama muhalefet partileri her defasında aynı yolu kullanarak, farklı sonuç çıkacağı konusunda kitleleri ikna etmek için çok büyük bir çaba harcıyorlar.
Ve kitleler bir kere daha güvenmek, bu defa oyların çalınmayacağını düşünmek istiyor; çok büyük bir çaresizlikle yeniden, yeniden sandığa gidiyor.
Kitlelerin tüm görevi, oylar sandığa girinceye kadar… Islak imzalı tutanaklara sahip çıkması yeterli! Gerisi? Gerisi yok!
Oylar sayılırken YSK’nın önünde kitlesel biçimde beklemek yok! Oylar çalındığında hesabını sormak yok! YSK sonuçları geciktirdiğinde baskı unsuru oluşturmak yok! Mücadele etmek yok! Kararlı ve etkin biçimde seçim sonuçlarına sahip çıkmak yok!
Kitlelerin sadece “seçmen” olmasını istiyorlar; her seçimde oy kullanan, bu “demokrasi” tiyatrosunun figüranı olan, geleceği hakkında yapılan tüm hesapları evinde sessizce bekleyen, kendisini ifade etmenin tek yolunun bir kağıt parçasını sandığa atmak olduğunu düşünen “seçmen”ler sürüsü olarak kalmasını…
Sadece AKP, MHP, İYİP gibi faşist-gerici partiler, CHP gibi burjuva düzen partisi de değil, HDP’sinden TKP’sine solcu partiler de kitlelerin misyonunu böyle sınırlandırmaya çalışıyorlar, her defasında aynı sahtekarlıklara hep birlikte göz yumuyorlar.
Üstelik bu sahte sonuçlar üzerinden yorumlar yapıyorlar. “MHP’nin yükselişini neden öngöremediklerini” konuşuyorlar mesela; buradan hareketle “Türk siyasetinin sağcılaştığı” tespitini yapıyorlar. Oysa HDP’nin oyları MHP’ye yazılmış; MHP yükselmemiş! HDP, kendisinden çalınan oyların peşine düşeceğine, kayıplarının sorumluluğunu TİP’in seçimlere ayrı girmesine bağlıyor. Ve TİP’in beklediğini alamadığı üzerinden yorumlar yapılıyor. Oysa ne HDP’nin ne de TİP’in oyları gerçek değil. Seçim hilelerinin üzerine gidileceğine, birbirine düşülüyor.
Diğer yandan seçim sonrası estirilen sağcı rüzgar, gerici ve faşist partilerin artan talepkarlığı karşısında tam bir sessizlik hakim. Kılıçdaroğlu’nu desteklemek adına bu gerici-faşist kesimlerle birlikte hareket etmek normalleştiriliyor, kanıksanıyor.
14 Mayıs sonrası sağdan-sola bütün partilerin ortak kaygısı, kitlelerin sandığa, seçimlere ve sisteme güvensizleşmesini önlemek! Sırf bu yüzden hep birlikte “seçim hileleri sonuçları etkileyecek düzeyde değil” nakaratını tekrarlayıp duruyorlar.
Oyları kim sayıyor?
Oysa sadece anormal sonuçlara sahip 22 bin sandıktaki sonuçlar iptal edilse, seçimleri ilk turda Kılıçdaroğlu kazanacaktır. Ya da sadece oylar yeniden sayılsa, bütün sahte ve mükerrer oylara rağmen yine Kılıçdaroğlu kazanır. Yeni bir seçime gerek yoktur! 14 Mayıs seçim sonuçlarının düzeltilmesi için ısrar etmek ve bunun mücadelesini vermek yeterlidir!
Ama muhalefet partilerinin tümü, “sol” geçinenler de dahil olmak üzere, bu sonuçları kabullenmekte ve halkın da kabullenmesini istemekte, buna zorlamaktadır. Ve bu, son derece bilinçli ve sistemli bir biçimde yapılmaktadır. Öyle ki, muhalefet partileri hileyi yapan yönetimden daha büyük bir çaba göstermektedir, bu hileli seçimi halkın kabullenmesi için…
Ortada gerçekten bir “danışıklı dövüş” var! Haber ajanslarıyla, YSK’yla, AKP’siyle, CHP’siyle, televizyon kanallarıyla, yorumcularıyla, reformist partileriyle, “solcu” aydınlarıyla, hepsi bu işin bir parçası durumunda!
