Adana’da “Devrim Kartalı REMZİ BASALAK” kitabı tanıtıldı

Adana’da 10 Haziran 2023 Cumartesi günü, “Devrim Kartalı-Remzi Basalak” kitabının tanıtımı ve imza günü gerçekleşti. Öncesinde devrimci-demokrat kurumlara, kitle örgütlerine kitabın kapağının yeraldığı afişler asıldı, davetiyeler verildi. Remzi Basalak’ın doğup büyüdüğü bu şehirde, ölümünün üzerinden 30 yıl geçmiş de olsa onu tanıyanların yanı sıra eylemini, adını duyanlar büyük bir ilgi gösterdiler.

Etkinlik’in gerçekleştiği Dem Cafe-Kitap’ta günler öncesinden asılan afişlerle duyurusu yapıldı. Etkinlik günü, Remzi ve Şaban’ın fotoğrafları asıldı. Onlar gülen gözleriyle kendilerini anmaya gelenleri karşıladılar.

Etkinlik, saat 17.00’de, Remzi Basalak ve Şaban Budak şahsında tüm devrim şehitleri için saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşu esnasında “Ey ömrünü destan gibi yürüyenler” diye başlayan Adnan Yücel’in dizesi okundu.

Giriş konuşmasını FÖKEV (Fatih Öktülmüş Kültürevi) adına Nevin Berktaş yaptı. Nazım Hikmet’ten Orhan Kemal’e, Mehmet Fatih Öktülmüş’ten Doğan Özzümrüt’e kadar Haziran ayında yitirdiklerimizi sıraladı. Haziran ayının aynı zamanda direniş ayı olduğunu vurguladı. Başta Gezi Direnişi olmak üzere, 15-16 Haziran ve daha pek çok işçi direnişine sahne olduğunu hatırlattı. Böyle bir ayda Remzi ve Şaban’ı anmak için toplanmış olmanın, onu daha anlamlı hale getirildiğini söyledi.

Ardından kitabın editörü Zeynep Berktaş, Remzi Basalak’ın doğup büyüdüğü, mücadeleye atıldığı ve ölümsüzlüğe uzandığı bir yerde böyle bir toplantı yapıyor olmanın ayrı bir heyecan verdiğini söyleyerek sözlerine başladı. Adana’nın ’80 öncesi durumunu, genel olarak devrimci hareket açısından önemini hatırlattı. Bir çok devrimci önderi çıkarmasının yanı sıra, birçok devrimciye de kucak açtığını, sahiplendiğini söyledi. Bunlardan birinin de Şaban Budak olduğunu belirtti.

Yediveren Yayınları’ndan çıkardıkları her kitabı bir devrim şehidine atfettiklerini, Remzi’nin kitabının derleyenin de Şaban Budak olduğunu söyledi. Kitapta Şaban’la ilgili anıların da olduğunu, ikinci baskıda ayrıca Şaban’ın hayatı ve mücadelesini anlatan kısa bir yazı eklediklerini ifade etti. Kitabın ilk baskısının kısa sürede tükendiğini, bunun da Remzi ve Şaban gibi direnerek ölümsüzleşen devrimcilere duyulan saygı ve hayranlığın bir göstergesi olduğunu vurguladı.

Ardından Remzi’nin hayatını, direnişini, son eylemini ve ondan bugüne kalanları anlattı. (Aşağıda konuşmanın bir kısmına yer vereceğiz.)

Toplantıya 50-60 civarında insan katıldı. Katılanlar arasında devrimci demokrat kurum temsilcileri, CHP eski milletvekili İbrahim Özdiş, CHP Yüreğir Kadın Kolları Başkanı Hürü Erkek de vardı. CHP milletvekili Orhan Sümer de telgraf gönderdi.

Ayrıca toplantıya katılan Adnan Yücel’in eşi Ayşe Yücel, Adnan Yücel’in “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” kitabından bir bölüm okudu. Sonrasında kısa bir ara verildi. Katılanların hazırladığı kek, poğaça, kurabiye türü yiyecekler yenilip sohbetler edildi.

Yediveren Yayınları’ndan çıkan kitapların yanı sıra, Adnan Yücel’in şiir kitapları da sergilendi ve gelenler tarafından bir kısmı satın alındı. “Devrim Kartalı” kitabını alanlar, kitabın editörüne imzalattırdılar. Remzi’yi bizzat tanıyanlar, onunla ilgili anılarını paylaştılar.

