Tecavüzcüye, katillere af! Muhaliflere ağır hapis, tecrit, işkence…

AKP yönetimi, genel olarak adalet sistemi, özel olarak da hapishanelere dönük uygulamalarıyla, kendi “toplum mühendisliği”ne devam ediyor. Yeni yasa ve uygulamalar, daha mafyatik, daha saldırgan, daha şeriatçı ve her tür muhalefetin yokedildiği bir toplum ve insan biçimini oluşturma çabasının ifadesi.

 

Tecavüzcüler, katiller serbest; şiddet meşru

Temmuz ayında AKP yönetiminin yaptığı yeni infaz düzenlemesi, tecavüzcüler ve katiller için yeni bir “örtülü af” niteliği taşıyor. Mesela “kasten öldürme” suçundan 20 yıl hapis cezası alan bir katil, 3,5 yılda tahliye olacak; “kasten öldürme” suçundan 15 yıl hapis cezası alan ise sadece 1 ay hapis yatacak! Cinsel suçlardan 9 yıl hapis cezası alan bir sapık, sadece 1 ay kapalı cezaevinde kalacak! “Eşine karşı kasten yaralama” suçundan 10 yıl hapis cezası alan bir erkek, 9 ay hapis yatacak; aynı suçtan 9 yıl hapis cezası alan ise, sadece 1 ay hapis yatacak! Sonrasında açık cezaevine geçerek tahliye edilecekler…

15 Temmuz günü Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren bu infaz düzenlemesinden, insan öldürme, yaralama, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, dolandırıcılık, hırsızlık, yağma, rüşvet ve uyuşturucu suçlarından hüküm giyenler başta olmak üzere, onlarca suçtan mahkum olanlar yararlanıyorlar.

2020 yılında AKP yönetimi benzer bir “örtülü af” çıkarmıştı. O dönem, daha taslak halindeyken yoğun bir kitle baskısı olunca, tecavüzcüler bu affın kapsamı dışında bırakılmıştı. Ve bu af ile, başta Alaattin Çakıcı olmak üzere çeteler serbest bırakılmıştı. “Koronavirüs affı” diye gerekçelendirilen bu infaz düzenlemesinde, yaklaşık 110 bin katil, hırsız, uyuşturucu kaçakçısı ve çeteci tahliye olmuştu.

İşlenen suçların cezasız kalması, suçun teşviki ve yaygınlaştırılması amacını taşır. Boşanmak isteyen kadını öldüren erkek ceza almadığında, kadın öldürmek normalleşir. Sağlıkçıya şiddet uygulayan bunun cezasını çekmediğinde, “biz artık doktor dövüyoruz” diye övünür. Uyuşturucu kaçakçısı serbest kalınca, aynı işe, üstelik daha rahat biçimde devam eder. Bugün yaşanan da budur. Ülkede suç oranının bu kadar artmasının, zorbalığın yaşamın her alanına nüfuz etmesinin sebebi budur.

Bu türden infaz düzenlemeleri sözkonusu olduğunda, tepkiler şu noktada odaklanmaktadır: Devlet kendisine dönük suçları affedebilir, bireylere dönük suçları affetmek devletin işi değildir! Ama ne oluyor? Özellikle AKP döneminde siyasi tutsaklar her tür affın, infaz düzenlemesinin dışında bırakılıyor. Öyle ki, uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir çete lideri, kadına-çocuğa tecavüz edip öldüren bir sapık serbest bırakılırken, twit atan biri ya da bir gazeteci yıllarca hapis yatıyor. Üstelik de giderek daha ağırlaştırılan hapishane koşullarında…

 

Muhaliflere tecrit, işkence, ölüm…

Adli suçlar açıkça ödüllendirilirken, siyasi suçlarda cezalar katmerli hale getiriliyor. Ağır tecrit koşulları ve infaz yakma yöntemleri bunların en başta gelenleri.

2000’lerin başında F Tipi Hapishaneler gündeme getirildiğinde, büyük direnişler yaşanmıştı. Bu hapishaneler açıkça muhalifleri tecrit etmek, ağır tecrit koşulları altında benliklerini ve bilinçlerini yoketmek için kurulmuştu.