14 Mayıs seçim günü ve sonrasında yaşanan her şey, egemen sınıfların seçimleri ikinci tura bırakmak konusunda anlaştığını; ve burjuva sistemin tüm kurumlarıyla (reformist partisinden yandaş kurumlarına kadar) bu anlaşmayı kitlelere kabullendirmeye çalıştığını gösteriyor.
Seçimler sözkonusu olduğunda Stalin’in şu sözü hatırlanır: “Oyları kimin attığı değil, kimin saydığı önemlidir!” Seçimlerin sonucunu da sandığa atılan oylar değil, egemen sınıfların yaptığı uzlaşmalar belirler.
Burjuvazi için en büyük tehdit, Erdoğan’ın mı, Kılıçdaroğlu’nun mu başa geçeceğinden daha çok, kitlelerin sisteme karşı bir kopuş yaşaması ihtimalidir. En önemli hedefleri, kitlelerin sisteme olan bağlılığının pekiştirilmesidir. 14 Mayıs’tan bugüne, en büyük vurgunun “küskünler”e, “sandığa gitmeyenler”e yapılmasının nedeni de budur. Çünkü Türkiye’deki egemen sınıflar için seçim sonuçlarından daha önemli olan şey, seçimlere katılım düzeyidir.
Seçimde yapılan hileler konusunda sesleri çıkmayan reformist partilerin, seçimlere katılım oranını yükseltmek için cansiperane, hatta yer yer CHP’den daha coşkuyla çalışmalarının tek sebebi, “sistemin bekası” konusunda üstlendikleri görevdir. Çünkü reformist partiler de bu düzenin bir parçasıdır ve Erdoğan’ın gitmesinden daha fazla önemsedikleri şey, kitleleri bu sistemin içinde tutabilmektir. Aksi halde parlamentodan ve seçimlerden umudunu kesmiş işçi ve emekçilerin onları aşarak kavgayı büyütmesi, en büyük korkularıdır.
Sandık değil mücadele gücü belirler
Ülke siyaseti, sandığa atılan oylarla ya da oy atan kişilerin duygu-düşünceleriyle belirlenmez. Siyaseti yönlendiren, hükümetleri de hükümetlerin politikalarını da belirleyen unsur, işçi ve emekçilerin mücadele gücüdür. Sandıkta çıkacak sonuç, önceden kitlelerin eyleminin gücü doğrultusunda şekillenmiştir zaten.
Mesela geçtiğimiz Ocak ayında metal sektöründe Erdoğan’ın grev yasağına rağmen işçilerin greve çıkması, Erdoğan’ın “artık yönetemez” olduğunun göstergesiydi ve burjuvazinin ona ihtiyacının azalmasının bir nedeniydi. Sonrasında bu tutum sürdürülemedi. İşçi-emekçi eylemleri, seçim gündemine kurban edildi, 1 Mayıs bile, seçimlere endekslendi, geçiştirildi. Maltepe mitinginde, CHP’nin seçim kazanacağını varsayarak “gelecek yıl Taksim’deyiz” açıklaması yapılacağına, bu yıl kitlesel biçimde Taksim zorlansaydı, belki de ikinci tura gerek kalmadan Erdoğan yönetiminin sonu gelmiş olacaktı.
Düzen partileri ve reformistler, kitlelerin pasif birer “seçmen” olmasını istiyorlar.
Oysa kitleler ne “pasif” kalabilir, ne de “seçmen”liğe sıkıştırılabilir. Üretimden gelen gücünü kullandığı sürece ve kullanabildiği oranda sadece seçim sonuçlarını değil, genel olarak ülkenin siyasi-ekonomik politikalarını değiştirecek güce sahiptir.
Erdoğan yönetiminin son bulması da, seçim sonrasında ekonomik-siyasi kazanımlar elde edebilmek de, sandığa gidecek “seçmen” sayısıyla değil, kitlelerin mücadele gücüyle olacaktır. Kazanmanın başka bir yolu yoktur.