Müzisyen Ufuk Çoban, “Remzi’nin Türküsü” “Rüzgarla Bir”, “Pir Sultan” şarkılarını söyledi.

Adana’da, Remzi ve Şaban’ın şehit düştüğü yerde onları bu şekilde anmak, katılan herkesi duygulandırdı. Eski-yeni tüm yoldaşları, dostları onlar için düzenlenen toplantıya gelerek, gelemeyenler üzüntülerini ifade ederek ve kendileri için imzalı kitap isteyerek, direnerek ölenleri unutmadıklarını, unutmayacaklarını gösterdiler.

 

Zeynep Berktaş’ın konuşmasından bazı bölümleri yayınlıyoruz:

“Merhaba dostlar, hepiniz hoşgeldiniz!

Bugün burada Remzi’yi, Şaban’ı, bu topraklara kanını, terini akıtanları konuşacağız.

Adana’da böyle bir toplantı yapıyor olmanın ayrı bir heyecanı var. Yıllar sonra kendi memleketimizde, yoldaşlarımız ve dostlarımızla bir aradayız.

Eski Adana, İstanbul’dan sonra Türkiye’nin en büyük sanayi şehriydi. Hem kır işçisinin, hem sanayi işçisinin en yoğun olduğu bölgeydi. Bu yönüyle devrimci örgütlerin dikkatini çeken ve mutlaka olmak istediği bir yerdi. 12 Eylül öncesi, neredeye tüm devrimci örgütlerin faaliyet alanı olması, bu özelliğinden dolayıdır. Üstelik sıcakkanlı, dost canlısı ateşli insanları vardı. Devrimci düşüncelere açık yapısıyla hem farklı şehirlerden gelen devrimci kadroları kucakladı, hem de kendi içinden çok değerli kadrolar, önderler yarattı. Farklı şehirlerden gelenler bile kendilerini “Adanalı” olarak görmeye başladılar ve bu şehre gelmiş, bu insanlarla tanışmış olmaktan büyük bir mutluluk duydular.

Bunlardan biri de Şaban’dır. Şaban Budak Adana’ya bir eylemi örgütlemek için geliyor ve ölünceye kadar burada kalıyor. Sadece yoldaşlarının değil, Adana halkının da sevdiği-saydığı bir önder haline geliyor. Kaldığı süre içinde işçi-memur-öğrenci her kesimin birçok eylemine bizzat katılıyor. O Adana emekçisini çok seviyor, onlar da Şaban’ı…  Remzi yoldaşıyla birlikte katıldığı son eylemde ise polislerle girdiği çatışmada şehit düşüyor. Son nefesine kadar sloganlar atarak çatışıyor. Öldüğünde vücudunda 30’dan fazla mermi çıkıyor. Yoldaşları Şaban’ı son yolculuğunda yalnız bırakmıyorlar. İstanbul başta olmak üzere birçok şehirden Adana’ya geliyorlar. Ama hepsi gözaltına alınıyor, işkence yapıyorlar. Buna rağmen ailesi ve bir avuç yoldaşı Şaban’ı Adana-Buruk mezarlığına defnetmeyi başarıyor. Mezarı halen oradadır. Terini ve kanını akıttığı topraklarda yatıyor şimdi.. (…)

 

Kitapla ilgisi kısa bir bilgilendirme yapayım.

Kitabın birinci baskısını Ekim ayında yaptık. Ekim, hem Remzi ve Şaban’ın öldüğü aydır, hem de tüm devrim şehitlerini andığımız ay… Onun için özellikle Ekim’i tercih ettik.

Kitap ilk çıktığı andan itibaren büyük ilgi gördü ve çok kısa zamanda birinci baskısı tükendi. Bunun en önemli nedeni, hiç kuşkusuz direnişi anlatmasıdır. Tıpkı Adressiz Sorgular gibi bir etki yarattı. Kitlelerin direnen devrimcilere olan ilgisini bir kez daha gösterdi. Zaten biz anlatımlarımızda, yazılarımızda faşizmin vahşetinden daha fazla direnişi anlatıyoruz. Faşizmin zulmünü, işkencesini hepimiz yaşadık, yaşıyoruz, ama aslolan buna karşı yürütülen mücadele ve direniştir. Dostumuz yoldaşımız Adnan Yücel’in dizeleriyle söylersek;“Bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır / bir de yarınlar adına direnenler…”

 

Bunlardan biri de Remzi Basalak’tır.

Remzi, masaya inen tekmesiyle bir tarih yazdı. 12 Eylül’den bu yana süren bir uygulamaya son verdi. O yönüyle bir “milat” oldu, “Remzi öncesi ve sonrası” diye anlatılan…

Devrimci kamuoyu onu asıl olarak bu eylemiyle tanıdı. Elbette Remzi ile aynı dönemlerde gözaltında olanlar veya aynı cezaevlerinde kalanlar, onu ve direnişini çok iyi bilirler. Ve asla unutmadıkları kişilerden biridir Remzi. Sadece onlar değil, Remzi tanıyıp da unutan olmaz, çünkü tanıdığı herkeste derin izler bırakır.

Kitapta Remzi’yi daha çocukken tanıyanların anlatımları var. Sadece yoldaşları değil, evlerine gidip geldiği taraftarlarımız, onların çocukları anlatıyor.

Remzi direnişle özdeşleşti. Ve geniş kesimler onu böyle tanıdı. Ama Remzi sadece direnişten ibaret değildi. Daha doğru ifadeyle, bu büyük direnişinin arkasında sağlam bir karakter, halkına, davasına derin bir bağlılık vardı. Böyle olmayanlar zaten tarihe mal olacak eylemlere imza atamazlar.

Biz bu kitapta Remzi’nin direnişinin arka planına, onu ölümsüzleştiren eylemine kadar geçen sürede yaşadıklarına mercek tutuyoruz. 16 yaşındaki bir “çocuk işçi”nin nasıl bir “devrim kartalı”na dönüştüğünün öyküsünü anlatıyoruz. (…)

 

Remzi’nin kısa yaşamı

Remzi Basalak’ın ailesi Balkan göçmeni. Cumhuriyet kurulmadan önce Türkiye’ye geliyorlar, son durakları Adana’nın Ceyhan ilçesi oluyor. Az topraklı tarım emekçisinin çocuğu olarak Ceyhan’da doğuyor, ilkokulu orada okuyor. Son derece başarılı bir öğrenci. Ama köyde ortaokul yok. Ablaları çalışmak için Adana’ya gelince, İstiklal Mahallesi’nde bir ev kiralıyorlar, onu da yanlarına alıyorlar. Hem çalışıp hem okuyor Remzi.

Çalıştığı yerde ihtilalci komünistlerle tanışıyor. Yıl 1979’dur. Halk hareketinin zirvede olduğu bir dönem. Özellikle Çukurova’da. Fabrikalarda direnişler, grevler, semtlerde, okullarda anti-faşist mücadele…

Remzi’nin o yıllarda sendikalı olmak için başlayan mücadelesi, komünist bir militan olmaya kadar evriliyor. Bur yandan işyerinde, bir yandan Meydan Mahallesi’nde faaliyetlere başlıyor.

Kısa bir süre sonra 12 Eylül faşist cuntası geliyor. Cunta koşullarında bile faaliyetleri kesintisiz sürdürüyorlar.1981 yılının ilk aylarında gözaltına alınıyor. Bir ayı aşkın süre sorumlusuyla birlikte direniyorlar. Sonrasında, sorumlusu “bazı şeyleri kabul etmemiz gerekiyor” dediği için kısmi kabul içeren bir ifade veriyor.

Bu Remzi’nin dönüm noktalarından biridir. Onun kendisiyle, kendi hatalarıyla mücadelesinin ve hep daha iyiye ulaşma çabasının da önemli bir kavşağıdır. Aynı zamanda mücadeleyi kişilerden, kişisel güvenden çıkarıp davaya, sınıfa-halka güvene dönüştürdüğü, böyle bir sıçramayı gerçekleştirdiği andır…

Bırakalım “kısmi kabulü”, çözülen pek çok kişi bile bu durumunu meşrulaştırmaya çalışırken, o asla böyle bir yola başvurmadı. Oysa “sorumlum söyledi, ne yapayım” diyebilirdi. “17 yaşında genç bir devrimciydim, çok tecrübesizdim” diyebilirdi. Kimsenin de söyleyecek bir sözü olmazdı. Çoğu kişi, birçok bahanenin arkasına saklanarak çok daha büyük hatalarını örtbas etmeye çalışırken, Remzi, çok farklı bir tutum aldı. “Ben yanlış yaptım, bir dahaki sefere bunu mutlaka aşacağım” dedi. Zaten cezaevine girer girmez, faşist yaptırımlara karşı mücadelenin başını çekti.