Verilen mücadeleye rağmen F Tipleri açıldı ve kullanılmaya başlandı. Geçen süre içinde, tecrit saldırısının şiddeti de arttı. Ancak bu sıradan bir saldırganlık değildi. Gençlerin “kindar nesil” yetiştirmesini isteyen AKP yönetiminin, muhaliflere dönük kinini bütün öfkesiyle kustuğu; herhangi bir tecriti değil doğrudan imhayı hedeflediği bir saldırganlıktı.

Son birkaç yılda Yüksek Güvenlikli, S Tipi, Y Tipi gibi isimler altında, tecritin daha ağır, saldırıların daha yoğun, yaşam ortamlarının insanlıkdışı olduğu yeni hapishaneler kuruldu. Üstelik F Tipleri kurulurkenki büyük direnişlere ve devletin F Tiplerini övme çabasına kıyasla, bu hapishaneler sessiz-sedasız yaygınlaştırıldı. Devlet bu hapishaneler hakkında hiçbir açıklama yapmıyor. Ne tür mimari yapıya sahip olduğu, hangi mahkumların buraya sevkedildiği, burada kalanların maruz bırakıldığı uygulamalar, nasıl bir infaz-yönetim sisteminin uygulandığı gibi sorular cevapsız kalıyor. Sadece buraya sevkedilenlerin verdikleri bilgiler, yaptıkları protestolar üzerinden, ancak onların görebildikleri kadarıyla, “körün fili tarifi” misali parça parça öğrenilebiliyor. Genel duruma ilişkin sorular ise, bu tecrit hapishanelerinin karanlık dehlizlerinde kayboluyor; ve oraya gönderilen tutsaklar, devletin pervasız saldırıları ile bireysel olarak mücadele etmekle karşı karşıya kalıyor. Kimisi Garibe Gezer gibi işkenceyle katlediliyor, kimisi ağır tecrit ve saldırıların etkisiyle akıl-beden sağlığını kaybediyor.

Avrupa Konseyi’nin açıkladığı Ceza İstatistikleri’ne göre, Türkiye’de 31 Ocak 2021 tarihi itibariyle, “terör” nedeniyle hüküm giyen 30 bin 555 kişi vardır. Aynı tarihte, Türkiye’deki yüksek güvenlikli tecrit hapishanelerinin kapasitesi 26 bin 742’dir. Geçen yaklaşık 1,5 yıllık süre içinde yeni hapishanelerin açıldığı, yeni hapishanelerin de açılmasının planlandığı bilinmektedir. Böyle bakınca, tecrit hapishanelerinin, devrimci hareketlerin gerilediği bir dönemde, sadece devrimcileri değil bir bütün olarak “AKP’ye muhalif” kesimler için açıldığını; AKP’nin kendisine karşı çıkan tüm kesimleri susturmayı, yoketmeyi planladığını görebiliriz.

Son açılan cezaevleri, tecridi ve imhayı daha da büyütmeyi hedefliyor. Öyle ki, hapishanelerin ismi bile yok! Tutuklu Avukat Barkın Timtik’in yazdığı mektuba göre, bu hapishanelerde havalandırma yok, güneş yok, gökyüzünü görmek yok, ikinci bir insan yüzünü görmek yok! Tek kişilik tecrit hücreleri, kameralar, pencerelerde kum eleği sıklığında demir teller var. 3 katlı, kuyu biçiminde tasarlanmış, her katta kuyuya bakan (ama birbirini görmeyi engelleyen) tecrit hücrelerinin bulunduğu bir yapılanma. Havalandırma, hücrelerin bir parçası değil. Böyle olunca çöp kutusu koymak, birkaç adım atmak, çamaşırları kurutmak gibi ihtiyaçları karşılamak için bir beton zemin bile fazla görülmüş. Günde 1-2 saatliğine başka bir kuyu dibine “havalandırma”ya götürülüyor tutsaklar; idarenin istediği anda gaspedebileceği bir hak olarak.

TAYAD’lı ailelerin “kuyu tipi hapishaneler”e karşı 4 Eyül günü başlatmak istediği İstanbul-Ankara yürüyüşü, polisin saldırısına maruz kaldı. Ayrıca Sincan Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde Nedim Öztürk 24 Nisan’da, Erzurum-Dumlu 1 nolu Yüksek Güvenlikli Hapishane’de Nurettin Kaya 2 Mayıs’ta süresiz açlık grevine başladılar. Tecrit koşullarını protesto etmek için açlık grevini sürdürüyorlar.

Hak gasplarının en büyüğü ise, “infaz yakma” politikası. 2020 yılında yürürlüğe giren bir yönetmelik, cezaevlerinde “İdare ve Gözlem Kurulu” oluşturulmasını öngörüyor. Bu kurul, infazı tamamlanmış tutukluların “iyi halli” olup olmadıklarına karar veriyor ve bu karar göre infazlarını erteliyor. Mahkeme tarafından verilmiş olan ceza bitmiş olsa bile, kurul kararı nedeniyle tutuklular tahliye edilmiyor; tamamen keyfi bir biçimde, “kurul kararı” yasaların, mahkemelerin üzerine çıkıyor. Özellikle 30 yılını tamamlamış olan siyasiler ile ağır hasta olan tutuklular arasında infazın yakılması çok yaygın. Kurul özellikle adli tutukluların açık cezaevlerine geçişlerine kolaylık sağlarken, siyasilerin “ölünceye kadar” hapiste kalmasını sağlamaya çalışıyor.

İHD’nin raporuna göre, 2021 yılı başından bu yana, cezasını tamamlamış 313 hükümlü, okudukları kitap sayısı, aile görüşmelerinin içeriği, idarenin “emir ve taleplerine uyulmaması”, hukuka aykırı biçimde sorulan “pişman mısın” sorularına verilen cevaplar gibi son derece keyfi gerekçelerle serbest bırakılmıyor.

 

Hapishanelerden tabutla çıkanlar…

Uyuşturucu tacirlerine, tecavüzcülere af çıkartılıyor, Madımak katliamının katilleri cumhurbaşkanı özel affıyla serbest bırakılıyor; ancak ağır hasta tutsaklar, tedavileri engellenmeye ve hapiste ölmeye devam ediyor.

Son olarak Erzincan L Tipi Hapisahnesi’nde kalan 70 yaşındaki hasta tutsak Şakir Turan 30 Ağustos’ta Erzincan Araştırma Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Örgüte yardım iddiasıyla 6 yıl hükümlü olan kanser hastası Şakir Turan yapılan tüm başvurulara rağmen serbest bırakılmadı.

Alanya L Tipi Hapishanesi’nde ise K.S isimli adli tutuklu, 11 Haziran’da koğuşunda ölü bulundu. Hastalığı olmasına rağmen hastaneye sevk edilmediği öğrenilen K.S’nin ölüm nedeni de açıklanmadı.

İHD raporlarına göre, 2022 yılında 651’i ağır olmak üzere 1517 hasta tutuklu hapishanelerde kalıyordu. Aynı rapor, 2022 yılında 78, 2023’ün ilk 5 ayında ise 15 tutuklu ya da hükümlünün hapishanelerde yaşamını yitirdiğini belirtiyor. TİHV raporları ise, 2022 yılında hapishanelerde 83 kişinin öldüğünü belirtiyor. YSP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun 3 Temmuz’da yaptığı açıklamaya göre, 2023’ün ilk altı ayında en az 26 kişi hapishanelerde yaşamını yitirdi. Ölümlerin büyük bölümünün “intihar” olarak açıklandığına dikkat çeken Gergerlioğlu, kameralarla izledikleri halde ölümlere müdahale edilmediğini vurguladı.

Hasta tutsakların tedavilerinin engellenmesi, sürgün sevkler, hapishaneye giriş ve çıkışlarda yaşanan işkence olayları, hapishanelerdeki sorunları giderek büyütüyor. İHD her hafta yaptığı F Tipi Oturma Eylemleri’nde, hasta tutsakların derhal tahliye edilmesini istiyor.

* * *

Dışarıda yoksulluk ve açlık içinde kıvranan kitleler, içerde muhaliflere neler yapıldığını bilmiyor, duymuyor; duysa bile kendi dışında görüyor. Oysa dışarıda yaşanan bütün zorluklar, muhalif tutsakların her geçen gün çoğalmasıyla, cezaevlerinde işkence ve tecridin artmasıyla doğrudan ilişkilidir. Ülkenin kendisinin yarı-açık cezaevine dönüştüğü, “ölüm sınırı”nda, bıçak kemikte yaşandığı koşullarda, içeri-dışarı birlikteliğini ve mücadelesini yükseltmeden bu “kuyu”dan çıkmak mümkün değildir.

“Katillere değil, politik tutsaklara özgürlük” talebi yükseltilmeli; cezaevlerindeki tecride ve işkenceye son verilmesi için daha aktif bir mücadele hattı örülmelidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …