2 Temmuz 1993 tarihi, son derece pervasız ve büyük bir katliamın tarihi olarak kazındı belleklere. Sivas’ta Pir Sultan Şenlikleri’ne düzenlenen saldırı ile, 33 sanatçı ve aydın diri diri yakıldı.
2 Temmuz günü saldırı ilk olarak Kültür Merkezi’nde başladı. Birkaç yüz kişilik grup, Kültür Merkezi’nde bulunan devrimci-demokrat kitleye saldırdı. Burada devrimcilerin varlığı, hızlı bir biçimde direnişin örgütlenmesine neden oldu. Barikatlar kuruldu, çatışmalar yaşandı ve saldırgan güruh püskürtüldü. Dinci-faşist güruhun devlet destekli biçimde hareket ettiğini fark eden kimi devrimci yapılar, saldırının bununla sınırlı kalmayacağını anlamakta zorlanmadılar. Polisin ve subayların bu güruhu yönlendirdiğini gözleriyle görenler olmuştu. Bunun üzerine başta Alevi kesimin oturduğu Alibaba Mahallesi olmak üzere şehrin çeşitli bölgelerine dağılarak, kitleleri harekete geçirmeye çalıştılar ve direnişi örgütlemeye giriştiler.
Kültür Merkezi’nde başarısızlığa uğrayan saldırgan güruh, dönemin Sivas Belediye Başkanı yönetiminde, Ozanlar Anıtı’nı vinçle söküp slogan ve çığlıklarla valiliğin önüne geldiler. Sonra festival için gelen aydın ve sanatçıların kaldığı Madımak Oteli’ne yöneldiler. Birkaç yüz kişilik güruh, 15 bine ulaşmıştı. Önceden, Ankara’dan getirilen dinci faşistler olduğu söyleniyordu. Otelin karşısına, bir gün önce bir kamyon taş dökülmüştü. Sivas’taki yerel gazeteler, günler öncesinden provokatif söylemleri yükseltmişti. Saldırının önceden planlandığı belliydi.
Otelin önünde olaylar hızla tırmanırken, ne polisin ne de askerlerin hiç bir müdahalesi olmadı. Oteli kuşattılar. “Kan istiyoruz” diye ağızlarından salyalar akıtarak bağırıyorlardı. İçeridekiler ise Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’yü, valiyi, askeri, polisi arıyorlar ve kendilerini kurtarmalarını istiyorlardı. SHP hükümet ortağıydı. Katliamdan kurtulan bir sanatçı “Hiçbirimiz böyle bir sonla karşılaşacağımıza ihtimal vermiyorduk. Sanırım tek hatamız devlete bu kadar güvenmekti” demişti, bir gün sonra gazetelerde yeralan röportajında.
Saldırgan gerici-faşist güruh, binayı taşlamaya ve tahrip etmeye başladı. Otel ateşe verildi. İçeridekilerden bir kısmı, yan taraftaki Büyük Birlik Partisi İl Teşkilatı binasına (üstelik onların sopalarla tehdit etmesine rağmen) geçmeyi başardı ve hayatı kurtuldu. Aralarında Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin, Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan’ın da bulunduğu aydın ve sanatçılar ise bu katliamda hayatlarını kaybettiler.
Sivas katliamı son derece planlı bir biçimde gerçekleştirilen bir katliamdı. Devletin gözü önünde, otelden arayan aydınların yardım çağrılarını görmezden gelen hükümetin bilgisi dahilinde gerçekleştirilmişti. Sivas belediye başkanından, olayın hiçbir aşamasında ortada görünmeyen asker-polisine kadar, devlet bu katliamın ortağıydı. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir!. …Olayı bu kadar büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi” demişti. Sadece bu sözler bile, devletin bu katliamdaki payını göstermeye yeterli.
Devrimci dalganın yükselişini önlemek için sivil faşist ve gerici piyonlar öne sürülmüştü. Tarihe “Kanlı Sivas” olarak geçti. Katiller, saldırıyı örgütleyenler devlet koruması altında hayatlarını sürdürdüler. Madımak Oteli bir “kebap salonu”na çevrilerek, orada katledilenlere kin ve öfke kusulmaya devam etti. Otel, büyük mücadeleler sonucunda “Bilim ve Kültür Merkezi” yapıldı ve her yıl katliam protestolarının odağına dönüştürüldü. Otelin “Utanç Müzesi” yapılması talebi ve mücadelesi ise sürüyor.
Her 2 Temmuz’da bu faşist katliam, “Katil devlet” sloganlarıyla lanetlenmeye devam ediliyor.