Remzi’yi farklı kılan ve böylesi bir direnişi gerçekleştirmesine, ölümsüzleşmesine götüren süreç budur.

 

Remzi’nin direnişi

Remzi 17 yaşında cezaevine düştü. 12 Eylül cezaevleri malum. O genç yaşta cezaevinin sorumluluğunu üstlendi. İlk tutsak kaldığı Adana Köprüköyü Askeri Cezaevi’nde, ardından sevk edildiği Antakya E Tipi’nde direnişleri örgütledi, önderlik yaptı.

Sadece direnişçi yönüyle değil, yoldaşlarıyla ve devrimci tutsaklarla kurduğu bağlarla bulunduğu her cezaevinde gönülleri fethetti. Sınıf düşmanlarına karşı ne kadar öfke ve kin doluysa, dostlarına, yoldaşlarına karşı o kadar sevecen şefkat doluydu.

Onu biz sadece dostlarından, yoldaşlarından dinlemedik, polislerden, gardiyanlardan da dinledik. Örneğin Antakya Cezaevi’nde gardiyanlar Remzi’yi öve öve bitiremezlerdi. Daha cezaevine girerken İstiklal Marşı söylemesi dayatılınca, söylemeyeceğini bildiriyor ve meydan dayağı ile hücreye atılıyor. Kendisine işkence yapan gardiyana diyor ki, “Bak bu Antakya’nın bütün sokaklarını bilirim ve er-geç gelip seni bulurum.” Gardiyan çok korkuyor ve bir daha onun işkencesine katılmıyor. Bunu bize Antakya’daki kadın gardiyanlar anlattı.

 

Remzi’nin direnişi, herhangi bir direniş değildir. İşkencede ve cezaevlerindeki direnişi, “savunma”dan çıkıp “saldırı”ya geçiştir. İşkencede direnenler, polisin sorularına “bilmiyorum”- “tanımıyorum” şeklinde cevap verir. Remzi ise, “biliyorum ama söylemiyorum” demiştir. “Tanısam bile tanımıyorum” demiştir.

Burada size 1988 yılındaki Adana Emniyeti’ndeki direnişi anlatmak istiyorum. Nazım Hikmet’in, ressam Abidin Dino’ya seslendiği bir şiir vardır. “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” diye başlayan. Ardından uyarır “işin kolayına kaçmadan ama” diyerek… “1961’in Küba’sının resmini yapabilir misin”çok şükür çok şükür bugünü de gördük, ölsem de gam yemem gayri’nin resmini yapabilir misin?”

Remzi’nin gözaltında direnişine tanık olduğunda, Nazım’ın bu dizelerini hatırlayarak, içimden “çok çok şükür bugünü de gördük” dedim. Bir işkencecinin kendi ininde bir devrimci tarafından dayak yemesine tanık olmak, herkese nasip olmaz. O işkencehanede “Ben komünistim adım Remzi Basalak” diye bağıran, işkenceciye de “erkeksen sen de adını söyle” diyerek sıkıştıran ve sonunda adını almayı başaran biridir. Üzerinde çıkan anahtarlar sorulduğunda “örgütün bütün evlerinin anahtarları bende, gel al alabiliyorsan, hepsinin adını biliyorum, gel söylet söyletebiliyorsan” diyerek meydan okumuştur. (…)

Remzi’yi farklı kılan temel özellikler nedir? 

İlkin hatalarına karşı uzlaşmaz olmasıdır. Son yıllarda en çok unutulan özelliklerden biri de özeleştiridir. Ne kişiler, ne kurumlar özeleştiri yapmaya yanaşmıyor. Her şeyi dönemle, koşullarla açıklayıp hataların üstünü örtmeyi tercih ediyor. Böyle olunca gerçek anlamda bir değişim, gelişme olmuyor. Oysa en başta kendine, sonra sana umut bağlayan kitleye karşı özeleştirel yaklaşmadan bir adım bile ilerleme olmaz. Bu bir sorumluluk, inandığı şeylere bağlılık testidir aynı zamanda.

Remzi kendisiyle yüzleşmekten asla korkmadı. Kendine, yoldaşlarına, halkına karşı hep dürüst oldu. İnanmadığı hiçbir şeyi savunmadı, inandıkları içinse gözünü kırpmadan ölüme koşmaktan geri durmadı. Her zaman sözünün eri oldu. Büyük-küçük fark etmez kime, ne söz verdiyse yerine getirirdi. Bunu kitaptaki anlatımlarda da göreceksiniz.

Mesela birgün kaldığı bir ablamızın evinde pankart hazırlaması gerekiyor. Abla diyor ki, “sakın halıma boya dökmeyin”! O da söz veriyor. Fakat birlikte pankart yaptıkları kişilerin dikkatsizliği ile boya halıya geçiyor. Halıyı temizlemek için her şeyi yapıyor. Öyle ki dışarı çıkarıp halıyı yıkıyor. O da olmayınca “ben sana halı getireceğim” diyor. Ablamız istemiyor. “İsteseydim mutlaka onu da yapardı” diyor.

Remzi’nin halkla ilişkileri böyledir. Onlara büyük değer verir, her biriyle tek tek ilgilenir, değişip dönüştürür. İlk önce gittiği evlerde ‘devrim’ yapar adeta. Büyük-küçük herkesin sevgisini, saygısını böyle kazanır. Bunları bizzat yaşayanların ağzından okuyacaksınız.

“Bu halk adam olmaz”, “Bu halka müstahak” gibi sözler bizden uzak olsun. Ne yazık ki, son yıllarda sıkça duyuyoruz. Bu, liberal kesimlerin, burjuva aydınların yaklaşımıdır.

Remzi’yi farklı kılan bir diğer özelliği, hangi işi yapıyor olursa olsun, büyük bir titizlikle en iyisini yapma çabasıdır. Çalıştığı işyerlerinde de en iyisini yapmak için didinir. Lalettayin iş yapmayı kendine yediremez her şeyden önce. Sonra birlikte çalıştıkları arkadaşlarına yük binsin istemez. O bulunduğu her yerde, her zaman işin en zor kısmını kendisi almıştır. Kendi yapmadığı bir şeyi asla başkasından istemez.

Günümüzde yine unutulan şeylerden biridir, işini layıkıyla yapmak. Liyakatsızlık sadece AKP yönetiminde yok! Topluma da sirayet ediyor. Üstün körü işler yapılıyor. Bu sadece bilmemekten değil, topluma karşı duyarsızlıktan, saygısızlıktan kaynağını alıyor.

Remzi’nin özelliklerini saymakla bitiremeyiz. Burada belli başlı yönleri üzerinde durmak istedim.

 

Remzi bunları nasıl başardı?

Kendini sürekli geliştirerek, yenileyerek… Kitapta da söz ettim, son yıllarda daha çok okuduğunu, okuduklarından notlar aldığını… Sadece okumakla olmayacağını biliyoruz. Yaşamdan, kitlelerden ders almak çok önemli. Bunlarla inancını sürekli yenilemek… Remzi bunları başardı.

 

Remzi direniş demekti, umut demekti, coşku demekti. Ama daha önemlisi cesaret demekti.

Bulgar komünisti Dimitrov, Nazi Almanyası’nda bir provakasyondan dolayı tutuklanır. Ve mahkemede faşizmi yargılar. Orada söylediği sözlerden biri de Alman yazar Gothe’ye aittir.

“Paranızı kaybederseniz, bir şeyinizi yitirirsiniz

Onurunuzu kaybederseniz, çok şeyinizi yitirirsiniz

Cesaretinizi yitirirseniz, her şeyinizi yitirirsiniz.”

Burada bulunanlar olarak onurumuzu korumaya çalıştığınızı biliyorum. Ama yetmiyor, daha cesur olmamız, daha fazla cesaretli davranmamız gerekiyor.

 

Onlar aramızdan ayrılırken bize direniş mirası bıraktılar. Bu mirasa layık olmak ve geliştirmek gibi bir görevimiz var.

 

Sözlerimi Kübalı şair Jose Marti’nin dizeleriyle noktalamak istiyorum:

“Pencereden dışarı baktığınızda

Güneşi engellemiyorsa gökyüzü sizden

Onursuzluğun sancısı ağır bir tokat gibi inmiyorsa suratınıza

Birileri yaşadığınız günlerin bedelini ödediği içindir”

 

Bugün burada toplanıp onları anıyorsak, tüm zorluklara rağmen başımızı dik tutuyor, inançlarımızdan taviz vermiyorsak, birileri bunların bedelini ödediği içindir.

 

Onlara layık olmak, uğrunda ölüme gittikleri davalarını yaşatmakla olur.  Bu kitap onun bir parçasıdır sadece.

Hepinize teşekkür ederim.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …